
Kıymetli Okurlarımız, Metin Yazarel ile Avrupa’daki Türk Diasporası Üzerine Yaptığımız Röportaj’ın İkinci ve Son Bölümünü de İlgiyle Okuyacağınızı Umut Ediyoruz.
Soru: Sayın Yazarel, Avrupa’da Türk diasporası artık oldukça kalabalık ve köklü bir topluluğu temsil ediyor. Sizce bu diaspora, hak ettiği düzeyde temsil ediliyor mu?
Metin Yazarel: Ne yazık ki hayır. Bakın, bizim kendisini “kanaat önderleri” olarak gören bazı tiplerimiz var. Bunların ne yaşadığı topluma bir katkısı, ne de aidiyet duyduğu topluma misyon yükleyecek kadar bir entelektüel derinliği var… Aidiyet sıfır, sorumluluk yok. Ama protokolde yer bulup oturunca kendilerini “lobi lideri” sanıyorlar. Hani bir tabir vardır ya: Salon zübbesi diye, ne dediği belli, ne yediği. Şık giyinip, çok bilmişlik edasında fısıltıyla konuşunca kendisini diplomat sanan Kokteyl sosyetesi tiplerdir bunlar.
Diğer taraftan Sivil Toplum Örgütü mantığımızda da sıkıntılar var. Hâlâ daha vakıf ve dernekçilik mantığıyla sivil diplomasi yürüttüğümüzü sanıyoruz. En aktif olduğumuz alan hayır hasenat işleri. Fitre, zekat, kurban bağışı, çarık çürük akülü sandalye dağıtımı, Afrikada su kuyusu açılışı, doğal afetlerde yardım yarışı. Bu faliyetler diaspora diplomasisi değil ki, düğün dernek işleri bunlar.
Soru: Sizi bu salon sosyetesi yaklaşımına iten sebepler neler?
Yazarel: Yalan, yalış algılar ve salon toplantılarıyla diaspora kavramının içini boşaltılar. Diaspora diplomasisi anlayışını Yunus Emre Enstitüsü ve YTB fonlarıyla düzenlenen dış misyon şeflerimizinde boy gösterdiği resepsiyon resimlerinde gülümsemeye hapsettiler. Bu işler süslü davetlerle, özçekim selfileriyle yürümeyecek işler, ama acı gerçek şu ki; pek çok kişi bu salon toplantılarını diaspora diplomasisi sanıyor, hoşuna gidiyor, tatmin oluyor. Biz eleştirince de bozuluyor, kırılıyor, darılıyorlar. Çünkü biz eleştirirken dokunulmaz sanılan kurumsal yapı anlayışını sorguluyoruz. Bu yapıları eleştirilemez sananların kimyasını bozuyoruz.
Soru: Gerçek diaspora diplomasisi nasıl olmalı?
Yazarel: Gerçek diaspora diplomasisi, yaşadığı mahallesindeki okulu, sokağı bilen, toplumsal bilinç kazanmış bireylerle yapılır. Eğer Avrupa’da güçlü Türk lobilerinden söz etmek istiyorsak, bunun yolu protokol masalarında poz vermekten değil, toplum temelli bir Diaspora Akademisi inşa etmekten geçer. Hem içerisinde yaşadığımız ülkelerin hem de aidiyet duyduğumuz ülkenin bizimle ilgi kararlarına itiraz edecek yaptırım gücüne sahip olmaktır gerçek diaspora diplomasisi. Kimse üzerine alınarak kusura bakmasın, eleştirimiz kimsenin şahsiyetiyle ilgi değil, kifayetsizliğiyle ilgilidir. Çünkü biz çomağı değil, çarkı sorguluyoruz.
Soru: Bu söyledikleriniz bazı çevreleri kızdırabilir. Karşı eleştiriyle sizi eleştireceklere neler söylersiniz?
