2006 yılında ayrıldığım ISBO’ya tekrar döndüm. Biliyorsunuzdur ISBO, İslami okulların çatı kuruluşu. Onları temsil ediyor. 1990 yılında kuruldu. Ben ise ta o yıllardan itibaren ISBO’nun kuruluş ve gelişim süreçlerinde bulundum.

Önce idare heyeti üyesi, sonra başkanı ve daha sonraları ise müdürü oldum. O senelerde Hollanda hükûmeti ve toplumu, İslami okulların açılmasına çok isteksiz idiler. “Anayasal bir hak” olduğu için engel olamıyorlardı. Doksanlı yıllarda yapılan kamu tartışmaları bugüne nazaran daha sertti. Yeni okulların açılmasını zorlaştırmak için sürekli kanun değiştiriyorlardı. Üstelik Müslümanların oldukça az bir kısmı da çocuklarını bu okullara gönderiyorlardı.

Din derslerini veren hocaların çoğunluğu hiç Hollandaca bilmiyorlardı. Hatta bu okulları açan idarecilerin çoğunluğu da Hollandacayı bilmiyorlardı. Öğretmenlerin ve müdürlerin çoğunluğu zaten yerli ve Müslüman değildi. Bunlardan daha ağır olanı ise, bu okullara giden çocuklar eğitimde ‘dezavantaja’ (achterstand) sahiptiler. Diğer okullara nazaran tabi ki eşit koşullara sahip değildik. ISBO, İslami okulların ‘birliğini’ ve ‘dayanışmasını’ temsil ediyor. Tıpkı kamu okullarının ve Hristiyan okullarının çatı kuruluşlarında olduğu gibi. Onlarda da benzer nedenler var.

Hristiyan okulları da ‘birlik içinde olmayı’ önemsiyorlar. “Daha güçlü ve etkin oluruz diye” tutumlarını idealize ediyorlar.

Hollanda eğitim sistemi 19. ve 20. asırlarda bu şekilde yapılanmış. Dinî ve hayat tarzı felsefesi etrafında kurumsallaşmış. Böylece farklı kesimlerin kendilerini kamu alanında göstermeleri gerekiyor. Böylece farklı okulların ve kimliklerin olduğu görünür oluyor ve hem de o kimliklerin politikada, medyada ve toplumsal karar mekanizmalarda etkinliği oluyor. Bunun nedeni Hollanda toplum kurumsallaşmada ‘farklılıkları’ esas alması yatıyor. ‘Sütunlu’ (zuilen) yapılanma diyoruz buna. Hatta şu gerçeğin altını çizmek de gerekiyor: Hollanda’ya gelen göçmenlerin cemaatleşmesi ve kurumsallaşmasında yerli dinî kesimler ve kanuni düzenin sunduğu imkânlar yönlendirici oluyor. Bu yapısal düzen içinde İslami ‘birlik’, ‘dayanışma’ ve ‘cemaatleşme’ şekil alıyor. İslami okullar da, ISBO da tam bu hukuki düzen ve toplumsal yapılanma içinde oluştular.

Çok iyi hatırlıyorum, o zamanlar bu imkânı, bir ‘hak’ değil bir ‘nimet’ olarak nitelendiriyorduk. Karşılaştığımız toplumsal ve politik dirence rağmen. Çünkü Türkiye’de, Fas’ta ve İslam dünyasının diğer ülkelerinde böyle bir imkân yoktu. Hiç bilmediğimiz bir alana giriyorduk. Tarihsel bir deneyime sahip değildik. Hikmeti ve deneyimi bol bir kadromuz da yoktu. El yordamı ile yolumuzu buluyorduk. Daha çok dinî hassasiyeti ve gelecekten kaygısı olanlar öne çıkıyordu. Eğitimde, politikada, eğitim politikalarında, bilimde veya organize işlerinde uzman olan zaten yoktu. Belki de hiç yoktu yaptığını tam olarak bilen. Ancak oldu ve başardık. Okular açıldı, sayısı hızla arttı, ISBO kuruldu, bütün İslami okular ISBO çatısı altında birleşti. Düşe kalka, hem İslami okulları temsil etti ve hem de onların mücadelesini verdi.

