
Koronalı günlerin ilk yılını geride bıraktık ve daha ne kadar süreceği ile ilgili bir fikrimiz yok. 1-2-3- derken dalgalar birbirini izliyor. Lockdown, yani şarteli indirsek mi indirmesek mi derken, akşamları sokağa çıkma yasakları geldi. Aylar birbirini kovaladı ve yaz kapıya dayandı. Ne olacağı meçhul? Allah’u âlem.
Açıkçası biraz pragmatik düşünüp, “hayatı nasıl yaşanabilir hâle getirebiliriz?” sorusunu sorarak kendi tempoma göre koşuyorum bir kaç aydır. Yapı gereği zamanı değerlendirmeyi sevdiğimden, bir yandan koşarken bir yandan da Youtube’daki bazı konferansları dinlediğimi önceden de yazmıştım diye hatırlıyorum (win-win). Anadolu İlahiyat Akademisi, İlem Tv, İslam Düşünce Enstitüsü sayfalarından ilgimi çeken konferansları dinliyorum. Bazen çok öğretici olurken, bazen de geçmiş yılları ve bugünü kıyaslama imkânı da buluyorum.
“Din sadece ilahiyatçıların tekelinde olmamalı”
Yapı gereği insan geçmişi, genelde bugünden daha iyi bulur ve nostalji diyeceğimiz bu duygu ve kanı, kimi zaman doğru olurken kimi zaman da doğru olmayabiliyor. Örneğin dün, Alev Alatlı Hanım ile Mehmet Görmez Bey’in “Murakabe Günleri” çekimini dinledim.
Her ikisini de beğendiğimi en baştan söyleyeyim. Dinlerken Alatlı’nın kafasının ne kadar karışık olduğunu (kendisi kafamdaki sorular diyor) ve sübjektif bazı olaylardan çıkarak genellemelerde bulunduğu dikkatimi çekti. Yerinde yaptığı tesbitler yok mu? Var tabii, örneğin, “din sadece ilahiyatçıların tekelinde olmamalı, örneğin sosyologlar, psiko sosyalciler, vs. de bir şeyler söylemeli.” Hemfikirim. Fakat dini de okumuş olma şartını da koymam gerekiyor.
Örneğin kendi branşımdan yola çıkarak, sadece birey ve toplumu gözlemleyerek din-toplum konularında düşünceleri paylaşmak yeterli olmuyor. Ama dinin onlara, onların da dine ihtiyacı var. Neden? Doyurucu, yerinde tesbitlerde ve çözüm önerilerinde bulunabilmek için.
Hemfikir olmadığım konular da var tabii. Örneğin, İmam Hatip okullarında kopya çeken öğrenciler metaforundan yola çıkarak bir sonuca varmaya çalışıyor. Vermek istediği mesaj şu: ‘Din eğitimi alan bir öğrenci böyle şeylere tevessül etmemeli. Eğer o bile böyle bir şey yaparsa, diğerleri ne yapsın!’ Biraz daha ileri gidelim, eğer İslam dünyası bugün bu hâldeyse, bu türlü aksaklıklardan dolayı demeye çalışıyor.
Görmez Hoca’ya da şaka yollu iş teklif ediyor, ‘gel bizde gençlere ders ver’ diyor.
Yani gençlerle konuşunca, toplum hemen dönüşecek mi? Veya 1-2 yıl ders vererek, zihninde kurduğu ideal dünyaya mı ulaşacağız? Ya da 10-20 yıl zaman harcansa yeterli olacak mı? Biraz girift bir konu ama ‘veya’ yerine ‘ve’ diye düşünebiliriz. Yani, okullarda eğitim önemli ve camilerde din önemli ve sokakta, mahallede, apartmanda insan ilişkileri önemli ve ve ve…
Alev Hanım’a şu soruyu sormak lazım:
Z (zevk) kuşağı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Kolay kolay negatif düşünmemeye özen gösteriyorum. O hâlde sadece veriler üzerinden gitmeye çalışalım.
