Merhaba değerli dostlar,

Bu ayın yazısını, sevgi, şefkat ve merhamet konusu üzerine yazmayı düşündüm.

Çok bilindik/ tabii ve sıradan gibi gelse de, Âb-ı hayat (Hayat Suyu) kadar önemlidir ve onlar olmadan bir yaşam düşünmek insanın olsa olsa ancak helakı veya kıyametidir.

Yıllardır hep duyar ve anlatırız ya…

Babalarımızın bizleri şımartmamak için sevgilerini gizlediklerini ve büyüklerinin yanında bir kez olsun dokunup öpemediklerini. Öksüzün, yetimin başını okşamak boşuna sevap değilmiş meğer.

Ana baba hayattayken bile sevgiden yana öksüz, övgüden yana yetim gibi büyütülmüş bir garip milletiz biz.

Sevmenin sevilmenin ayıp sayıldığı bu âdetler ve kültür bize inancımızdan mı geliyor acep?.. Hayır!..

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün torunu Hasan -radıyallahu anh-’ın yanağından şefkatle öpmüşlerdi. O esnâda yanında Akra bin Hâbis oturuyordu. Akra: “–Benim on tane çocuğum var, bugüne kadar hiçbirini öpmüş değilim!” dedi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ona şöyle bir baktılar ve: “–Merhamet etmeyene merhamet olunmaz!” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 18)

Yine Peygamber Efendimiz’e bir bedevî gelmiş ve: “–Siz çocukları öper misiniz, biz hiç öpmeyiz!” demişti. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Allah senin kalbinden merhamet ve şefkat duygusunu çekip aldıysa ben sana ne yapabilirim ki?” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 18)

Bizler, “Selvi Boylum Al Yazmalım.” filmindeki gibi sevgi duygularını içinden söyleyen ve karşıdakinin de anlamasını bekleyerek bir ömür tüketen toplumuz.

Sahabeden biri, “Ben falanı çok seviyorum.” deyince Peygamber Efendimiz (sav.), “Hadi hemen git ve o kardeşine sevdiğini söyle.” buyurmuşlardır.

Ebû Hüreyre”nin naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selâmı yayın.”

Demek ki sevgi imanmış/imandanmış. Belki de bundan dolayı Anadolu insanı sevdiğini “imanım!..” diyerek seviyormuş.

Fakat “sevgi” dediğimiz şey kuru kuru söylenen laftan ibaret bir şey değil, varlığını-yokluğunu paylaşmak, emek ve fedakârlıkta bulunmaktır.

Yukarıda bahsettiğimiz filmin sonunda esas kadın sevdiği esas adamı (eski kocasını) değil de o terk ettiğinde kendisi ve çocuğuna sahip çıkan fedakâr adamı tercih etmişti.

Yine içinden konuşarak: “Sevgi neydi?..

Sevgi emekti, iyilikti, dostluktu.” diyerek sevdiği adamı terk etmek zorunda kalmıştı.

Öyle babalar, dedeler(!) tanıdım ki, çocuklarının oyun, eğlencesinden ve mutluluklarından huzursuz olan. Öyle insanlar (!) gördüm ki, insanların birlik beraberlik ve dostluğundan dolayı kahrolan.

Bunların elinde büyüyen çocuklar sevgi, şefkat ve huzursuzluğun yoksunluğunu yetişkin olduklarında (kadınsa) kendi kocasına hayatı zehir ederek, erkekse eşine veya çocuklarına baskı ve zorbalık ederek yuvalarını cehenneme çeviriyorlar. Çünkü “sevgi nedir, şefkat nedir, huzur nedir?” tatmamış, görmemiş ki başkasına yaşatsın. Sevgi ve merhametten yoksun büyüyen çocukların travmaları zamanla doğal olarak inanç sorunlarını da doğurmuştur:

Amerikalı mühtedi profesör Dr. Jeffrey Lang buna en güzel bir örnek.

“Kendi ifadesiyle, alkolik olan babasının ailede, özellikle de annesine karşı uyguladığı fiziksel şiddet, ruhi dünyasında derin yaralar açar. Yaşadığı travmalar, merhametli ve bağışlayıcı bir Tanrı’nın neden dünyada zulme, acı ve işkencelere göz yumduğunu sorgulamasındaki ilk etken olur. Lise eğitimi de dâhil olmak üzere Katolik okullarında eğitim gören Dr. Lang, küçük yaşlarda Tanrı’nın varlığını sorgulamaya başlar, 16 yaşına geldiğinde ise sorularına aklını ve kalbini ikna edecek cevapları bulamadığı için kendini Ateist olarak tanımlar.”