“Sürekli ‘düşe kalka’ yol almak okulları kırılgan yapıyordu”

Geçenlerde ISBO’nun kuruluş yılları hakkında bir kitap yayımlandı. İsmail Taşpınar ve Mohamed Boumji tarafından. ‘De Ongewenste Zuil’ (İstenmeyen Akım) başlığı ile. Güzel bir çalışma olmuş. İki veya üç sene uğraştılar. Kitap ISBO’nun kuruluş yıllarını iyi anlatıyor. Daha sonraki yıllarda nasıl bir gelişme gösterdi, hangi gerilimlerin yaşandığını, kimlerin rol aldığı gibi hususları ortaya koyuyor. Tanıklık ediyor. Bilimsel bir analiz değil ancak oldukça değerli. İsmail Taşpınar ISBO’nun ilk kurucularından ve Amersfoort’taki Bilal okulunun da kurucu başkanı. ISBO’nun biraz maddî imkânı olduğunda da, ISBO’nun ilk uzman personeli oluyor. 2002 yılına kadar da ISBO’da profesyonel olarak çalışıyor. Hatırlıyorum, ben ISBO’nun idareci ve başkanı olduğumda, İsmail her şeyi ile İslam okulları için çalışıyordu. Fedakârlıktan hiç kaçmıyordu. Gecesi gündüzü ve ailesi ile. Mohamed Boumji ise Bergen op Zoom’da açılan İslami okulun kurucu başkanı idi. O’da benim gibi ISBO kurulduktan hemen sonra idareci seçildi. İdareye seçilenlerin Hollandaca bilmeleri oldukça önemli idi o zamanlarda. Beraber IPC (Islamitische Pedagogische Centrum) için mücadele verdik. Daha sonraları ‘imamopleiding’ olacak çalışmanın temelleri o dönemde atıldı. Kimisi öldü, kimisi unutuldu.

Aslında ISBO’ya döneceğimi pek beklemiyordum. Bu zorlu dönem benim için geride kalmıştı. Daha çok ‘bilimsel’ çalışma yapacaktım ve akademik düzeyde kendimi geliştirecektim. İslami okulların entelektüel derinliği olan bir kadroya sahip olmadan ve bilimsel bir zemine de dayanmadan açılmış olmalarını sorunlu buluyordum. Sürekli ‘düşe kalka’ yol almak okulları kırılgan yapıyordu. Toplumla çatışmak gitgide artıyor ve okullar ortaya çıkan gerilimleri ve çatışmaları, daha çok hukuki zemine taşıyorlardı. Okulların, topluma karşı kapalı, ‘güvensiz’ ve resmî otoritelere karşı ‘ürkek’ olmalarının bundan olduğunu düşünüyordum.

Bana göre, toplumla çatışma ve kapalılık okullarda olan ‘ideolojik’ bir tutumdan kaynaklanmıyordu. Hollanda toplumu ve devletinin de İslam’a ve Müslümanlara karşı bir düşmanlığı da yoktu. Yani onlarda da ‘ideolojik’ bir tutum yoktu. Tıpkı diğer örgün eğitim veren okullar gibi, İslami okullarda kamu hizmeti veriyordu. Bu kamu görevinden dolayı ‘şeffaf’ olmalı idiler. Yöntemleri bakımından, hedefleri bakımından ve idealleri bakımından. Hesap verilebilirlik oldukça önemli idi. Medya’nın sorusu oluyordu, belediyenin ilgisi oluyordu, eğitim müfettişliği hesaba çekiyordu, bakanlık hesap istiyordu, bilim adamları izah istiyordu, veliler çocuklarına verilen eğitime güvenmek istiyorlardı. Bu durumda hepsi de haklı idiler. Kamu alanında sorumluluk üstlenmek böyle bir şey. Ancak, İslami okullarda, bu ‘şeffaflığı’ ve ‘hesap verilebilirliği’ içselleştirmiş, idari kadro yoktu. Pek çok idareci bu hususları anlamıyordu bile.

