
Olanlara kulak tıkamak
Adamın, dededen kalma, harabeyi andıran emektar bir evi vardır. Onarıma ihtiyacı olan ama bir türlü tamir göremeyen bu ev, sık sık hasar vermeye başlar. Bir gün damı akar, bir gün duvarı kayar, diğer bir gün de başka bir yeri yerinden oynar… Zavallı adam da, bu onarılması gereken yerleri toprakla, tahtayla, taşla ve hatta kağıt parçalarıyla doldurur, adeta konuşmak isteyen birinin ağzını kapatırcasına tıkamaya çalışır…
Günün birinde, daha fazla ayakta kalmaya mecali kalmayan evimiz, bir gün çöküverir ve toprak yığını haline gelir.
Adam, bu toprak yığınının yanına çöker, üzgün, şaşkın ve ağlamaklı olarak eve bakar ve: “Bunca yıllık ilişkimizin hatırına beni uyarabilir, yıkılacağının haberini verebilirdin, çok ayıp ettin, çoook” der.
Hikâye bu ya, ev dile gelir ve söylenmeye başlar: “Haklısın seni uyarmam gerekirdi, ama hatırlarsan ben bunu defalarca yaptım. Ben her ağzımı açıp halimi bildirecekken, sen gelip benim ağzımı toprakla, taşla, kumla, kağıtla tıkadın… Benim anlatacaklarıma kulak tıkadın, anlamazlıktan, görmezlikten geldin ve sonunda beni bu hâle getirdin”
Ne zaman genç bir insanın ölümünü duysam sarsılıyorum, içim acıyor, yüreğim yanıyor. Kovid yalanıyla insanların hayatlarını çalan, aşı belasıyla milyonları yatağa mahkum eden şer güçler, kaldıkları yerden işlerine devam ediyorlar. Gazete olarak da bu süreçte bu oyunun karşısında durmaya ve bu oyunun bozulması için gerekli bilgileri paylaşan yayınlar yaptık. “Büyük oyun sahneleniyor”, “İkinci oyunun perde arkası” gibi manşetlerle kovid ve aşı yalanına dikkat çekmiştik. Genç ölümleri duyunca, “aşı olmuş muydu?” diye soruyorum. Çoğunluğu olmuştu zaten. Çoğu canı o berbat hile ile uğurladık. Son zamanlarda da artan intihar vakaları aileleri can evinden vuruyor. Yine şer güçlerin oyunlarından olan sanal/kripto para ve onun getirdiği borçlanmadan dolayı intiharlar yaşanıyor. Antidepresan haplarının meydana getirdiği ruhsal bunalım da intiharları tetikliyor. Göz göre göre evlatlarımızı bu şer güçlerin insafsızlığına terk ettik.
Çocuklarımızın işlediği her suça aile olarak aslında ortak sayılırız. Onlar, her hâl ve hareketiyle bizleri uyarıyor, yardım için çırpınıyor, el açıp tutunmak istiyor ama, bizler nedense hep görmezlikten, duymazlıktan geliyor, ya da iş işten geçtikten sonra müdahale ediyoruz… Tıpkı yukarıdaki kıssada olduğu gibi… Anne ve baba olmak zor zanaatmış…
Wilders ülkenin pilini bitiriyor…
Wilders’ın tek sermeyesi İslam ve Müslüman düşmanlığı olunca, bu ülkeye katabileceği bir artı değerin olmadığını anlayınca merhum Erbakan Hoca’mın bir fıkrası geldi aklıma:
Köyleri gezen milletvekilinden aldığı “el feneri”ni sigarasına tutuyor köylü… Üç dakika, beş dakika, on, on beş dakika, yarım saat…
Şehirli “alaycı” edayla “Be adam; bu elindeki ışık verir ama ne çıradır, ne kibrittir ne de çakmak. Bununla sigara yanmaz ki!.. Akılsızlık etme de ver şu feneri!..”
Köylü bakıyor, adama ve diyor ki; “Asıl akılsız sensin, sen!.. El feneriyle sigaranın yanmayacağını biliyorum da… Benim derdim başka!.. Ben senin pilini tüketiyorum, piliniiii!…”
Wilders’lı hükûmet de maalesef Hollanda’nın pilini bitirmeye azmetmiş gibi hâlâ üst perdelerden İslam ve Müslüman karşıtlığını dillendirerek yol almaya çalışıyor.
İkinci bir 60 yıla merhaba derken…
60 yılı bitirdik; ülke genelinde düzenlenen kutlamalarla da bir dönemi kapattık. Bizlere maddi anlamda pek çok miras bırakan eli öpülesi büyüklerimizi rahmetle, minnetle andık, yaşadıkları o çileli gurbet hayatına bir kez daha şahitlik ettik.
“Bir dönemi kapattık” dedim ama bu dönem kapanmamalı ve geleceğe ışık tutmalıdır. Onların yaşadığı o destansı hayatların kaybolmaması için bir bilgi, dokümantasyon arşiv kaydı ve dosyalaması yapılmalıdır.
2001 yılında Rotterdam, Avrupa’nın Kültür Başkenti seçilmişti. Düzenlenen etkinliğin birinde Liberal Yahudi Cemaati üyelerinden Mol adlı biri ile tanışmıştım ve uzunca konuşma fırsatımız olmuştu. Her dönemde artarak devam eden İslam karşıtlığı o dönemde de hız kesmemişti. Bizim içerisinde bulunduğumuz durumdan hatta Filistin’de yaşanan zulümlerden de kaygı duyan, İsrail yönetimini eleştiren sağduyulu bir insandı. “Sizin şu anki durumunuz bizim 1940’larda yaşadığımız durumu anımsatıyor. Dikkat edin, birlik içerisinde hareket edin. Dağınık olmayın, yaşadıklarınızı, sorunlarınızı üst düzey kesime iletecek bir kurum oluşturun. Kraliçe dâhil, siyasilerle sürekli istişarelerde bulunun” demişti.
