Güvenlik, bir bireyin yaşadığı şehirle kurduğu en temel duygusal bağlardan biridir. Sokaklarında rahatça yürüyebildiğimiz, geceleri korkmadan evimize dönebildiğimiz, polis teşkilatına güven duyduğumuz bir şehirde yaşamak hepimizin hakkıdır.

Peki, gerçekten güvende miyiz?

Rotterdam’ın IJsselmonde semtinde yaşayan biri olarak, günlük hayatta güvenlik algımı belirleyen birçok unsurla karşılaşıyorum.

Polis teşkilatı, güvenliği sağlamakla yükümlü olsa da, herkesin bu kuruma dair deneyimi farklı olabilir. Kimi insanlar polisleri gördüğünde kendini daha güvende hissederken, kimileri geçmişte yaşadığı olaylar nedeniyle tedirginlik duyabiliyor. Önemli olan, kamu otoriteleriyle halk arasında karşılıklı bir güven ilişkisinin kurulmasıdır.

“Şüpheli olayları, davranışları ilgili yerlere  bildirmeliyiz”

Semtimizin sokaklarında zaman zaman huzursuz edici olaylarla karşılaşabiliyoruz. Geceleri tenha yerlerden geçerken temkinli olmak zorunda hissetmek, bazı bölgelerde suç oranının yüksek olduğu düşüncesi, bireylerin güvenlik kaygısını artırıyor. Ancak, toplum olarak daha güvenli bir şehir yaratmak bizim elimizde. Şüpheli olayları bildirmekten çekinmemek, yerel topluluklarla iletişim hâlinde olmak, güvenlik bilincini artıran en önemli adımlardan biri.

Öte yandan, şehir hayatında bazen ırkçı söylemler ya da dışlayıcı tutumlarla da karşılaşabiliyoruz. Toplumun bir parçası olarak, herkesin eşit ve güvende hissetmesi gerektiğine inanıyorum. Farklı kültürlerin bir arada yaşadığı Rotterdam gibi bir şehirde, herkesin kendini eşit derecede güvende hissetmesi, sosyal uyum açısından büyük önem taşıyor.

Sonuç olarak, “Şehrimde güvendeyim” diyebilmek için hem bireysel hem de toplumsal olarak sorumluluklarımız var. Yetkililerle sağlıklı bir iletişim kurmak, yaşadığımız çevreyi sahiplenmek ve güvenliği sadece polisiye tedbirlerle değil, sosyal dayanışmayla da sağlamak gerekiyor. Daha güvenli bir şehir, hepimizin katkısıyla mümkün.                Ergin Albay        —◄◄