Ondaki bu inançsızlık süreci, “insanın” ne olduğuna dair tüm soruların/sorunların ancak Kur’an’da tatmin edici bir cevap bulmasıyla son bulur ve Müslüman olur.

Bir de Hz. Ömer ra. Efendimizin beni çok hüzünlendirdiği bir hatırası var. Diyor ki,

“Babam Hattab çok acımasızdı. (O kadar çok çalıştırır) Bir hata yaptığımda ise affetmezdi. Develeri güderken dinlenmek için işi bıraktığımda hemen beni döverdi.”

Bir kısım insanlarda var ki, babasının kendisine yaptığı yanlış davranış ve zorlukları çocuklarına uygulamak gibi bir anlayışa sahip.

Askerde üst devreler olurdu, sırf kendisi bir üstünden eziyet gördü diye aynısını altındakilere uygular ve onun acısını böylece çıkarmış olurdu.

İster ana-baba, veya ustası olsun; güya çocuğa disiplin ve hayatın zorluğunu öğretmek adına ifrata kaçıp, oyundan, arkadaşlarından ayırıp insan gibi yaşamaktan mahrum ederler.

Daha yetişme çağında vücut uzuvları sürekli değişen bir çocuğun düşmesi veya bir eşyayı düşürüp kırması gayet makul karşılanması gerekirken, “Salak, sakar veya geri zekalı” gibi sözlerle azar yer. Ama ebeveynin kendisi bir şeyi düşürüp kırınca, kesin “nazar” vardır ve böylece nazardan beladan kurtulmuş olunur. Küçük zayıf bedeni, üç beş kelimelik dağarcığı ve sonsuz saygısı ile kendini savunamayan zavallı bir çocuğun gözlerine bakarak tehdit etmek veya dövmek onun dünyasını daha hayatın başında karartıyor.

Enes (r.a.) anlatıyor: “Resûlullâh Medîne’ye teşrîf buyurduklarında, (üvey babam) Ebû Talha elimden tutarak beni Allâh Resûlü’ne götürdü ve: “–Yâ Resûlallâh! Enes akıllı bir çocuktur, size hizmet etsin!” dedi. Böylece Resûlullâh’ın hizmetçisi oldum. Hazarda ve seferde (on sene) hizmetini gördüm. Vallâhi işlediğim bir kusurdan dolayı: “Niçin böyle yaptın?” veya yerine getirmediğim bir vazîfeden ötürü: “Bunu niçin yapmadın?” dememiştir. (Müslim, Fedâil, 52)

Gelelim Karı-Koca ilişkilerine…

“Onda sükûn bulup rahatlığa ermeniz için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir.” (Rûm 21.)

Bakınız bu ayette Allah cc. ‘sekine’ yani ‘huzur’ bulasınız” diye buyuruyor.

Fakat bugün bunun zıddına bazı evlerde gerilim, rekabet ve kaos meydana geliyor.

Yine Allah cc., eşlerde “Sevgi ve Merhamet”in varlığından bahsederken buna mukabil âdeta Allah’ı yalanlarcasına “Nefret ve düşmanlık” ederek şeytanın ve nefsi emmarenin emrine giriliyor.

Oysa sevgi ve huzur insana güç ve enerji verir.

Neşe, şifa ve afiyet verir.

Geleceğe ümitle bakar insan ve böylece her nimetten haz ve lezzet alır. İşte böyle bir iksiri insanlar en çokta kendi yakınlarından mahrum eder de onların ruhunu öldürüp canlı bir cenazeye çevirirler.

Hayat çok kısa ve fani, “sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz.” Şeytana inat ve ömrümüze bereket katmak için rahmetle, şefkatle sevelim.

Geçtiğimiz ay (sosyal medyada da paylaşıldı.) bir arkadaşımızın dayısının kızı ile eniştesi (Karı- Koca) bir kaç saat aralıklarla vefat ettiler. Yaşarken biri hastalandığı zaman diğeri de hastalanıyor kalp ritimleri/grafiği de biri nasılsa diğeri de öyle atıyormuş. Bu kadar bir biriyle hemhal olan bu çiftleri Allah cc. sanırım hayatta kalana zor gelmesin diye beraber vefat ettirmiş.

Çünkü “İki sevgiliden biri can verse; Hayatta kalandır gerçekte ölen.” demiş şair.

Ne kadar zor/güç ve bir o kadar da ilginç muhteşem bir söz etmiş (sanırım) Cemil Meriç.

“Kalpleri birlikte çarpan yıllarca,

Yıllarca birlikte ağlayıp gülen;

iki sevgiliden biri can verse;

Hayatta kalandır gerçekte ölen.”

Yusuf öldü, söyleyin Züleyha için sela versinler.

Murat Altun                                               —◄◄