Ben de o günlerde bu hatıramı gazetede paylaşarak bir çağrıda bulunmuş ve yüzlerce camimizin olduğu bir ülkede en kısa zamanda büyük bir kompleks içerisinde gençleri bilim, kültür ve sanat alanlarında yetiştirmenin zemini oluşturulmalı demiştim. Şimdi de bir adım ileri giderek Türkiye Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi’nin bir an önce kurulması için çağrıda bulunuyorum. Nedir TBDM?
Hollanda’daki Yahudi cemaatinin bir girişimi ile kurulan Yahudi halkının çıkarlarını gözeterek varlığını sürdüren CIDI adlı bir kurum var. CIDI, 1984’ten bu yana Hollanda’daki Yahudi karşıtı olayları kayıt altına alıyor ve yıllık bir ‘Yahudi karşıtı rapor’ yayınlıyor.
Bütün ayrılık, farklılıklarımızı bir kenara bırakarak benzer bir kurumu kurmak bu ülkede yaşayan insanların üzerine bir görev ve borçtur. Yazdığım bir yazıdan dolayı CIDI devreye girerek, olayı mahkeme boyutuna taşımıştı. Böyle bir oluşumun varlığı bile bize yönelik saldırıları bertaraf etme noktasında caydırıcı bir faktördür. Sadece olumsuzlukları değil, müspet olan güzellikleri, örnek davranışları da toplamak, arşiv hâline getirmek ve ilgili kurumlarla paylaşmak bu kurumun asli görevi olmalı. O kurum toplumumuzun ortak hafızası olacağı için herkes sahip çıkacak.
Kurum da herkese kucak açacak. Şimdi şu 50 bin civarında olduğu söylenen girişimcilerimizin sadece 10’u bir araya gelse bir bütçe oluştursa, oraya 3 kişinin istihdamı sağlansa, bu kurum işler hâle gelir. Kanaat önderlerimiz bu alanda bir açsa, CIDI’den daha kuvvetli bir kuruma sahip oluruz. Haydin ikinci 60 yıla TBDM(Türkiye Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi)’ni kurarak girelim. Kurumun ilk bağışçısı da Doğuş olsun. Gazetemizin 27 yıllık dev arşivini kurumun hizmetine sunalım. Umarız bu çağrımız duyulur ve en kısa zamanda böyle bir çalışma hayata geçirilir. Zira böyle bir kurumun gücü ve yaptırımı karşısında bizi öteleyen, ötekileştiren siyasileri de hizaya getirmiş ve nefret dilinden arındırmış olacağız.
Irkçılık yükselişte
Almanya’da, Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD), Belçika’da Vlaamse Belang, Avusturya’da Avusturya Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) yükselişi ve ülkeyi kaos ortamına çevirme girişimleri sürüyor. Wilders de Bakanı Faber’in yaptığı antidemokratik ve hukuksuz uygulamalarını ayakta alkışlıyor. Dünyanın bağına gelmiş ve gelebilecek en büyük bela ırkçılıktır. Bunu emperyalist ve Siyonist ırkçılıkta gördük, görmeye de devam ediyoruz.
Almanya’nın ırkçı partisi, Afd, seçim kampanyası çerçevesinde vatandaşların evlerine tek yön uçak bileti şeklinde el ilanı gönderdi. Vlaamse Belang, cami yapımını engelleme girişimi başlattı. Avusturya başka tellerden çalıyor, yani Avrupa için tehlike, kaos çanları çalmaya başladı. Mol adlı Yahudi’nin dediği gibi, “hiçbir şeyinize güvenmeyin, sizin hayatınız, geleceğiniz ırkçıların iki dudağı arasında…”
80’li yılların ortalarında yine Almanya ırkçılıkta zirve yapmıştı. O günlerde Türklerle alakalı onlarca karikatür çizilmiş, iğrenç fıkralar anlatılmış, inciten yazı yayımlanmıştı.
Çoğu aklımda ama birini paylaşayım: “Bir çöp torbasına konularak Ren nehrine atılmış bir Türk görseniz ne düşünürsünüz?” Cevap: “İsraf ve ziyan. Zira bir çöp torbasına iki Türk rahatça sığabilirdi”
Onlar maalesef insan dışı olan her kaynaktan besleniyorlar. Bizim de bir yol haritası çizmemiz gerekiyor ve buna Hollanda’nın merkezi bir yerinde devasa bir bilim, kültür sanat merkezi kurarak başlamalıyız. Bunun yanında da birkaç donanımlı gencin istihdam edileceği Türkiye Bilgi ve Dokümantasyon Merkezi hizmete açılmalı. Hollandalı Türkler bu iki merkez ile rahat bir nefes alacaklar ve geleceğe umutla bakacaklardır.
Hollanda’nın izbelerinde erimek…
Hollanda’nın küçük bir kasabasında yaşayan genç bir dostumu ziyaret ettim. Dostumun, ergenlik çağına girmiş bir kızı bir oğlu var. Çok az Türkün yaşadığı kasabada herkes birbirini tanıyor. Çocukların aile içerisindeki davranışları, insanlarla ilişkileri, Hollandalı arkadaşlarıyla olan münasebetlerini çok yadırgadım. Karşımda sanki iki Hollandalı genç vardı. Bu kasabada bir de camimiz var ama, burada yaşayanların cami ile irtibatları hayli düşük. Cami imamı ve yönetimine burada büyük görevler ve sorumluluklar düşmekte.
Zeynel Abidin Kılıç —◄◄…