Ejder Köse… Onunla tanışıklığımız 24 yıl öncesine gidiyor. Hukuk eğitimini tamamlamış, bir büroda stajyer olarak çalışıyor. Bir araya geldik. Gazeteye yazı yazmasını istedim. Cesaret edemedi “hayır” dedi, kabul etmedi. Benden böyle kurtulacağını sandı, “o zaman telefonla danışma hattı kuralım, insanlarımıza yardımcı ol” diye teklif de bulundum. Kabul etti. İlk hafta kimse aramamış. İkinci hafta bir kişi aramış. Ofiste bekleme yerine telefonu kendi evine yönlendirdik. Epey bir arayan olmuş. “Hah işte şimdi sana gelen o sorulardan birini ve senin verdiğin cevabı yazarak bana yolla” dedim. İlk gelen yazı Hollandaca klavye ile yazılmıştı ve pek çok yazım hatası ve düşük cümle vardı. Sezdirmeden düzelttim, hatasız olarak yayımladık. Ejder Bey yazıdan memnun kaldı ve arkası geldi. Uzun yıllar Doğuş’un hukuk bölümü editörü olarak yazdı. Onun adı nerdeyse Doğuş gazetesi ile özdeşleşti. Mesleğini en iyi yapanlardan. Bir “güç” olduğuna inandığı siyasete de yapılamayanları yapmak niyetiyle girdi. Yoğunluğu nedeniyle yazılarına ara verdi… Gidiş o gidiş.

Geçenlerde bir yerde karşılaştık. Kahve içmeye davet etti. Gittim, hem kendisini hem sohbetini hem de kahve ve dumanını özlemişim. Uzun bir süre sohbet ettik. Partiyle alakalı düşüncelerimi sordu, söyledim. Hazır gelmişken seçim öncesi bir söyleşi yapalım dedik, ortaya aşağıdaki metin çıktı. Keyif alacağınızı, istifade edeceğinizi umuyor, sohbetimizle sizleri baş başa bırakıyorum.

Bir hukukçu gözüyle değerlendirmenizi istiyorum. Kur’an-ı Kerim’i yakmak, yırtmak ifade özgürlüğü alanına girer mi?

Evvela, Türkiye’mizde vuku bulan elim afet için ülkemize, milletimize geçmiş olsun diyor, kaybettiğimiz canlara Allah’tan rahmet, yararlılara acil şifalar, hayatta kalanlara sabır ve dayanma gücü diliyorum. Depremle bizler de yıkıldık, o enkazın altında bizler de kaldık. Parti olarak temsil edildiğimiz belediyeleri harekete geçirerek nakdi yardımların yapılmasına vesile olduk. Allah bir daha böyle bir felaketi yaşatmasın.

Öncelikle böyle çirkin bir eylemi hem ferdi hem de parti olarak kınadığımı ifade edeyim. Böyle küstahça bir girişim kesinlikle ifade özgürlüğü alanına girmez. Aynı kişi geçen sene 22 Ekim tarihinde yine aynı eylemde bulunmak için Rotterdam Belediyesi’nden izin istedi. Eyleme izin verildi ancak eylemi yapacağı merkez istasyon alanından tutuklanarak cezaevine götürüldü. DENK Partisi olarak Rotterdam Belediyesi’nin yönetimindeyiz, dolayısıyla bu bize bir yaptırım gücü veriyor. Eylemden bir gün önce parti lideri olarak Algemeen Dagblad gazetesiyle bir söyleşi yapmıştım. Orada şunları söylemiştim: “Bu eylem bir ifade özgürlüğü değil, bu bir nefret suçudur. Yarın bu eylem gerçekleşirse, biz de parti olarak koalisyon anlaşmamızı gözden geçiririz”

Bu bir tehdit değil. Olacakları öngörmek, sorumluluk almak ve toplumsal huzurun bozulmasını engellemek, kaos ortamına müsaade etmemek adına bir iyi niyet talebidir. Ve seçmenimizin duygu, düşüncelerine tercüman olmaktır. İfade özgürlüğü taraftarıyız ancak bizim de kırmızı çizgilerimizin olduğunu hatırlatmak gerek. Hem kutsal değerlere saldırmanın nesi ifade özgürlüğüdür anlamıyorum. Ben aynı hassasiyeti ve tepkiyi diğer semavi dinlerin kitapları yakılırken de veririm. Bu bir insani duruştur.

