
Madem konumuz Z kuşağı, onlar hakkındaki bilgiyi de dijital ansiklopedi olan Wikipedia’dan alalım.
Wikipedia’da Z Kuşağı 1995+ doğumlular olarak aşağıdaki gibi tanımlanmaktadır:
Küçük yaşlardan itibaren internete ve taşınabilir dijital teknolojiye erişimle büyüyen ilk sosyal nesildir. Z Kuşağı’nın üyeleri, “dijital okuryazar” olmaları gerekmese de “dijital yerliler” olarak da adlandırılmaktadır.
Z Kuşağı’nın üyelerinin ekrana bakma sürelerinin fazla olması küçük çocuklara kıyasla en çok ergenler üzerinde olumsuz etkiler doğurmaktadır.
Z Kuşağı’ndaki ergenler ve genç yetişkinler, daha yüksek alerji oranlarına, daha yüksek farkındalık ve zihinsel sağlık sorunları tanılarına sahiptir ve uykusuzluk olasılıkları daha yüksektir. Birçok ülkede, Z Kuşağı gençliğinin zihinsel engelli ve psikiyatrik bozukluklara sahip olma olasılığı, önceki nesillere göre daha fazladır. Dünyanın her yerinde, Z Kuşağı üyeleri, elektronik cihazlara daha fazla ve kitap okumaya eskisinden daha az zaman harcamaktadır. Bu, dikkat süreleri ve kelime dağarcıkları üzerinde etki etmektedir.
Genel olarak böyle bir tanım var ve ilk dikkatimi çeken bu kuşağın aslında etnik, siyasi ve kültürel etiketinin ön planda olmayışı. Z Kuşağı’nın bu özellikleri ikinci planda geliyor. O yüzden bu kuşağın bireysel ve sosyal davranış kodlarını dünyanın her yerinde görmeniz mümkün. Yani Google gibi arama motorlarından ‘bilgiye’ ulaşmak ve buna da ‘araştırma yapıp öğrenmek’ adını vermek deniliyor. Buradaki asıl mesele bilgiye kolayca uğraşmak bu kadar kolay olmamalı değil. Bence kolay olmalı. Sadece sıkıntı edinilen bilginin doğru olup olmadığının testinin yapılıp yapılmadığı. Kolaycılık öyle bir boyuta gidiyor ki, bir ara bir üniversite hocam şöyle demişti: ‘İnternetten bir şeyler kopyalayıp yapıştırırsanız, özel bir program sayesinde tesbit ediyorum, ona göre.’
Hayatı kolay yaşamayı kim istemez. Yani bilgiye kolay ulaşalım, habere kolay ulaşalım. Eskiden öyle miymiş ya! Bir savaş yapılıyor ve hükümdara savaşın gidişatından haber vermek için, belli aralıklarla ulaklar yerleştirilmiş ve böylelikle haberdar oluyor.
Bir kişi hadis duyuyor ve hadisin sıhhatinden emin olmak için hayatta olan ravilerin peşine düşüp aylarca teyit için önce Mekke’den Yemen’e, oradan da tekrar kuzeye, Mısır’a gidiyor. Elinde WhatsApp olsa ve görüntülü konuşsa fena olmaz mıydı? Hem de hiç fena olmazdı. Ama hayat hep bir tekamül içerisinde ve bu da bir nimet. Sıkıntı bu rehavetin getirdiği boşvermişlik.
Burada sıklıkla dile getirdik aslında. Gençlik yıllarımızda Ankara gibi aslında sıkıcı olan bir şehirde hafta sonları İslamcı olsun, solcu olsun fark etmez, panel konferans peşinde koşardık. Zihnimiz sünger gibi bir yerlerden beslenme arayışı içerisindeydi ve ne olursa ondan haz alıyorduk. Otobüse binip gecenin bir yarısında bir semtten başka bir semte gidiyorduk ve her attığımız adımda sevap almanın getirdiği bir haz tadıyorduk.
Hatıratlarını okuduğum bir çok insanın 70 ve 80’li yıllarda karlı, yağmurlu soğuk günlerde ya araç bulamadıkları ya da yeterli paraları olmadığı için ne tür meşakkatlere katlandıklarını okuduk defalarca. Her devirde olmuş bunlar. Ama yüksünmek ne kelime, haz almaktan havalarda uçuyorduk.
Bir başka örnek: Medine’de Mescid-i Nebevi’ye uzak bir mevkide oturan bir kabile mescid yakınına taşınmak niyetlerini bildiriyor Allah Rasulu’ne. O da attıkları her adımın onlar için bir ecir olduğunu söylüyor. Böyle söyleyince her şeyin rengi ne kadar da değişiyor değil mi? Yani emek harcamak, samimi olmak ve aslında en önemlisi kaygı duymak.
Z Kuşağı’nın hayatın anlamı ile ilgili olarak beklentilerinin olduğunu çevredeki gençlerden biliyorum. Ama beklentinin adı “kaygı, dert” olmadığı için, istediklerinin gerçekleşmemesi pek bir anlam ifade etmiyor demek ki. Bilgi sahibi olmak istediklerini ifade ediyorlar. Ama iş emek harcamaya geldiği zaman işler değişiyor, yani kaygının sefahatle mücadelesi başlıyor. Biraz arabesk olsun, derdin acısını çekmeyen derman arayışına girer mi?
Özetle; hayatı yaşarken, aradıklarımıza kolayca ulaşmak güzel bir nimet. Fakat bu rahatlık insandaki kaygı duygusunu neden yok eder? Aslında bu da insanın fıtratında olan bir olgu. Rahatlık, tembelliği doğuruyor. Bu da düşünce dünyanıza, oradan yaşam tarzınıza, giyiminize, yemek kültürünüze, gönül işi olan Allah rızası uğraşlarınızın şeklinize bile etki ediyor.
Aynı kuşaktan olduğum bir arkadaşla sohbet ederken, örneğin bir görev almış Z Kuşağı arkadaşlarla ile ilgili şöyle yakınmıştı: İstiyorlar ki bütün işler maille, telefonla, WhatsApp gruplarıyla çözülsün…
Yani demek istiyor ki, arabaya binip kendisinin gözlemlemesine gerek yok. Aslında daha bunlar en basiti. Fakat buradan şöyle tehlikeli bir sonuç çıkmasın: Geçmişte her şey mükemmeldi, herkes kaygı, dert sahibiydi. Değil, herkes kesinlikle değil. Belki % 10-20 gibi dert sahibi insanlar vardı, ne de olsa vardı. Şimdiki oranı ve şu soruları da Z Kuşağı arkadaşlara (hatta 1990’dan itibaren doğanlara) sormak isterim:
Sizin kaygılarınız nedir?
Kaygılarınıza dönük somut neler yapıyorsunuz?
Nerelerden besleniyorsunuz?
Kısmet olur da Z Kuşağı arkadaşlarla Youtube Doğuş Söyleşileri kapsamında karşılaşabilirsek hem onları daha da anlamayı hem de kendimizi anlatmayı, bir gelecek projeksiyonu için çok isterim.
Hayırlı, bereketli ve manevî yüklü bir Ramazan diliyorum.
Ergün Madak —◄◄