Okulları açan kadro bu hususları hiç düşünmemişti. Zaman da olmamıştı. İlk nesil kurucular için İslam ‘kurallardan’ ve ‘davranışlardan’ oluşuyordu ve bunlar belli idi. Okulların temel vazifesi çocuklara bu kuralları ve davranışları öğretmek, eğitmekten ibaretti. Mesele temelde idari ve otorite meselesi idi. Bu durumda ‘derin’ düşünmeye hiç gerek yoktu. Eğitimin bir bütünlük içinde verilmesi, eğitim süreçlerinin birbirleri ile uyumlu olması, çocukların sosyalleşme süreci ile dinî kimliklerinin oluşmasının uyumlu ve paralel gitmesinin bir anlamı yoktu. Hatta, Hollandacanın bile pek önemi yoktu. Ya da bunlar gündem bile değildi. Bir defasında 20 veya 30 idareci ile bir toplantı düzenlemiştik. Bu ve buna benzer konuları konuşmak için. Ben bunun iyi bir adım olduğunu düşünmüştüm. İçimizde en çok konuşan, hepimize nasihat eden ve gelişmiş düşüncelere sahip olduğu intibaı uyandıran bir okul başkanına da ‘buyur, bu konularda ne düşünüyorsun, düzenli bir şekilde bize bir sunum yap’ demiştik. İnanın işe yarar hiçbir şey anlatamamıştı. Hayal kırıklığı o kadar büyük olmuştu ki, bir daha toplanmayı hiç aklımıza dahi getirmedik. O günden (2004) sonra bu çok önemli meseleler üzerine okulların bir araya geldiğini hiç duymadım.

ISBO’dan ayrılmamın en önemli nedenlerinde birisi bu idi. Benim algımda okular ‘yüzeysel’ kalıyordu. Entelektüel ve eğitim politikaların temelleri bakımından tıkanıyorduk.

“Okulların dinî kimliklerinin, okulda oluşturulmaya çalışılan eğitim yöntemlerinin, din eğitimi uygulamalarının bilimsel bir dayanağı olmalı” diye düşünüyordum. Hem bunları araştırmak, bizim için kullanışlı hâle getirmek ve hem de okulların pratiğinde bulunmak olmazdı. Birincisi için pratikten çıkıp, biraz mesafeli olmak gerekiyordu. Yapmak istediğim okulların pratiğini, biraz geri çekilerek, mesafeli olarak izleyecektim. Diğer taraftan da bu pratiği bilimsel ve entelektüel bir zemine oturtmaya çalışacaktım. Böylece pratiğin bir teorisi de olacaktı. Tıpkı Hristiyan, Katolik, kamu okullarında olduğu gibi.

Ancak hayatın akışı tam olarak böyle yürümedi. Maalesef. Ben büyük oranda okulların pratiğinden koptum ve ona yabancılaştım. Okullar ve okul idarecileri benim bu maksatla yer değiştirdiğimi hiç fark etmedi. Büyük oranda koptuk. Benden sonra İslami okullarının benim aradığım şeyleri aradığını hiç fark etmedim. Bir konferans, bir yayım, bir araştırma dikkatime gelmedi. Hatırlıyorum, birkaç defa teşebbüste bulundum. Ancak karşılık bulmadı. Okulların ve idarecilerin işleri yoğundu, baş edecekleri çatışmaları ve gerilimleri çoktu, vakitleri de yoktu. Hayatta kalma mücadelesi veriyorlardı. Katkı yapmak yerine, uzaktan olan biteni izlemek duruma düşmüştüm.

