Nasreddin Hoca’nın şöyle bir kıssasını aktarayım: “Seyyahın biri Nasreddin Hocanın da olduğu bir yerde, ‘Ben bir beldeye uğradım; orada kadın, erkek herkes anadan uryândı’ demiş. Hoca hemen lafa girmiş: ‘Herkes anadan üryân iken, hangisinin kadın ve hangisinin erkek olduğunu nereden anladın?’ demiş.

Okuduğumda aklıma ilk gelen, “Ye kürküm ye” fıkrası oldu. Bizi güldüren yanları olabilir bu fıkraların. Bugün ise üzerinde çok ince düşünmeliyiz çünkü pek gülünecek zamanlardan geçmiyoruz.

Fıkrada dikkatimizi çekmesi gereken en önemli konu, herkesin gördüğü ve bizim de görmemizin istendiği şeylere karşı, uyanıklık hâline sahip büyüğümüzün itirazıdır. İtiraz etmek, akışın dışına çıkma imkânı verir. Nasıl bir tavır bu imkânı verir? İçinde yaşadığımız hayatın yükünden/bagajlarından kurtulabilmek ile. Bu kolay değildir. İrade beyanı olan itiraz için zihnin açık olması, ahlâkî olgunluk ve beraberinde bir hayat görüşüne mensubiyet gereklidir. Modern hayatta bir insanın itirazı için gerekli imkânı temin eden en kıymetli kavramlardan biri ‘üryân’ kelimesidir.

Karacaoğlan bir şiirinde “Üryân geldim gene üryan giderim/ Ölmemeye elde fermanım mı var/ … / Harami var diye korku verirler/ Benim ipek yüklü kervanım mı var” diyerek bu kelimenin hayatın içinde cereyan eden olumsuzluklara karşı temin ettiği alana işaret etmektedir. Yunus Emre (ks) ise şöyle der: “Var şimdi miskin Yunus, üryân olup gir yola,/  Yüz çukallı gelirse yalıncağı soyamaz.”

Bildiğiniz üzere ‘üryân’ kelimesi, Arapça olup ‘çıplaklık’ anlamına gelmektedir. Fakat burada elbisenin olmaması anlamında değil, yaşadığımız hayatın bizim fıtratımızı ortadan kaldıran yüklemelerinden/bagajlarından azade olmak anlamına geldiğini belirtmeliyiz. Bu hikmetli tavır alışların dayandığı bir temel var. Nihayetinde büyüklerimizin sözleri Kitab’ın ve Efendimiz’in sözlerinin yaşadıkları çağa dair şerhidir.

Üryan kelimesi dahi bu minvalde okunabilir. “Allah’a firar edin.” ayeti ile Efendimiz’in (as) ‘ümmi’ oluşunun nazarımıza verilmesinin üzerinde çok incelikle durmalıyız. Ümmi oluşu -haddimizi aşmaz isek- dünya hayatı ile irtibatlı ve varlık mertebesinde durduğu yerden aşağıya çeken yüklerden/beklentilerden azade olmak olarak yorumlayabiliriz. İnsanın su içme ihtiyacı vardır, ticaret yapmaktadır, toplum hâlinde yaşamak mecburiyetindedir. Ama bunları kendini/ferdiyetini, varlık mertebesindeki yerini iptal etmeden nasıl yapacaktır?

Peygamber Efendimiz (as) gibi… Bizim bugün özellikle ıskaladığımız husus burasıdır: “Allah’a firar edin.”  ayetini yerine getirmek için harekete geçsek, zihnimizde ve omuzlarımızdaki yüklerden, meftun olduğumuz kürklerden vazgeçmeden nasıl mümkün olabilir.

Burada bir başka yükümüzü de not edeyim. Sezai Karakoç Bey’in (Allah O’na yarattıklarının nefesleri adedince rahmet etsin) ‘Hızırla Kırk Saat’ şiirinde nazarımıza verdiği “…yeşil sarıklı ulu hocalar” ve onların vazettikleridir. Bu hocalar bize ne ettiler ve bugün bizler ne konuşuyoruz hakkında bir fikre sahip olmak için, Necdet Subaşı Bey’in, Teklif Dergisi’nin 11. sayısında yayımlanan ‘Din Yorgunluğu’ yazısıdır.

Bugün Nasreddin Hoca’mız gibi bakmaya çalışsak nasıl bir tabloyla karşılaşırız? Yaşadığımız modern zamanların bize yüklediği formasyonların, kabullerin, yaşayış ve düşünüş biçimlerinin farkında mıyız? İtiraz diye dillendirdiğimiz hususlar bize söyletilmiş şeyler midir? Siz soruları çoğaltın. Günümüzde kürke itibar edildiğini, hepimizin bir kürkü/kürkleri olduğunu, kurduğumuz düzenlerin kürk hiyerarşisi olduğunu inkâr edemeyiz. Burada ‘sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ fütursuzluğundan alın yukarıya doğru inceltilmiş bir kürk pazarı işliyor. Ve kime/kimlere, Allah (cc) Hz. Musa (as) Tur-i Sina’ya çıkarken “Ayakkabılarını/nalınlarını çıkar” ayetini hatırlatabiliriz?

Üryan olarak hayatı yaşamaya çalışanlara burun kıvrıldığı, artık aşikar bir durum. Bunun çok daha önemli tarafı ise, kürke itibarın bir hayat görüşüne mensup olduğumuzu iddia ettiğimiz halde bizden sadır olmasıdır.

Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz büyüklerimizin, bu sözleri yaşadıkları zamandan ve olaylardan bağımsız söylediğini iddia edemeyiz. O zamanda da şikâyet konusuydu. Günümüzden farkı ise, olan biten olumsuzlukları bertaraf edecek bir hayat görüşünün olmasıdır. Bütün yıkımlara, bunalımlara rağmen, olumsuzlukları aşma iradesi ve hayat görüşü vardı. Bugün ise devam eden bir krizin tam ortasındayız.

Bu satırları yazarken Karacaoğlan’ın bu şiirini sesiyle havalandıran Ümit Tokcan’ı dinliyorum. Kürkümden vazgeçtim mi? O yardımsız olmuyor. Elimizden tutacak bir himmet eli… “Medet Ya Sahib- el İmdat, Medet Ya Tabib-el Kulub…”

Behçet Ali Şeker                                    —◄◄