Den Haag’da olan olay için de partimiz iki sandalye ile mecliste olmasına rağmen engellemeye çalıştı, ama yönetimde olmayınca mani olamadılar. DENK Partisi haricindeki bütün partiler bu eyleme “ifade özgürlüğü” çerçevesinde sahip çıktılar. O yüzden diyorum ki, siyasi alanda belli bir güç hâline gelince, sizin de önerileriniz ciddiye alınıyor, kabul ediliyor. Özellikle parlamentodaki milletvekillerimiz bu konuda partileri ve ilgili bakanlıkları uyararak bu çirkin eylemlerin durdurulması için büyük bir gayret gösteriyorlar.

Rotterdam Belediyesi’ndeki koalisyon ortaklığımız bizim için bir sınav hükmündedir. Genel seçimlerde de hükûmete ortak olmamız için çok önemli bir adımdır. Karar mercii olan siyasetin gücüne, seçmenimiz de bu yaşananlardan yola çıkarak inanır ve sandığa giderlerse, bu tür can sıkıcı sorunların yaşanmasını da engellemiş olacaklardır.

Hollanda’da “anayasal hak” çerçevesinde kurulmasına izin verilen bir pedofil/sübyancı derneği vardı. Sonra başka bir bakış açısıyla değerlendirdiğinde, kanunda değişiklik yapılmadan bunun bir anayasal hak olmadığına ve bununla ilgili olarak cezai işlem başlatılmasına karar veriliyor. Bu da siyasetin gücünü bir kez daha ortaya koyuyor. Biz 11 Eylül sonrası baskıları da yaşadık. Ama Türk toplumu asla provokasyonlara alet olmadı. İnsanları sokağa döküp, galeyana getirip ortalığı dağıtmak bizim işimiz değil. Onların da istedikleri zaten bu. En ufak bir taşkınlık sonrasında “bakın, işte Müslümanlar böyledir” demek için her türlü kirli oyunu oynuyorlar. Bizim en güzel özelliğimizden biri de sağduyulu olmamız ve oyunlara gelmememizdir. Biz haklarımızı hukuki zeminde ve siyasi arenada arar, savunuruz. Biz kimsenin inancına, yaşam tercihlerine karışmayız. Kutuplaştırma içerisinde olmayız. Biz bu ülkenin birer parçasıyız. Görev ve sorumluluklarımızı biliriz. Ama kimsenin de bizim özgürlük alanımıza müdahale etmesini istemeyiz, izin vermeyiz.

 

Hollanda Türk toplumunu nasıl görüyorsunuz?

Siyasete olan ilgisizlik ve duyarsızlığın dışında ben toplumumuzun çok iyi bir yerde olduğunu düşünüyorum. Bu manada pozitifim. Araştırmalar her yıl 25 bin civarında Türk asıllı çocuğun yüksek okullarda eğitim aldığını gösteriyor. Burada kalıcı ve bu ülkenin bir parçası olduğumuzun birer kanıtı olarak, konut satın alma noktasında en yüksek orana sahibiz. Girişimcilikte yine en ön saflardayız. Azınlıkta olmalarına rağmen hep Ermeni ve Yahudilerle kıyas ediliriz. “Onlar bir avuç amma istediklerini yaptırıyorlar” diye. Onlar burada asırlardı varlar. Biz geleli henüz 60 yıl olmuş, ancak kazanımlarımıza bakınca sanki bizler de burada asırlardır varız gibi bir yol kat etmişiz. Bizim torunlarımızın çok daha iyi yerlerde olacağına inanıyorum. Ancak hedef sadece iyi bir mevki olmamalıdır. Kendi kültürel ve dinî kimliğini muaraza ederek yol alırsa, iki kanatlı kuş misali uçmayı da, konmayı da biliriz. Asimilasyona “hayır”, entegrasyona “evet” diyoruz. Zaten bizim Türk toplumu olarak uyumla ilgili sıkıntımız yoktur. Bizim derdimiz, sıkıntımız, çocuklarımıza kendi dilini ve dinini öğretmek ve onları çıkacakları bu uzun yolculuğa hazırlamak olmalıdır. Bunu da bir görev olarak görmeli ve onları o şekilde yetiştirmeliyiz. Ondan sonra geleceğe umut bağlayabiliriz. Aksi taktirde bunca kazanımlarımız onlara biçtiğimiz yanlışlıklar içerisinde kaybolup gidecektir. Onları geleceğe göre yetiştirmezsek, asimilasyon kaçınılmaz olacaktır. Buna meydan vermemek için ailelere büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Bizler bu konuda siyasetçiler olarak gerekeni yapmaya söz veriyoruz.