Yazarel: Toplumsal bilince sahip olanlar tabiki eleştirir. Eleştiriyi görev bilir. Buyursun eleştirsinler. Yapıcı ve mantıklı eleştiriler hataları düzeltir, ufku açar. Bizim eleştirimiz salt eleştiri değil, açık ve net çözümler öneren özeleştiridir. Biz kurumların misyonu olur, performansı olur, ama kutsallığı olmaz diyerek bir yanlış algıyı düzeltiyoruz. Günün sonunda da mevcut STK’larımıza net bir soru soruyoruz: lobicilik anlamında neler yaptınız? Lobi dediniz, bulunduğunuz ülkenin hangi yabancılar yasasına, ya da Türkiye’nin gurbetçileri etkileyen tasarısına müdahale ettiniz? Diplomasi dediniz, hangi sorunu gündeme taşıyıp çözüm ürettiniz? Cevabınız sadece bir resepsiyon selfisi veya “önemli birkaç kişiyle çay kahve içtim” lakırtısından ibaretse, üzgünüm; sizin vizyon ve misyonunuz o çay içtiğiniz kokteyl masasında kalmış demektir.
Sivil toplum dediğimiz şey; derinliklidir. Güven inşa eder, bilgi üretir, uzun vadeli ilişkiler kurar. Bu sayede o ülkenin karar alma mekanizmalarında meşru bir zemin elde eder. Bugün Almanya’daki bir Türk derneği Bundestag’da bir milletvekiliyle sürdürülebilir bir ilişki kuramıyorsa, Hollanda da aynı skıntı söz konusu ise, Fransa’daki STK’larımız Paris entelijansiyası tarafından ciddiye alınmıyorsa, bunun nedenini sadece İslamofobiye bağlamak doğru olmaz.
Soru: “Diaspora Akademisi” dediniz, biraz açar mısınız bu fikri?
Yazarel: Elbette. Bugün “diaspora” kelimesi bizde biraz havalı kullanılıyor. İçinde asalet, gurbet, strateji var gibi… Ama gerçek diaspora diplomasisi bir milletin sınır ötesi aklıdır, vicdanıdır, stratejik refleksidir. Daha önceden de dünyadaki örneklerini söyledim. İsrail yapıyor, Hintliler yapıyor, Ermeniler yapıyor, Çin zaten koç gibi yapıyor. Biz ne yapıyoruz? Kermes denen hayır çarşısı, cami ve dernek ziyaretleri, iftar davetleri, hayır hasenat işleri, market, manav, lokanta açılışı, moral gecesi, çello dinletisi, ödül töreni… Bir de büyükelçi ve konsoloslar onuruna düzenlenen veda töreninde çekilen içi ve içeriği boş tören selfieleri!
Oysa artık zaman, ciddiyet zamanı. Bizim dernekler hâlâ kantin işletmeciliği mantığıyla yönetiliyor. Protokole fotoğraf, Ankara’ya rapor… Strateji yok, temsil hiç yok. Halbuki bu iş masa ister, vizyon ister, misyon ister. O yüzden entelektüel çıtayı yükselten, bilgi ve çözüm üreten bir “Diaspora Merkezi veya Diaspora Akademisi” kurmak mecburiyetindeyiz diye ısrar ediyorum. Bu Akademiler PowerPoint görselli Slaytla konuşan “beyefendilerin” konferans verdiği mekanlar değil; sahiden düşünce ve fikir üreten yapılar olmalı…
Soru: Son olarak, bu vizyonun taşıdığı riskler ya da fırsatlar nelerdir sizce?
Yazarel: Eğer bu süreci iyi yönetemezsek, başkalarının gündeminde figüran olmaya devam ederiz. Yani hem bulunduğumuz ülkeler hem de aidiyet duyduğumuz ülke nezdinde şamar oğlanı oluruz. Varlığımız pasif, silik, sönük ve dışlanmaya müsait bir topluluk olarak algılanır. Oysa bizim amacımız ve derdimiz sadece “gurbette var olmak” değil, “anlamlı bir gelecek inşa etmek”tir. Ya süreci iyi yöneteceğiz ya da silinip gideceğiz. Çünkü artık diaspora diplomasisi bir lüks değil; bir ihtiyaç ve bir zorunluluktur…
M. YAZAREL