Bu dünyadan giderken ardından seni güzel sözlerle anacak insan bırakmak ne kadar güzel. İnsanların senin hakkında yapacağı şahitlik ne kadar önemli ve anlamlı.

Hakk rızası için atılan her adım, halk ve insanlık adına gök kubbede yer buluyor. Böyle güzel insanları ancak ölüm sonrası güzel sözlerle anıyoruz.

Hayattayken kendisi ile alakalı duyması gerekenleri sır gibi saklıyoruz. Belki de kendisini sevdiğimizi bile bilmeden gidenler var. Bu da hüznümüzü, acımızı ikiye katlıyor. Sevdiklerimize hayattayken en azından onları sevdiğimizi söyleyelim. İşte o güzel hasretlerle donatılan güzel ve özel bir insanı daha kaybettik.

Onun hakkında sır gibi sakladığımız sözleri, duygu ve düşünceleri onun peşinden yollamak durumunda kaldık. Kimse insanlık için yaptığı işlerden dolayı kimseden tebrik, takdir, teşekkür beklemiyor ancak, hak edene de hakkını vermek, adalet, vefa ve hak duygusunun bir gereğidir.

Sabık Başkonsoloslarımızdan Erkut Onart’ı (1937 – 22 Temmuz 2021) kaybettik…

1997 yılında Rotterdam’da hizmet veren bir caminin başkanlığını yapıyordum. Ramazan ayında olmamız münasebetiyle günlük iftarlarımızın yanı sıra bazı özel davetlerimiz de oluyordu. Rotterdam’da faaliyet yürüten camiler başta olmak üzere kurum, kuruluş, iş adamları, siyasiler, yerel yöneticiler ve temsilciliklerimizle her yıl düzenli olarak iftarları vesile kılarak bir araya geliyor, tanışıyor, sorunlularımızı tartışıyor, çözüm yolları arıyor, ortaklaşa yapılabilecek çalışmalara kafa yoruyorduk.

(O yıl ramazan ayında, Rotterdam’da cami statüsünde hizmet veren 19 kurum başkanıyla, bendenizin inisiyatifi ile başlatılan aylık yaptığımız toplantıların içeriği ve sonucuna dönük bilgileri de vakti gelince paylaşmak isterim)

İftara davetlilerimizden biri de T.C. Rotterdam Başkonsolosu Sayın Erkut Onart Beyefendi idi.

Yönetici arkadaşlardan çoğu “bu davetiyenin boşa gönderildiğini, nasıl olsa Başkonsolosun davetimize icabet etmeyeceğini” düşünüyordu.

Haksız da değillerdi. Bugüne kadar yapılan çağrılara, davetlere temsilciliklerimizden pek katılan olmamıştı.

Halktan kopuk, onların halleriyle hallenemeyen,  ‘monşer’ tavırlı, yüzlerini vatandaştan esirgeyen insanları tanıdığımız için Erkut Onart Bey’in de davetimize katılmayacağı görüşü ağır basıyordu.

Oysa ben onun geleceğine inanıyordum, umutluydum.

Konsolosluk sekreterinden Erkut Onart Bey’in iftar davetimize katılacağını bildiren bir bilgi aldık.

Bu bizi aşırı sevindirdi.

Ona rağmen biz mütevazi soframızda bir değişiklik yapmadık.

Erkut Onart Bey hakkında duyduğumuz müspet bilgiler, zaten kendisinin farklı olarak ağırlanmasına da engeldi. Onu sık sık konsoloslukta, vatandaşın arasında gezindiğine şahitlik ettik. İlk ağızdan sorunları dinlediğine, yardımcı olmak için odasında ağırladığına tanık olduk.

Millî Görüş Teşkilatları bünyesinde hizmet veren bir caminin iftarına katılan bir başkonsolos olarak onu ağırlamaktan şeref duyduk. Cemaat ile iftar etti, onlarla hasbihal etti, onlara hitap etti…

Halkın içerisine giren, doğrudan sorunlarıyla ilgilenen, çözüm için hakla istişareler eden, münevver, mütevazi duruşu ile bu mümtaz şahsiyet bizim belleğimizde büyük izler bıraktı.

Zira bizler kurum olarak kendilerine hoş geldin/tanışma ziyaretine gitmek için aradığımız, mail yolladığımız temsilcilerimizden “Atatürkçü olduğunuzu yazarsanız, sefirimiz/ Başkonsolosumuz ziyaret isteğinizi değerlendirecektir” diye bize dönüş yapanları gördüğümüz için, Erkut Bey’in bu tavrı -olması gereken bir davranış olmasına rağmen- bizim için olağanüstü bir durum idi.

O gün, o güzel insanla beraber hoş bir ramazan akşamı ve iftar programı geçirdik.

Bir yıl sonra abimin vefatı nedeniyle cami başkanlık görevimi -yapamama/ aksatma endişesi- ile bırakmıştım.