 

Göz önünde yoksunuz… Partinizin tanıtımıyla ilgili size ve açıklamalarınıza ihtiyaç duyulmuyor mu?

Benim parti içerisinde belli bir görevim var. Sürekli kamuoyu önüne çıkıp beyanat vermek benim işim ve görevim değil. Onu gerektiğinde parlamentoda üç üyemiz var, onlar yaparlar. Gerektiğinde yerel yönetimlerdeki siyasetçi arkadaşlarımıza yaparlar. Biz de onların yolculuğuna eşlik ederiz, gidişatı birlikte değerlendiririz, yönetici olarak kararlarımızı veririz.

Eleştiriye açığız. Yeni fikirlerin, tekliflerin bizleri belki de içerisinde bulunduğumuz ama fark etmediğimiz yanlışlıktan kurtaracaktır. Eleştiri olsun ama yapıcı olsun, alternatifiyle olsun ki, yol alalım.

Parti üye ve seçmenimiz arasında farklı düşüncelere sahip olanlar var. Bunlara kendimizi anlatmakta bazen zorlanıyoruz. Mesela bir kesimin haklarını savunduğumuzda, o kesime uzak olan diğer seçmen kitlemiz ayağa kalkıyor, hesap soruyor. Mesela bir örnek vereyim: Partimiz sosyal devlet yapısını savunan bir parti. Bundan dolayı da sosyal ödeneklerin makul bir seviyeye yükseltilmesi ve o insanların enflasyon altında ezilmemelerini istedik ve böyle bir düzenlemenin gerekli olduğu düşüncesiyle hareket ettik. Bu teklifimizi duyan çalışan kesimden insanlar tepki verdiler. “Bizler gece gündüz çalışıyoruz, siz yan gelip yatanların maaşlarını yükseltiyorsunuz” diye. Siz bu dengeyi muhafaza etmek zorundasınız. Her seçmenin görüşü bizim için çok önemli. Ama bir de parti programımız var ya da koalisyon protokolü.

Seçmenimizin bunları dikkate almaları lazım. Benim görüşüm, teklifim dikkate alınmıyor diye sandığa küsmek ancak daha büyük sorunların doğmasına sebep olur.

Hacı amcam camiye namaz kılmaya geliyor, cami lokaline konulan seçim sandığına oyunu kullanmadan geri gidiyor. Gün boyu kahvehanede oturan Siyami kardeşim 100 metre ilerisindeki seçim bürosuna gidip oyunu kullanmıyor. Ama oyunu kullanmayan aynı kişiler “Kur’an-ı Kerim yakılıyor, yırtılıyor, maaşlar yerinde sayıyor, pahalılık uykularımızı kaçırıyor” diye şikâyet ve feryadı figan ediyor. Kontrolsüz gücü kontrollü hâle getirdiğinizde o siyasi parti sizin için, toplum için bir anlam ifade eder ve yapmanızı istediklerinizi yapar, yeter ki siz o güce kavuşması için gerekli adımı atın, demokratik hakkınızı kullanın; oyunuzu verin. “Bana ne siyasetten, ne faydası var ki, herkes kendine çalışıyor” gibi mazeretlerle, vurdumduymazlıkla hareket etmeyin, lütfen hem kendiniz hem ülke hem de insanlarının daha sağlığı, huzuru ve refahı için oyunuzu kullanın!..

