DENK Partisi haricindeki partiler toplamda 13 Türk kökenliyi aday yaptılar, sadece 3 aday meclise girebildi.

Başbakanlığa aday olan Rob Jetten’in zayıf noktaları: Umut veren ilerici genç olarak ortaya çıktı. “Yeter ki iktidara geleyim” politikası yürüttü. Özel hayatındaki eşcinselliği “özendirici” olarak kullandı.

İlhan KARAÇAY’ın analizi:

Hollanda’da yapılan parlamento seçimlerinde, Türk kökenli adayların sayısında dikkat çekici bir düşüş yaşandı. Önceki seçimlerde göçmen kökenli yirmiden fazla aday listelerde yer almışken, bu kez bu sayı sadece 13 Türk kökenli ile sınırlı kaldı. Yaptığım incelemeye göre, GroenLinks/PvdA, D66, CDA, SP, Partij voor de Dieren, Volt, VVD ve BVNL partileri, yalnızca 13 Türk kökenliyi listelerine aldı. Bunlardan sadece 3’ü meclise girebildi.

Üstelik bu adayların büyük çoğunluğu seçilme olasılığı çok düşük olan sıralarda yer aldılar.

Sadece Songül Mutluer (GL/PvdA), Etkin Armut (CDA) ve Ulaş Köse (D66) seçilebildiler. DENK Partisi’nden seçilen 1 Türk kökenli ile birlikte, meclisteki Türk kökenli sayısı 4 oldu. Bu durum, Hollanda siyasetinde çokkültürlü temsiliyetin belirgin biçimde gerilediğini ortaya koyuyor.

WILDERS KORKUSU MU, YOKSA STRATEJİK TEDBİRLİLİK Mİ?

Bana göre, bu gelişme kesinlikle bir tesadüf değil.

Bazı stratejistler, kayıt dışı biçimde (off the record), bu seçimlerde göçmen kökenli adaylara daha az yer verilmesinin bilinçli bir tercih olduğunu kabul ediyor.

Bu tercihin temelinde, Geert Wilders’in liderliğini yaptığı Özgürlük Partisi (PVV) seçmenlerinin olası tepkisinden duyulan endişe yatıyor.

Wilders’in göçmen ve İslam karşıtı söylemleri, özellikle küçük ve orta ölçekli şehirlerde geniş bir taban bulmuş durumda.

Bu nedenle, bu seçmen kitlesini kaybetmek istemeyen birçok merkez parti, aday listelerini oluştururken “dikkatli” davranmayı tercih etti.

Bu “dikkatlilik” pratikte, yabancı kökenli adayların alt sıralara itilmesi ya da tamamen dışarıda bırakılması anlamına geldi.

Bazı gözlemciler bu durumu, Hollanda siyasetinde yaygınlaşan “görünmez bir temkinlilik” olarak tanımlıyor.

ÖRNEKLER BU EĞİLİMİ AÇIKÇA GÖSTERİYOR

*GL/PvdA gibi açıkça ilerici bir ittifakta bile, listede yalnızca iki Türk kökenli aday bulundu.

Songül Mutluer seçilme 17’inci sırada yer alırken, Emine Uğur 69’uncu sırada yer aldı. Songül Mutluer meclise girebildi.

*Geçmişte aday listelerini çokkültürlü yapısıyla öne çıkaran D66, bu kez yalnızca Ulaş Köse’yi 24’üncü sıradan aday gösterdi. Bu aday da meclise girebildi.

*Toplumun her kesimini temsil etme iddiasını her zaman vurgulayan Hristiyan Demokrat Parti (CDA), bu yıl sadece Etkin Armut (18’inci sıra-kazandı) ve Yusuf Tuncer isimlerine 37’inci sırada yer verdi.

*Liberal sağ partisi VVD’de ise durum çok ilginç. Kendisine ‘Türk kökenli’ denilmesini istemeyen 1’inci sıradaki Dilan Yeşilgöz ve Uygur olduğu bilinen Türk kökenli Berk Soler’i 31’inci sırada listeye aldı.

*SP (Sosyalist Parti) Emir Başoğlu’nu 36’ncı sırada, Türk kökenli olduğu sanılan Theo Coşkun’u 48’inci sırada aday listesine koydu.

*Partij voor de Dieren (Hayvanlar Partisi) ise Türk kökenli Pınar Coşkun’u 10’uncu sırada, Ceyhun Eroğlu’nu da 42’nci sırada, yani seçilemeyecek sıralarda konumlandırdı.

*Avrupa Birliği yanlısı ve desteklisi Volt Partisi ise, Türk kökenli aday olarak Emre Güngör’ü 9’uncu sırada aday gösterdi.