Yıllarca gönüllü hizmetle koşuşturan ve 3 vardiya çalışan biri için o hizmetlerden kopmak beni çok daha içime kapattı ve abimin acısı beni tam bir hüzün ve yalnızlık deryasının içerisine attı.

Beni içine düştüğüm o dipsiz, karanlık, kör kuyudan çıkarmak için camide benden sonra yeni görev alan arkadaşlar, “bir meşguliyeti olsun, kafası dağılsın” diye, bana gazete çıkartma görevi verdiler.

Onlar aslında benim içerisinde bulunduğum duruma çözüm arıyorlardı, sağ olsunlar.

Gazetenin içeriğine dönük çalışma yaparken, dosya konusu belirlendi, bölüm editörleri belirlendi, yazarlar belirlendi, söyleşi yapılacak kişileri de belirledik.

Yeni bina arayışı içerisinde olan Rotterdam Başkonsolosu ve Hollanda Temsilciler Meclisi’nin çiçeği burnundaki Türkiye kökenli milletvekillerinden olan (köylüm) Nebahat Albayrak idi.

İlk randevumuz Rotterdam Başkonsolosumuz Erkut Onart Beyefendi ileydi.

Elimde sadece kurşun kalemle çizdiğim 16 sayfalık bir gazete taslağı ile Erkut Onart Beyefendiyi makamında ziyaret ettim

“Hollanda Türk toplumuna hizmet etmek, düşüncesi ile bir gazete çıkarmak istediğimizi” söyledim.

“Gazetemizde herkesin kendisinden bir şey bulacağını, toplumumuzun gözü, kulağı, sesi olacağını, hiçbir kompleks ve taassuba kapılmadan herkesi kucaklayacağımızı” söyledim.

Söyleşi, özel ve iş hayatı ile alakalı bilgilere, yeni bina hakkındaki gelişmelere, bazı kesime uzak durulduğu noktasındaki iddialara dönük verilen cevaplar çerçevesinde geçti. Ve gazetemizin yayın anlayışı ve politikası da değerlendirildi. Söyleşiye de, kendi ilkeli tavrına yakışan “Cebinde T.C. Pasaportu Taşıyan Bütün Vatandaşlarımıza Aynı Mesafedeyiz” bir manşet ve başlık belirlemiştik.

Onun engin birikimlerini dinledim.

Bize yol gösterici tecrübelerini istifade etmek için zihin dağarcığıma yükledim. Ve 20 yıllık bilgi, tecrübe ve deneyim ile iki toplum yapısını da az-çok bilen biri olarak bizim de temsilciliklerimize yönelik tavsiyelerimiz olmalıydı… Öyle de oldu, biz de düşüncelerimizi saygıdeğer büyüğümüz ile paylaştık.

“Konsolosluklarımızda randevu sistemi uygulanabilir”

80’li yıllarda ikinci göç dalgası ile özellikle büyük şehirlerin yabancılar polisinin oturum verme işlemi sırasında yoğunluktan dolayı yaşadığı sıkıntıları anlattım.

Erken saatlerde oturum almak için yabancılar polis binasının önünde kuyruklar oluşur, ilk gelen, bir kağıda adını yazar, duvara asar ve her gelen bu sıraya göre hizmet alırdı.

Bu hem vatandaşa ağır bir yük getiriyor hem de kurum olarak polis işini düzgün yapamıyordu.

Çok değil bir buçuk yıl sonra yabancılar polisi randevu sistemine geçtiğini duyurdu.

Ve sistem tıkır tıkır işlemeye başladı. Sabahın 6’sında, yağmurda yaşta, karda kışta polis binası önünde kuyruğa girmeye gerek kalmamıştı. Sorun küçük bir dokunuşla çözülmüştü.

Bu örneği Başkonsolosumuz Erkut Onart Beyefendiye sundum ve konsolosluğumuz için de yeni binamızda böyle bir uygulama başlatılabileceğini teklif ettim.

Zira hâlâ konsolosluklarımızın önünde erken saatlerde kuyruk oluşuyor, çoğu insan, özellikle uzaktan gelenler mağdur oluyordu.

Erkut Bey bu önerimizden çok memnun kaldı, “Bu bizim için dikkate alınacak mühim bir örnek, ancak şu dönemde konsolosluğun teknik açıdan bunu kaldırabilecek durumu yok, hem ben bunun altyapısını hazırlamaya çalışacağım hem de benden sonra göreve gelen arkadaşıma bu sistem için başlatılan çalışmayı sürdürmelerini söyleyeceğim” dedi.

Biz de bu yüce gönüllü insanın bizim teklifimizi ciddiye aldığından dolayı memnunluk duyduk.

Randevu sistemi ile çalışmak ancak 10 yıl sonra  2008 yılında Başkonsolos Esen Altuğ Hanımefendi tarafından başlatıldı.

Doğuş Gazetesinin 10. Yıl kutlamalarında aramızda olan ve bir konuşma yapan Sayın Esen Hanım, “Randevu sistemine kısmî olarak başlandığını ve bunun gelişerek devam edeceğini” söylemiş ve “Bu sistemin konsolosluğumuzda tartışılmasına ve hayata geçirilmesine sebep olan kurum Doğuş Gazetesi ve onun adına söz sahibi olan kişi Zeynel Abidin Kılıç’tır” demişti.