Vergi Dairesi’nin ırkçı tavrından dolayı “dolandırıcılık” damgası yiyen 10 binlerce ailenin hayatları karardı, ocakları söndü. Bu meseleyi DENK Partisi gündeme getirdi. Mağdur olanların haklılığını ortaya koyduk ve gereken düzeltmeler yapıldı. Yine geldik politik gücün neler yapabileceğine…

 

Gelecekteki hedefiniz nedir?

Biz bu ülkeyi yönetmeye talibiz. Ülkenin ve insanlarının sorunlarına hâkimiz. Çözüm noktasında bilgi, tecrübe ve donanıma sahibiz. 2025 yılında en azından 5 milletvekiliyle parlamentoda temsil edilmek ve bir koalisyon hükûmetinde, karar mekanizmasında ülkeyi yönetmek için yer almak istiyoruz.

Senato haricinde bütün siyasi platformlarda temsil ediliyoruz. Senato bizim için çok önemli. Orada bulunan 75 üyeyi de Eyalet Meclisine seçilenler belirliyor.

Mesela küçük bir parti var mecliste. Onun Senato’da iki temsilcisi var. Neden, çünkü o partinin seçmeni her halükarda oyunu veriyor, sandığa küsmüyor. Sen siyasetle ne kadar uğraşırsan uğraş, sana oy gelmeyince bütün çabaların boşunadır. Seçmenin sadakat ve duyarlılığı çok önemli. Seçmen gidip oyunu versin, gelsin eleştirsin, hesap sorsun. Vermediğin oy senin haklarını budayan bir törpüdür.

Yönetime geldiğiniz de ilk yapacağınız icraatlar nelerdir?

Ülkenin ve insanlarının sorunlarını, sıkıntılarını çok iyi biliyoruz. Bunların çözümüne dönük bir irade ortaya koyacağımızın bilinmesini isterim. Ancak insanlarımızın çok mağdur edildiği iki hususun çözümü için şimdiden belli çalışmalar başlattık. Bunlardan birincisi 55 yaş yasası ile geri dönüş isteği, diğeri de kesin dönüş yapmış olan insanlarımızın Hollanda’ya geri dönme zorunluluğu.

İnsanlarımızın geri dönme isteği hep var oldu, olacak da. Bu yasa 2024 yılının sonunda tamamen kaldırılacak. Bu bir çok insanımızın hayali idi ve hayalleri bitecek. Biz iktidar ortağı bir parti konumuna geldiğimizde bu yasanın ilk hâliyle, yani 45 Yaş Yasası’nın işler duruma gelmesini sağlayacağız. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. İnsanların göç etme özgürlüğü ve hakkı engellenemez.

Bir diğer ve daha da vahim olanı da, burada uzun süre kalmış, yaşamış, çalışmış emekli olup Türkiye’ye dönmüş olan birinci jenerasyonun içinde bulunduğu sorunlar. Bunlar 50’li yaşlarında evlatlarını burada bırakarak memleketlerine gitmişler. Şimdi yaşları 70-80 olmuş. Bakıma muhtaç hâle gelmişler. Eşlerden biri vefat etmiş. Çoğu tek başına kalmış. Çok mağdur ve içler acısı bir durumdalar. Hasta oluyor doktora gidemiyorlar. Alışverişlerini yapamıyorlar. Evlatları dönüşümlü olarak gidip geliyorlar ama bu sorunu çözmüyor. Evlatları onları buraya getirmek ve burada bakmak istiyorlar ama katı kurallar nedeniyle kapılar buraları inşa ve ihya eden insanlara kapalı.