*Belang van Nederland BVNL Partisi, Murat Yürekli’yi 48’inci sırada aday gösterdi.

*Partij voor Rechtsstaat Funda İleri’yi 4’üncü sırada aday gösterdi.

*DENK Partisi, kurulduğu günden bu yana olduğu gibi, çokkültürlü seçmen tabanına sadık kaldı ve yine ağırlıklı olarak Türk ve Fas kökenli adaylardan oluşan bir liste sundu.

Ancak DENK’in seçmen kitlesi sınırlı olduğu için, bu durum genel tabloyu değiştirmeye yetmedi.

Parti, 3 sandalyelik meclis kadrosunu korudu.

ÇOKKÜLTÜRLÜ TEMSİLİYET GERİLİYOR

Ortaya çıkan tablo, Hollanda siyasetinin yavaş ama kesin bir biçimde, geçmişteki açıklığından ve kapsayıcılığından uzaklaşmakta olduğunu gösteriyor.

2000’li yıllarda parlamentoda farklı kökenlerden gelen temsilcilerle övünen ülke, artık “çok fazla göçmen kökenli aday” görüntüsünden kaçınmaya çalışıyor.

Sağ seçmeni kaybetme korkusu, özellikle merkez partilerde, aday belirleme süreçlerinde ‘örtülü bir oto-sansür’ mekanizmasını devreye sokmuş durumda.

Bu da, yıllardır Hollanda demokrasisinin temel dayanaklarından biri olan ‘çeşitliliğin’ giderek zayıflamasına yol açıyor.

Oysa Hollanda demokrasisinin gerçek gücü, her zaman toplumun tüm kesimlerini kucaklayan yapısında ve ‘farklılıklardan korkmama’ cesaretinde yatmıştır.

Bugün sessizliği seçenler, aslında bu güçlü temelin altını oyuyorlar.

DEMOKRASİNİN GERÇEK GÜCÜ CESARETTİR

Bir demokrasi ancak, toplumun tüm kesimlerine ve tüm seslerine yer verdiği sürece güçlü olabilir.

Siyasi partiler, Wilders korkusuyla veya “hassas seçmeni ürkütmeme” kaygısıyla hareket ettiklerinde, aslında kendi elleriyle eşitlik ve özgürlük ilkelerini zedeliyorlar.

Eğer Hollanda, adil, açık ve kapsayıcı bir demokrasi olma imajını korumak istiyorsa, bu gelişmeyi ciddiye almalı ve ‘bir uyarı işareti’ olarak görmelidir.

Aksi takdirde, bir sonraki seçimlerde yalnızca göçmen kökenli adaylar değil, Hollanda demokrasisinin kendisi de bu bedeli ödeyecektir.

ROB JETTEN’İN GERÇEK YÜZÜ: UMUT SATICILIĞI MI, SİYASİ HESAPÇILIK MI?

Hollanda siyasetinde yeni kuşak liderlerden biri olarak parlayan Rob Jetten, uzun süre “umut veren genç” olarak tanıtıldı. Jetten, D66 Partisi’ni modernleştiren, pozitif mesajlar veren, güler yüzlü bir lider profili çizdi. Ama son dönemde attığı adımlar, bu imajın arkasında başka bir tablo olduğunu da gösteriyor.

Jetten, bir yandan “ilerici” kimliğini korumaya çalışırken, diğer yandan sağ partilerle yakınlaşmaktan çekinmiyor. Seçimden önce yaptığı açıklamalarda, “GL/PvdA ile de olur, VVD ve CDA ile de olur” diyerek herkesle işbirliği sinyali verdi. Bu tutum, güçlü bir ilke çizgisi yerine, “yeter ki iktidarda olayım” anlayışını akla getiriyor. Kısacası, Jetten pragmatizmiyle övünürken, D66’nın ideolojik pusulasını bulanıklaştırıyor.

GÖÇ VE İLTİCA KONUSUNDA SAĞA DÖNÜŞ

D66 yıllardır insan haklarını, özgürlükleri ve açık toplum ilkelerini savundu. Ancak Jetten, göçmen politikalarında “Kanada modeli” dediği dış sınır işlem merkezlerini önererek bu çizgiden uzaklaştı. Bu sistem, sığınmacıların ülkeye girmeden dışarıda değerlendirilmesi anlamına geliyor.

Bu öneri, insan hakları açısından ciddi soru işaretleri yaratıyor. Çünkü “insani” görünse de fiilen ‘kapıları kapatmak’ anlamına geliyor.

