
Boş yere dememişler ‘tarih tekerrürden ibarettir’ diye. Yani geçmişte yaşananlar gelecekte de tekrar eder. Öyle de oluyor.
Lafı, Gazze’den yola çıkarak 1917 yılından beri sürekli kanayan Filistin yarasına getirmeye çalışıyorum. Fakat başka bir yerden bakmaya çalışacağım.
Bakın tekerrür eden tarih serüveni içinde verilen tepkiler de hep aynı şekilde tekerrür ediyor: Neden Batı bu kadar çifte standart uyguluyor? Ukrayna’ya böyle tepkiler verilirken her şey aynı olmasına rağmen konu Gazze olunca neden böyle oluyor? Görüyor musun bak, zaten biliyorduk bunların ne olduğunu ve saire ve saire ve saire. Yahu biz filmi önceden izlemiştik, her seferinde restore edip yeniden piyasaya sürüyorlar.
Meslek gereği, bir insan sorunlarla karşılaştığı zaman soruna yaklaşımı genelde dikkatimi çeker, yani insan yaşadığı sorunu kendisinden soyutluyor mu (buiten zichzelf leggen) yoksa sorunlar sarmalı içinde kendi payını da görebiliyor mu? Uzun yıllardır tartışma programlarını izlemiyorum, ama çevremde gördüğüm, duyduğum tepkilerden şu ana kadar bir kez olsun özeleştiri yapana denk gelmedim. Hep ‘onlar’ yaptılar, yapıyorlar, hep onlar “zalim”, biz “mazlumuz”.
Yahu bizim hiç mi suçumuz yok? Bana sorarsanız aslında en büyük suçlu biziz? Kimmiş o suçlular?
Verdiği sözü tutmayanlar, randevusuna sadık kalmayanlar, dost meclislerinde sürekli orada olmayanların arkalarından konuşanlar, çalıştığı işinde işinin hakkını vermeyenler, malına haram karıştıranlar, sınavında kopya çekenler, eğitim sistemini dönemin gereklerine uydurmayanlar, kendini ve ülkesini geliştirmek için hem kendisi çaba sarf etmeyenler, hem de sarf edenlerin önlerinde engel olanlar. Trafikte, sırada birbirilerinin hakkında girenler ve bu liste maalesef uzar gider.
Geçmişte İslam Medeniyetinin başarısını bir menkıbe gibi anlatanlar, acaba bu medeniyetin bugün de kurulabileceğinden şüphe mi ediyorlar? Ediyorlar ki, geçmiş menkıbelere sarılıyorlar. Oysa bugünü kim kurtaracak? “Önce Allah’ın yardımıyla sonra da ancak benim çabamla Filistin ya da yeryüzündeki adaletsizlik sona erebilir” diye kaç kişi düşünüyor? Yani tepeden tırnağa hem Kur’an’da hem de Rasulullah’ın ve çevresindeki sahabelerin pratik hayata yansıttıkları samimi ve dürüst yaşamla bir medeniyet oluşabilir. Menkıbeciler bunu çok sever ve buna sarılır. Tamam da bu nasıl olacak?
Düşünsenize, Hz. Musa döneminde Firavun suçlu, Hz. İbrahim’de Nemrut suçlu, Hz. Nuh’da, 80 kişi dışındaki herkes suçlu, Mekke-Medine döneminde, cahiliyenin Mekke’deki liderleri suçlu. Suçlu olmaya onlar suçlular da SEN o toplumun bir parçası olarak hangi aksiyonu, üstelik dakikalık, saatlik, günlük, aylık ve yıllık olarak ne yapıyorsun? Allah o peygamberleri yönlendirdi ve bir aksiyona doğru evrildiler, yani hareket ettiler. Bizde ne oldu geçen haftalarda? Amsterdam’da, İstanbul’da, dünyanın bir çok yerinde yürüyüşler düzenlendi. Düzenlenmesi de gerekiyordu. Peki, sonra? Bireysel ruhumuzu tatmin edip, belki biraz da maddî yardım yaptıktan sonra, evet sonra ne olacak? Hayatımıza kaldığımız yerden devam mı edeceğiz? Yanımda Filistin poşusu olmasına ve bir Arab ülkesinde olmama rağmen ve o bulunduğum ülke Gazze’ye desteğini ilan etmesine rağmen, acaba bunu dışarıda taksam başıma ne gelir diye düşünmeden edemedim. Sonrasında, Kanadalı bir Müslüman bayan tevafuken aynı ülkede aynı poşuyu taktığından dolayı polis sorgusuna çekildiğini ağlayarak anlatıyordu geçenlerde. Hadi buyurun, hipokrasinin daniskası değil de nedir?
Ne yapmalı?
Namaz ve dua bu sorulara cevap vermek için hesaplaşma zamanı değil mi? İnsan sürekli kendi yanlışlarını, eksikliklerini günlük olarak süzgeçten geçirmeli, rutin hareketlerin, duaların dışına çıkıp ‘acaba ben nasıl biraz daha doğru-düzgün Müslüman olabilirim, hangi hatalarımı düzeltebilirim, kendi bilgilerime biraz daha bilgi katıp, bunlarla nasıl paylaşabilirim?’ sorularını sürekli sormak aslında ne kadar ilkeli bir aksiyon. Burada suçlayıcılık yok, olsa olsa sadece ve sadece sorgulama var. Yukarıda ifade ettiklerim de aslında negatif ve suçlayıcı görülebilir. Görülen ve aslında öyle. Oysa, elimizde müthiş bir referans/kaynak bilgisi ile birlikte tarihi tecrübelerimiz var ve onlar atıl vaziyette duruyor. En önemlisi de Allah’ın inananların yanında olmasına rağmen, biz demek ki bir türlü inananlar standardını yukarıda saydığım boş vermişlik, ciddiyetsizlik ve elindeki varlığın kıymetini, kadrini bilmemezlik yüzünden, Allah ancak bu kadar yanımızda oluyor. Daha fazlası da olamaz, olmamalı da. Neden olsun ki?
İlahî kanun insana ancak kılının kıpırdattığı kadar yardımcı olur, aksi neden olsun ki? Eğer sadece bir yürüyüş ile iktifa edip hayatımızı eksikliklerimizi hiç değiştirmeden devam ettiriyorsak, bu da hipokrasiden başka nedir ki? En başta kendimize ve inancımıza dürüst olmak lazım. Çift ajandalı ve sorunları kendimizden soyutlayan ve biraz da egonun tatmini merkezli bir hayat tarzıyla ne biz kurtuluruz ne de Gazze.
Ergün Madak