Son yirmi senede Amsterdam’daki ICA ve Rotterdam’daki Ibnoe Ghaldoen liseleri kapanmıştı. Amsterdam’da üç tane okulu olan SIBA okulları kapanmıştı. Hep uyumsuzluk, çatışma ve içerideki gerilimler bu okulların kapanmasına neden olmuştu. Amsterdam da açılan Haga lisesi ise hiç rahat bulamadı. Amsterdam’ın, İslami bakımdan en katıksız olan As Siddieq okulları her an kapanabilir duruma geldiler. Bunları ben hep geriden izledim ve hiçbir şey yapamadım. Büyük bir üzüntü ile.

Bu kadar gerilimin olduğu ilişkilerde hiç ‘güven’ kalmaz tabi ki. Otuz beş senedir dışarıya güvenemeyen bir kesim, içeriye de güvenmeyi unutur. Güven yoksa ilişki olmaz. Birliktelik de kuramazsın, dayanışma da oluşturamazsın. Birbirinden de öğrenme olmaz. Herkes kendi başına kalır. ISBO’nun İslami okulları birleştirici işlevi oldukça zayıflamış görünüyor. Dayanışma bitmiş ve anlamsızlaşmış. Okulların yüzde 30’dan fazlası üyeliklerini sonlandırmış. Doksanlı yıllarda her vakfın bir okulu vardı. 40 okul 40 vakıf demekti. Şimdi ise bazen bir vakfın 10 okulu oluyor. 15 vakıf, 62 tane İslami okulu işletiyor. Bu vakıflar daha güçlü, imkânları daha fazla ve daha istikrarlı olanları var. Profesyonel idarecileri tarafından idare ediliyorlar. ISBO’ya da birbirlerine de ihtiyaçları hiç yok. Herkes kendi çapında ve kendi sorunlarını çözme derdinde. Ortak ideallerin ve ajandanın olmadığı veya oldukça zayıf olduğu görünüyor. En hafif bir ihtilaf yetiyor, geri çekilmek için veya güvenmemek için. Herkes birbirine mesafeli davranıyor ve uzak duruyor. Zorunluluk hariç. ‘Birlik’, ‘dayanışma’, ‘görüşmek için toplanma’, ‘ortak sorunları tartışma’ yük ve zahmet oluyor. ‘Vaktim yok’ diyor profesyonel idareci.

Şimdi ben geri döndüm. Gittiğim döneme nazaran daha karmaşık bir durum var gibi. Bir taraftan okul sayısı oldukça artmış. Kayıtlı öğrenci sayısı artmış. 16 bin çocuk İslami okullarda kayıtlı. Okul vakıfları, okul sayısına nazaran, az ve daha güçlü. İstikrar tutturan okulların verdikleri eğitim kaliteli, veliler memnun, öğretmenler donanımlı ve gayretli. Çok başarılı okulların yanında çok başarısız ve hatta kokuşmuş okullar yer alıyor. Gerilimleri olan ve etrafla çatışan okul ve vakıf sayısı da çok. Ortak idealler varlığı belirsiz. Ortak ajandaya ve stratejiye ihtiyaç yok denecek kadar az. Herkes kendi başına. ISBO, birliğin ifadesi olarak bir zorunluluk mu, yoksa bir ayak bağı mı tartışmalı.

Ne yapabilirim? Ve ne mümkün? Hangi yanlışları düzelterek başlamalıyım? Bu sorulara cevap bulmaya çalışıyorum. Bütün donanımımı ve birikimimi devreye sokarak. Dışarıya karşı ‘güvenilir’ ve ‘katkısı olan’ bir ISBO. ISBO’nun, İslami okulların ortak yüzü olacak şekilde. İçeriye karşı ise, okulların ve vakıfların güvenini almış ve bunu tekrar okullar için iyi değerlendiren bir ISBO. Önümüzdeki aylarda bu hususlarda yalnız olup olmadığımı keşfedeceğim. Zorla da olsa ümitliyim.              Raşit Bal             —◄◄