Jetten, göçmenleri bir güvenlik meselesi gibi ele alarak sağ seçmene göz kırptı. Ama unutulmamalı: Bu ülkede göçmen emeği, hem ekonomiyi hem toplumsal çeşitliliği ayakta tutuyor. Onları potansiyel yük gibi görmek, Hollanda’nın vicdanına yakışmıyor.

FİLİSTİN KONUSUNDA YÜKSEK SES, ZAYIF TUTUM

Gazze’de yaşanan insanlık dramı karşısında Jetten, medyada sert açıklamalar yaptı. Avrupa’yı “pasif” olmakla suçladı, Lahey’in uluslararası hukuk başkenti olduğunu hatırlattı. Ne var ki, bütün bu sözler pratikte bir sonuca dönüşmedi. Hollanda’nın İsrail’e yönelik politikası değişmedi, ekonomik veya diplomatik bir baskı adımı gelmedi.

Bu durum, Jetten’in siyaset tarzını özetliyor: “Söylemde cesur, eylemde temkinli.”

Oysa gerçek liderlik, risk almayı gerektirir. Hele ki, Gazze’de her gün masum çocuklar ölürken, “denge politikası” adı altında sessiz kalmak, ilerici bir liderin tutumu olamaz.

LİDERLİKTE KİŞİSEL MARKA VE PARTİ GERİLİMİ

Rob Jetten’in bir diğer özelliği, D66’yı kendi kişiliğiyle özdeşleştirmesi. Kampanyalarda afişlerde, sosyal medyada hep “Rob” öndeydi; parti geride kaldı. Bu durum, bir yandan genç seçmende sempati yaratırken, diğer yandan parti içi tartışmaları da tetikledi. Çünkü D66 artık bir ekip değil, bir marka haline gelmiş durumda: “Rob Jetten markası.”

Ancak koalisyon masasında farklı partilerin çıkarları devreye girince, bu marka kolayca yıpranabilir. Eğer D66, iklim, konut, eğitim gibi temel konularda geri adım atarsa, Jetten’in kendi seçmenine verecek cevabı kalmayacaktır.

UMUT MU, HESAP MI?

Rob Jetten, modern yüzlü, güler yüzlü bir siyasetçi. Ama bu pozitif imajın ardında fazla hesaplı bir akıl var. Göçmen politikalarında sağa göz kırpan, Filistin meselesinde sözünü eyleme dökemeyen, koalisyonlarda ilke yerine sayı hesabı yapan bir lider profili çiziyor.

Hollanda’da demokrasi, özgürlük ve eşitlik sadece güzel laflarla korunmaz. Cesaretle, risk alarak, doğru bildiğini savunarak korunur. Jetten’in önündeki sınav da budur: Gerçekten ilerici bir lider mi olacak, yoksa “herkesle iyi geçinen” ama kimseye faydası olmayan bir politikacı mı olarak kalacak?

TOPLUMSAL TEPKİLER VE MEDYA YANSIMALARI

Hollanda’da toplumsal özgürlükler çok geniş bir çerçevede kabul görse de, bu özgürlüklerin yansımaları her zaman herkes tarafından aynı şekilde karşılanmıyor.

Bazı kesimler, özellikle muhafazakâr çevreler, siyasetçilerin özel hayatlarını kamuoyu önünde paylaşmalarını “fazla gösterişli” buluyor.

Geçtiğimiz aylarda yabancı basında da dikkat çeken bir haber bu tartışmayı yeniden alevlendirdi.

Bir İngiliz gazetesi, Hollanda’daki bir siyasi liderin erkek partneriyle çekilmiş bir fotoğrafını yayımlayarak, “Only in the Netherlands – prime minister with his first lady” (Yalnızca Hollanda’da olur – başbakan ve onun erkek ‘first lady’si) başlığıyla sundu.

Hollanda’ya Başbakan olacak Rob Jetten’in eşcinselliği ‘özentili hâle’ getirdiği iddiası, İngiliz gazetelerine bile konu oldu. Öyle ki, Başbakanlık Konutu olan, KULE bile, eşcinsellik renkliliğine boyandı.

Bu haber, bir yandan Hollanda’daki özgürlük anlayışının dünyada nasıl algılandığını gösterirken, diğer yandan da toplumun bir kısmında “özel hayatın sınırları” üzerine tartışmaları yeniden gündeme getirdi.

Eşcinsellik, elbette ki her bireyin kendi yaşam hakkı ve tercihi olarak saygıyla karşılanmalıdır.

Ancak bazı çevreler, bu tür paylaşımların kamusal alanda “özendirici” bir nitelik kazanmaması gerektiğini savunuyor.

Toplumun bu konudaki hassasiyetleri, siyasetçilerin kamuya açık duruşlarında her zaman denge gerektiriyor.…