Biz de bu soruna çözüm olmanın bir parçası olmaktan dolayı mutlu duyduk.

Rotterdam Başkonsolosu Esen Altuğ, Doğuş Gazetesinin 10. yıl resepsiyonunda randevulu sisteme geçildiğinin müjdesini vermişti…

Ortada gazete yokken, gazete için söyleşi yapmak…

Erkut Onart Beyefendi, o gün, henüz proje ve tasarım aşamasında olan -yayımlanmamış- bir gazete için mülakat yapmak istediğimi söylediğimde, “Yahu arkadaş, hele şu ilk sayıyı çıkarın, bir göreyim, ondan sonra gelin görüşelim” diyebilirdi.

Ama o, o gün karşısında sanki halkın kabul ettiği, büyük okur kitlesi olan bir gazeteye mülakat verir gibi sorularıma cevap verdi.

Hatta Doğuş’un sonraki yıllarda geleceği yeri ve pozisyonu bile söyleşide öngörmüştü, belirlemişti.

Bu durum da, O’nun büyüklüğünün, mütevazi oluşunun, engin gönüllü oluşunun bir göstergesiydi.

Ve bizi de yüreklendiren, cesaretlendiren; çeyrek yüzyıla yakındır medya alanında hizmet etmemize vesile olan, takdire şayan bir davranıştı.

Özetle, cami başkanı olarak yapılan davete icabet etmesi, randevu sistemi ile çalışmaları yönünde yaptığım teklifi baş üstü etmesi ve çıkmamış gazete için mülakat vermesi, onu ayrıcalıklı, özel ve güzel kılıyordu.

O yüzden Erkut Bey yapılan bütün sohbetlerde hep güzellikle anıldı. O yüzden unutulmadı, o yüzden unutulmayacak.

Benzer güzellikleri Orhan Ertuğruloğlu, Esen Altuğ, Sadin Ayyıldız ve Aytaç Yılmaz, Engin Arıkan, Tuna Modrak Yücel ile de yaşadık. Bu güzel örneklerin çoğalması dileği ve duası ile Erkut Onart Beyefendiyi rahmetle, sevgiyle anıyor, sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Yıl 1998, Kasım ayı… Erkut Onart Beyefendi ile gazetemizin ilk sayısı için yapılan mülakat…

Doğuş Gazetsinin ilk sayısının ön kapağı…

……..

Hollanda’da sağduyunun sesi kesildi…

Cesur idi, yürekli idi, en önemlisi insandı… Vicdanlı, merhametli, haksızlığa başkaldıran koca bir yüreği vardı.

Onu bazen, aşağılanan, hor görülen, hakları gasbedilen göçmenlerin haklarını savunurken gördük… Bazen onu, İslam düşmanlarının karşısında bulduk.. Bazen peygamberimize hakaret edenleri “çifte standart” yapmakla suçlarken tanıdık… Bazen kriminel olaylarda en ağır cezayı hak ettiği hâlde hafif cezalarla bırakılanların peşine düştü. Bazen insanları zehirleyen uyuşturucu şebekeleriyle savaştı… Hep hukukun üstünlüğünü savundu. Toplumda, adaletin,  olmazsa olmaz olduğu gerçeğini haykırdı. Mazlumun yanında, zulmedenin hep karşısında oldu… Canı pahasına hakkı söylemekten geri durmadı.

Evet, doğru tahmin ettiniz, Peter R. De Vries (14  Kasım 1956 – 15 Temmuz 2021) verdiği yaşam mücadelesini kaybetti.

RTL Boulevaard program çıkışı, 6 Temmuz tarihinde silahlı saldırıya uğrayan Peter, 9 gün kaldığı yoğun bakım ünitesinde hayata veda etti.

Ona dokunan kirli eller toplumun her kesimi tarafından lanetlendi, Peter sevgiyle, güzel dilek ve dualarla uğurlandı.

Tarihin her döneminde bu tür cesur yürekli, mert, hakkaniyet sahibi insanların varlığına şahitlik edildi. Onların isimleri gönüllere kazınılırken, sevgi ve minnetle anılırken, o gibi isimlerin karşısında duran adalet, hak, yoksunu olanlar da hem tarihten silindiler hem de beddualarla anıldılar.

Zulme engel olmak lazım, zalime karşı durmak lazım… Gök kubbede hoş bir seda bırakmak için insan olmak lazım. Acımızı, sevincimizi ortaklaşa yaşayacağımız ortamlar oluşturmak için her türlü kini, nefreti, düşmanlığı, fitne ve nifakı yüreklerimizden atmak, o gibi duygulara kapıları kapatmak lazım.

İki güzel insanı sevgi ve saygıyla anıyor, sevenlerine başsağlığı diliyorum…

Zeynel Abidin Kılıç

Fotoğraf: wikipedia

 

 

 

 

….