Yine bir örnek: Youtube’da dinlediğim ve 70-80-90 yıllarında İslami yayıncılık yapanlarla hatırat babında söyleşilerde bir yayıncı şöyle diyordu: “Bizde bir baskıda en az 5000 kitap basılırdı. Hatta bir yayınevi, 4 ciltlik ve her bir cildi 1000 sayfa olan İhya’yı 10.000 basıyor ve 1 yılda bitiriyordu. Başka hangi kitaplar vardı? İslam Tarihi, Fizılal’il Kur’an, İbn-i Kesir vs. vs. hep temel eserlerdi. Durmadan baskı üstüne baskı yapıyordu. Emanet alıp 1 cildi götürüp de getirmediğinden dolayı, İstanbul’da tefsir basan yayınevine gitmiş, sadece o cildi almış ve satışların nasıl gittiğini sorduğumda ‘artık eskisi gibi satılmıyor’ demişti.”
Yani eskisi ile kıyaslandığında kitap neredeyse hiç okunmuyor. Bazen bazı kitaplar için “20-30 baskı yapmış” diye görürsünüz. Eğer 1000 adet basıyorsa, 10 baskı yapmışsa, eski hesaptan 2 baskıdır. Yani durum bu.
Evet şimdiki kuşağın ‘Z’evk kuşağı olduğu belli, yoksa buna “S” kuşağı mı demek lazım? Yani, gerçekten hem öğrenimini görüp hem de ilave kitap okumak için çırpınan gençlerin oranı nedir? Kendi kütüphanemizdeki kitapları karşılıksız verecek kitap meraklılarını dahi bulamıyoruz.
Tekrar Alev Hanım ve Mehmet Beye’ dönelim. Bazen yerinde tanımlarla şu anki yaşadığımız dünyayı çok güzel analiz ettiğini söyleyebilirim Mehmet Bey’in. Ama nedense hep bir kaç adım ilerisini düşünüyorum. Belki kendisi de öyle düşünüyor olacak ki, İslami İlimler Enstitüsü’nü kurmuş ve orada konferanslar, seminerler yapılıyor. Kesinlikle lazım. Zihnimde şu oluşuyor ister istemez: Acaba İslam dünyasının sorunlarına bakıldığında daha neler yapılabilir?
Youtube Doğuş Nieuws sayfasında Yusuf Ziya Kavakçı Hoca ile yapılan bir röportaj var ve söyleşide mealen şöyle diyor: “Bence Türkiye ve Katar’ın İslam Nasa’sı kurması lazım. Yani İslam Dünyası’nın âlimlerini Nasa mantığıyla bir araya getirecek ve sorunlarımızı çözmek için çalışacaklar…” Bence çok yerinde bir düşünce. Olur mu? Valla her iki ülkenin devlet başkanları buna evet derse neden olmasın! Üstelik İslam Dünyasında da bu iki ülke dışında bu konuya duyarlı kaç ülke var sizce?
Düşünsenize, İslam Nasa’sı kurulsa hangi konulara el atması elzemdir sizce?
Savaşlar: Afgan mı, Somali mi, Mali mi, Etiyopya mı, Sudan mı, Nijer mi?
Fakirlik: Yukarıdaki benzer ülkeler.
Eğitim ve Sağlık: Bütün İslam ülkeleri.
İlahiyat: Bütün İslam ülkeleri
Listeyi uzatmak mümkün.
Türkiye kendi iç sorunları ve komşularla olan meselelerinden başını kaldıramıyor. Katar ise 2022 Dünya Futbol Şampiyonası için stadyumlar yaptırıyor, gündeme ise işçi ücretlerindeki yolsuzluklarla oturuyor.
Yani anlayacağınız bu hamur daha çok şu kaldırır.
Ramazanınız ve bayramınız mübarek olsun.
Ergün Madak –◄◄