Değerli okuyucular ve özellikle gençler!

Evet, ömürden bir yıl daha gitti, bir sene daha yaşlandık. Farkında olsak da olmasak da, bu böyledir.

Gece ile gündüz peş peşe geliyor, hafta oluyor, ay oluyor, yıl oluyor. Sistem mükemmel bir şekilde işliyor. Hiç aksamadan, hiç bozulmadan, hiç yavaşlamadan… Aynı ahenkle, aynı tempoyla, aynı kararlılıkla…

Sistemi kuran İrade böyle murad etti, böyle planladı, böyle yaptı… Yapmaya da devam ediyor. İnsanların çoğu bunun farkında değil. Bir kısmı “bu nedir, niçin böyle?” “Nasıl oluyor da göklerde ve yerde böyle muazzam, muhteşem, ustalıkla bir sistem var?” “Bunu kim kurdu, kim yönetiyor?” diye sorabilir. Hatta sormalıdır da…

Bu ve benzeri soruları soranlar, bunları merak edenler, belki sistemi kusursuz kuran Yüce Güce ulaşabilirler. Kur’an şöyle diyor:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için şüphesiz deliller vardır.

Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen Sübhânsın (noksanlıklardan münezzehsin). Bizi ateşin azabından koru” (Âli İmran 3/190-191. Bir benzeri: Câsiye 45/5)

Evet, gece ve gündüz peş peşe geliyor günler aylar seneler oluyor. Bu hesaplamalarda karşımıza iki takvim çıkıyor. Yani sistemi kuran Yüce Kudret kâinatta iki takvim yarattı:

Birincisi; Güneş (Şemsî) takvimi. Dünyanın Güneş etrafında dönüşüne göre 365 gün altı saat.

İkincisi; Ayın Dünyanın etrafında dönüşüne göre hesaplanan Ay takvimi (Kamerî takvim). Kur’an buna işaret ediyor:

“O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah, bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile  yarattı. O, âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.” (Yûnus 10/5)

Hristiyanlar Güneç takvimini İsa’nın (as) doğumu ile başlattılar. Demek ki İsa’nın doğumundan Güneş takvimiyle 2025 sene geçmiş.

Müslümanlar Kameri takvimi Peygamberin Hicreti ile başlattıkları için “Hicrî Takvim” de demişler. Ancak unutmamak gerekir ki, ne Güneş takvimi, ne Ay takvimi bu tarihlerde başlamadı (yaratılmadı). Ne zaman yaratıldıklarını bilmiyoruz. Muhtemelen kâinatın (varlık âleminin), gece ile gündüzü yaratılışı ile  başladı. Bunları Âdem (as) ile, ya da İbrahim (as) (mesela; Kâbe’nin yapımı) ile başlatırsak kim bilir kaç bininci sene dememiz gerekir.

Hatırlayalım, bütün dünyada kış mevsimi biliniyor. Arkasından bahar, arkasından yaz, arkasından sonbahar ve tekrar kış geliyor. İşte sene dediğimiz de bu… Bunu ister Güneş takvimine göre, ister Ay takvimine göre hesap edin, sonuçta bu vakte yıl adını verip sayıyoruz. Kendimizin, çocuklarımızın, başkalarının şu yaşta, bu yaşta olduğunu söylüyoruz. Bu hesaplamayı da anlattığımız gibi sene üzerinden yapıyoruz.

Takvim aynı zamanda vakittir, zamandır. Biz bu zamanın içindeyiz. Bu takvimlere göre üzerimizden sene dediğimiz zaman geçip gidiyor. “Geçen sene” diyoruz, “gelecek sene/yeni yıl” diyoruz. Bir de bakıyoruz ki ömrümüzden bir yıl daha geçmiş. Yaşımız bir yıl daha ilerlemiş.

“Yeni yıl kutlanabilir mi” tartışmaları bir tarafa, en iyisi yukarıdaki âyetler üzerinde çok çok tefekkür etmek, zamanı, vakti, ömrü iyi anlayıp iyi değerlendirmek…

Her şeyi ve zamanı yaratan Allah (cc) insana bu zamandan bir müddeti, süreyi, yani hayatı veriyor; kısa veya uzun… Zamanı ve onun çeşitli kısımlarını Kur’an’da zikrederek, bazılarının üzerine yemin ederek önemini hatırlatıyor.

Buna göre zaman ve onun çeşitli katmanları insana verilen bir emânet, bir nimet, ama aynı zamanda bir fırsattır. Kişi âhirette kendine emâneten verilmiş vakti nasıl geçirdiğinden sorguya çekilecektir. Diğer nimetlerden sorulacağı gibi…

Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

“Hiçbir kul, kıyâmet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” (Tirmizî, Kıyâmet/1 no: 2416-2417)

Eskiler derler ki; “Zaman; içinde yaşadığın andır. Dün geçmiştir, onu geri getirmen, geçmişi yeniden yaşaman mümkün değildir. Yarın henüz gelmemiştir. Yarına çıkıp çıkmayacağın ise belli değildir. Öyleyse sen bugünü değerlendirmeye bak.”

Hayatın geçici (fâni) olduğunu herkes bilir. Ancak kimileri kabul etmese de; bu hayatın devamı ve yapılanların hesabı var. (Zilzâl  99/7-8)

Her yeni yıl güzel temennilerle, mutluluk dilekleriyle tebrik edilir. Bu güzel bir şey… Lakin her yeni yılda, bir önceki yılda yapılanlar, yanlışlar, hatalar, zulüm ve haksızlıklar yapılmaya devam edilir. Tarihten beri maalesef böyle.

En iyisi biz kendimize bakalım. Bize tanınan süreyi (zamanı) iyi değerlendirelim. Geçen senenin muhasebesini yapalım, insanlık görevi açısından kâr ve zararımızı gözden geçirelim… Her yıl daha ahlâklı, daha iyi insan olmaya çalışalım…

H. Ker’m Ece                              —◄◄