
İbn Mace’de geçen bir hadisle başlayalım: “Ebu Mes’ud (RA) anlatıyor: Rasulullah’a (AS) bir adam gelmişti. Efendimizle konuştu. Bu sırada adamcağız (duyduğu korkudan) omuzları titremeye başladı. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam adama: ‘Sakin ol! Ben bir kral değilim, ben kadid (güneşte kurutulmuş et) yiyen bir kadının oğluyum’ buyurdular.”
Büyük bir ihtimalle bu zat, Allah Rasulu’nun yanına gelen heyetleri, Ashab-ı Suffa’nın hocası olduğu ve aslında bir devlet başkanı olduğunu biliyor ki yine de üzerindeki korkuyu atamadığı için titremiş olmalı. Kendisi o kadar mütevazılığı esas almasına rağmen.
Hadis okumalarının bana kattığı çok etkenler oldu. Öncelikle bilgi anlamında, sonra bunları hayata dökme anlamında çabalamak için bir bilinç seviyesinin oluşmasına ve yavaş yavaş da olsa sessizleşmeye, fazla konuşmamaya, konuşmadan önce bol bol düşünmeye, nefes almaya ve yine düşünmeye neden oldu.
Rasulullah’ın yanına gelip ondan tavsiye isteyene, ki böyle manzaralardan oldukça fazla var. Muhatabı bir tavsiye aldıktan sonra peşine bir tavsiye daha istiyor yine tavsiye veriyor, sonunda ise kendisi bir tavsiyede bulunur: “Kötülüklerin önüne geçmek için en güzel yol hangisidir?” diye sorduktan sonra, dilini işaret ederek, ‘bunu tutmaktır’ diyor Rasulullah.
Elimizde o kadar çok örnek var ki, hadislerin toplanmasında emek harcayanların çok büyük ecir kazanacakları muhakkak. Yazımızı hadis inkârcılarına ayırarak ruhumuz, havamız değişmesin. İsteyen inanır sever, isteyen inanmaz.
Aslında, inşallah nasib olursa hadislerle ilgili olarak çok geniş bir program yapabilsek ne güzel olur. Hatta Doğuş ile yaz sezonundan sonra buna benzer temalar üzerinde kafa yorsak gençlerle ne kadar güzel olur.
Konumuza tekrar dönecek olursak, hadis okumalarında özellikle Rasulullah’ın bütün yönlerine dikkat etmeye çalışıyorum. Yani bir Devlet Başkanı olarak nasıl davranıyor, mescidde imam olarak, evde eş olarak, çocukken geleceğin bir peygamberi olarak, kızınca, sevinince, üzülünce nasıl davranıyor, özellikle insan psikolojisi açısından bunların fotoğraflarını çekip cep telefonunda dosyalamaya çalışıyorum.
Size bir kaç tane örnek vereyim:
– Yolda yürürken, arkasından insanların geldiğini görünce, olduğu yere çöküp, insanların kendisini geçmesini bekliyor. Niye acaba? Sizin de zihninizde oluştu mu, mevki sahibi ya da hoca arkadaşlar yolda yürürken önlerinde yol açanlar ve arkadan gelen kalabalıklar. Üstelik o yol açanları da bu zamana kadar hiç anlayabilmiş değilim. Onlar yol açmasa hayat ne perişan bir hâl alırdı.
– Mekke’nin Fethi gününe kadar amcaoğlu (Ebu Talib’in oğlu Akil) ne var ne yok satmış ve fetih günü Rasulullah Hz. Hatice’nin kabrinin yanına çadırını kurarak kendine ev yapmış. 10.000 kişi ile bir şehri fetheden ve kadid yiyen bir peygamberin akşam kalacak evi yok. Ve bununla ilgili ben siyer kitaplarında kayıt bulmakta çok zorlanıyorum.
– Cennetlik olmasına rağmen gecenin bir bölümünü ibadetle geçiren bu peygambere, neden bu kadar ibadet ediyorsun sorusuna verdiği cevap aslında çok manidar değil mi? ‘Ben Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?’ Yani soru soran için bir külfet olarak görülen eylem, eylemi gerçekleştiren açısından sadece bir ihtiyaç, bir mutluluk, bir olmazsa olmaz.
– Mümin bir toplum oluşturulurken Hz. Cebrail’in de O’nu nasıl yetiştirdiğine (Cibril Hadisi örneğin) şahit oluyoruz.
– Bir eş olarak ne kadar zorlandığına da şahit oluyoruz. Hz Ebu Bekir’i arabulucu olarak çağırdığı olay da çok enteresandır. Aslında kızı Ayşe’ye vurmaya kalkan Hz. Ebu Bekir’e şöyle diyordu: ‘Biz seni bunun için çağırmamıştık’.
Sadece insanı ve psikolojik boyutuyla ilgili olarak bütün verilerin yeniden üzerinden geçmek gerekiyor. “Neden önemli?” sorusunu da sormak gerekiyor?
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resulü’nde güzel bir örnek vardır.” Ahzab 21.
Ayet iyice incelenirse, eğer “Allah’ı umuyorsanız, ahiret gününü umuyorsanız, Allah’ı çokça zikrediyorsanız eğer, O’nda güzel örnekler var.”
Yani o güzel örneklere bakarak değil, eğer ilk kriterlere uyuyorsanız O’nda güzel örnekler bulabilirsiniz, görebilirsiniz. Aksi hâlde göremezsiniz, hissedemezsiniz. Önce belli bir çaba harcamış ve bir mesafe kat etmiş olmanız lazım, yoksa sıradan bir gözlem, sıradan bir okuma yapmış olursunuz.
Sorular da bitmiyor ki: Allah’ı ve ahiret gününü ummak nedir?
Arzulamak ise, insan Allah’ı nasıl arzular? Herkes kendi hayatına göre bunun içini doldurabilir. Çünkü bunun mutlak olarak bir standardı yok, çeşitliliği, evreleri var ama mutlak olarak ‘şudur’ denilebilir mi? Denilebilmesi için, o yüzden Allah Rasulü’ndeki örneklere bakmak gerekiyor anlaşılan.
Ama şurası bir gerçek ki, Rasul’e bakmadan yaşanan bir hayat da tatsız tuzsuz bir hayatmış gibi geliyor.
Siz söyleyin: Rasulullah’sız bir hayat düşünülebilir mi?
Ergün Madak —◄◄