Kendinden bir şaheser çıkarabildiğin gibi zâyi’de edebilirsin. İnsan kendini yontabildiği kadar mükemmelleşir.

Her geçen sürede bedenimiz yaşlanıp değiştiği gibi aklımız da yaşlanıp değişiyor. Dün fanatik bir tutumla iddia ettiğimiz düşünceleri bugün savunmak ihtiyacı dahi duymayabiliyoruz.

İnsan, sadece iyi ve bilge kişilerin etkisiyle yetişmez; bazen de cahillerin eziyet ve saçmalıklarından yorula yorula yoğrularak olgunlaşır ve güçlenir.

Acı, keder, gurbet hasret, iyi-kötü geride bıraktığımız ne varsa ve hayatımızdan geçen tüm insanlara bugün geriye doğru (dikiz aynasından) bakıyor ve şunu görüyoruz: Her biri Allah’ın bize gönderdiği öğretmenlerdi, her durakta biri indi biri bindi. Aldığımız onca darbe ve düşe kalka katedilen bunca mesafe yontulabilmemiz içindi belki.

“Boğulduğunu sandığın yer, belki de sana yüzmeyi öğretiyordur. Sakin ol..”

Bu bağlamda insanlara kızmak, küsmek yerine bize ne kattıklarına ve kader sırrındaki rollerini keşfetmeye çalışmalıyız.

Bu bilinçle ilerlemek için geçmişe/ yaşanmışlara çok takılmadan (bu sefer de dikiz aynasına çok bakmadan) ufuklara doğru yola devam etmeliyiz.

Usanmak, dünyaya has bir durum, bir eksiklik değil mi?

Ye, iç, gez, eğlen. Sonra bir daha tekrar et. İnsanların övündüğü ve idealize ettiği şeylere bir bakar mısınız: Tatil yerleri, lüks mekânlar, alış veriş merkezleri vs.. ya sonrası?…

Bir kişi peygamberimize (sav.) gelerek kendi memleketinin güzel meyve/yemişlerini övgüyle anlatırken Efendimiz (sav.) o kişiye, “Sonra o yediklerinizin akıbeti ne oluyor/nereye gidiyor?..” diyerek dünyanın kokuşmuşluğu ve faniliğini öğretmeye çalışmıştır.

Bu yazıyı şimdi Türkiye’den yazıyorum ve her zaman olduğu gibi yine muhabbet aynı: “Mal mülk, miras davası ve kavgası. Arsa, ev, yapı üstüne yapı, lüks yaşam arzusu, israf ve şatafat.” Bunu eleştirirken insaflı olmak ve tabii ki geçim derdi olanları anlayarak yazmak icap eder.

Tarihin bidayetinden bu yana yöneticiler hep, “vatan, milliyet/ din” mefhumunu kullanıp suiistimal ederek halkı sömürüp uyutmuşlar.

Eğitim ve ekonomisi adalet ve hikmete dayanmayan, ilim ve ahlâk anlayışı ulema ve umera eliyle yozlaşmış ve sanatçı (!) adını taşıyanların iç çamaşırıyla ancak kendini dinlettiği bir toplumdan çok bir şey de beklenemez.

Yaz boyunca her il ve ilçede yığın yığın insanlar, -anlamsız ve hikmetsiz boş lakırdıları- şarkı türkü diye dinliyor. Eski türkülerin bir anlamı ve yaşanmışlığa dair bağlamı, anlamı vardı. Sanatçıların da edep, kültür ve sorumluluğu vardı.

Ya şimdi..

Bırakın turistlik modern şehirleri, Yozgat’ın Sorgun ilçesinde bile bu rezaletler yaşanmış ki bir camide imam şunu söylemiş. “Üç gündür Sorgun’da konser adı altında; evliya/Allah dostu cennet mekân “Şakir Efendi” isminin verildiği meydanda, dansöz oynatıldı, içki içildi; tabiri caizse zina edildi. Ya o ismi meydandan kaldırın ya da o isme saygı duyun.”

Allah milletimizin yardımcısı olsun.

…………. …….. ….. ….. ….. …..

Bunca uzun yolun ardından dönüp arkama baktığım da ise; terk eylediğim tüm batıl aidiyetlere yeniden bir, “L” çekilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Hakkı devre dışı bırakmak isteyen her kurum, her kural/yasa, örf, âdet, tabu, töre “çağın şartları” gibi uydurulmuş ve giydirilmiş elbiseleri yırtarak takva elbisesine bürünerek “L” (Hayır!..) demek gerek. Yani, yeniden iman etmek iktiza ediyor, yeniden… Paslanmış, kilitlenmiş, usanmış ruh hâline yeniden bir nefes lazım ya da İsrafil’in sûr’u gibi kıyama kaldıracak, can verecek bir iksir.                                            —◄◄