2015 yılına kadar yürürlükte olan bir kanun çerçevesinde bu hakka sahip idik, ancak o yasa kaldırıldı. Mecliste söz sahibi olduğumuzda da bu yasayı geri getireceğiz ve insanlık adına bu mağduriyetleri önleyeceğiz.

Bir diğer husus da, Türkiye’den çok acil bir şekilde buraya gelmesi gereken insanlarımızın bu haktan yoksun olmaları. Vize için başvurulduğunda aylar sonrasına randevu yapılıyor. Bunun için bizler ilgili bakanlıklarla devreye girerek çözüme kavuşturuyoruz ancak bunun bir kalıcı şekilde olması lazım ki, insanlarımız rahat edebilsinler.

 

Parti olarak eleştiriye açık mısınız?

İnsanın olduğu yerde yanlışlıklar, hatalar olur. Bizler de insanız, hatalarımız olur. Bundan dolayı özür dilemesini de biliriz. Birbirimizi dinlemek, istişare etmek amacıyla kongrelerimizi zamanında gerçekleştiriyoruz. Bu tür toplantılar dışında üyelerimiz bizlere her zaman ulaşabilirler. Teklif, düşünce ve şikâyetlerini, eleştirilerini iletebilirler. Eleştiriye açığız ancak yapıcı olsun ve alternatifi sunulsun.

Yargıya müdahale seziyor musunuz?

Umarım böyle bir şey yoktur. Bazı davaların sonuçlarına baktığımızda “bu bir siyasi karar mı?” şüphesi doğuyor içimize ancak, ben Hollanda’nın sosyal bir hukuk devleti olduğuna inanıyorum.

 

Son sözlerinizi alabilir miyiz?

Her seçimde oklar göçmenlerin üzerine çevrilir. Şimdi de aynı oyunlar oynanıyor. Biz bunlara aldırış etmeden seçime hazırlanıyoruz. Bu anlamda bizimle birlikte yürüyecek gönüllü yol arkadaşlarına ihtiyacımız var. İlk kurulduğumuzdaki gibi gençleri yanımızda o heyecanla görmek istiyoruz. Kampanyamız yürütülürken farklı illerden bu duyguları taşıyan insanlarımızı bizimle beraber hareket etmeye çağırıyorum. Parti olarak en yoğun seçim çalışmalarını biz gerçekleştiriyoruz. Her seçim gibi bu seçimler çok önemli. Bu seçimin sonucu Senato üyelerinin belirlenmesine yansıyacak. Senato parlamento kararlarını onaylayan mekanizma. Bizim orada olmamız çok önemli. Artık hem ülkede hem de mecliste siyasi bir güç olarak kabul edilen partimizin 2022 yılında sunduğu 220’inin üzerinde teklif kabul edildi. Bizim Groningen’deki gaz yataklarıyla alakalı verdiğimiz soru önergesi sonrasında “Sizin o gibi konularda görüşlerinizin olduğunu sanmıyorduk” gibi Hollandalı arkadaşların garip tepkisiyle karşılaşıyoruz. Biz belli bir kesimin, bölgenin partisi değiliz ki, bütün Hollanda’nın ve Hollandalıların partisiyiz. Bu manada kendimize de bir eleştiri yapayım. İnsanlar böyle düşünüyorlarsa, biz kendimizi tam olarak halkımıza anlatamadık demektir. Siyaset bağırıp çağırma, meydan okuma yeri değil, sorunları çözme ve sonuç alma merciidir.

İnsanlarımıza çağrımız 15 Mart Çarşamba günü mutlaka sandığa gitmeleridir, gitmeyenleri uyarmaları; gidemeyenlerin de vekaletini alarak oylarını kullanmalarıdır. Bu konuda bizimle birlikte çalışmak isteyenlerin irtibata geçmelerini istiyoruz. Seçime hazırlanırken güçlü bir şekilde toplumun karşısında çıkmayı ve toplumumuzun sesini bütün Hollanda’ya duyurmaları için yardımcı olmalarını istiyorum.                               —◄◄

Söyleşi-Fotoğraf:

Zeynel Abidin