
Merhaba değerli dostlar.
Selâm, hidayete tâbi olanların üzerine olsun.
Bu ayki yazımızda, unutulmuş veya tahrif edilmiş kelimeler ve deyimlerimize değineceğiz inşallah.
Büyük bir medeniyetin müktesebatına sahip olan bu milletin, kendi kavramlarını bırakıp, nevzuhur (sonradan çıkma), güdük sözleri telaffuz etmesi ne kötü bir talihsizliktir.
Kullanılan kelimeler ve kavramlar kişinin hangi inanca ve ideolojiye sahip olduğunu gösterir. Örnek olarak, bir dönem sağcı ve solcular aynı ülkede ve aynı manadaki kelimeleri farklı lafızlarda kullanması: “Vatan, Yurt. İnkılap, Devri, İşçi, Emekçi” gibi vs..
Çocuklara konulan isimlerde öyle, kişi hangi medeniyete mensup ise çocuklarına o kahramanların isimlerini verir.
Epey oldu. Bir televizyon kanalında kendisini Şamanist olarak tanıtan biri, “Türk çocuklarına Ayşe, Fatıma, Hatice, Ömer, Osman gibi Arap isimleri veriyorlar!..” diye eleştirmişti. Cehalete bakar mısınız..
Biz çocuklarımıza yukarıda sayılan isimleri Arap olduğu için değil, İslam’ın örnek ve önder şahsiyetleri olduğu için koyarız.
Yani, peygamberimiz ve ashabı Japon olsaydı bir Japon ismi, Alman, Hollandalı vs.. başka bir ülkeden olsaydı o ismi koyardık. Velid bin Muğire, Âs bin Vâil, Umeyye bin Halef ve Abdul’Uzza (Ebu Leheb) üstelik peygamberimizin amcası.
Bu müşriklerden bir tane isim koyan var mı?… Bunlar da Arap isimleri.
Bu manada bu milletin değerlerine yabancılaşmış, dinî çağrışım yapan her söz ve sembolden utanan ve korkan adamlar(!), seküler konuşmalar ve davranışlar ile hareket ederler.
Mesela, Besmele çekerek, sağ eliyle yemeğini yemez. “Hayırlı sabahlar” yerine farklı temenni ve selamlaşma şekilleri ortaya koyarlar.
Ancak, “Selâmun Aleyküm” cümlesi İslam’ın şiarından olup yerini hiç bir kelimenin dolduramayacağı kadar köklü ve kapsamlı bir ifadedir.
Ne demek “Selâmun Aleyküm?..”
Selâm, “Benden sana zarar gelmez” diyerek bir “barış” ifadesi kullanıyor ve karşıdakine “esenlik” diliyorsunuz. Yani, “kazadan, beladan emin, huzur, sıhhat ve afiyette olasın.” demek. “Ve rahmetullâhi ve berakâtuhû” sözlerini de eklediğinizde, Allah’tan “rahmet ve bereket” dileğinde bulunarak toplamında çok büyük bir ‘dua’ etmiş oluyorsun.
“Bir selamla (sağlık ve barış mesajıyla) selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin, ya da aynıyla karşılık verin…” (Nisa 86.)
Cennete giren mü’minlere melekler tarafından söylenecek ilk söz de, “Selâmun Aleyküm.” (Ra’d 24.) hitabı olacaktır.
Bazı cahil kesimler, Arapçaya veya dine karşı mesafeli ve tavırlı olduğu için “Aleyküm” kısmını kullanmıyorlar. Sadece “Selâm” diyorlar. Hâlbuki “Selâm”da Arapça ve dinî bir kavramdır.
Bugün akıllı telefonlar ile bir tıkla yüzlerce, binlerce insanlara mesaj atabiliyoruz ya.
İsterseniz her Kur’an okuduktan sonra veya dilediğiniz zaman, -yüz yirmi dört bin veya iki yüz yirmi dört bin- dünyanın en değerli insanları olan peygamberlere selam mesajı gönderebilirsiniz: “Ve Selâmun alel murselîn…”
Birinci olarak..
Vefat eden birini duyduğumuz zaman, “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.” dedikten sonra, “Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.” gibi belli başlı sözler ifade ederiz.
Yine, yeni yeni garip sözler işitiyoruz…
Mesela, “Işıklar içinde uyusun.” sözü.
Ne kadar yapmacık, uydurma bir söz.
Müslüman olmayan “Lâ dîni” birileri kullanıyorsa belki anlaşılır ama iman edenlerin kullanacağı bir söz olamaz. Bu söz, “Nurlar içinde yatsın.” dememek için söylenmiştir herhâlde.
İkincisi,
Hangi hallerde söylenecek sözler.
Örnek, El’Hamdülillâh..
Hayırda -şerde, zararda-kârda, her halükârda söylenecek bir söz.
Gelecekle ilgili planlarda ise, “İnşallah” demeliyiz.
“Allah’ın dilemesine bağlamadıkça, (inşallah demedikçe.) hiçbir şey için, “Bunu yarın yapacağım” deme!..” (Kehf 23.) (Ebu Hüreyre’den (ra.) rivayetle)
Ye’cüc ve Me’cüc gibi müfsit kavimler bile bulundukları seddi ancak Allah’ın iradesine atıfta bulunarak (inşallah) diyerek delip/ aşıp çıkacaklar.
Adam bir akşam vakti hanımına: “Yarın yağmur yağarsa evdeyim. Yok eğer yağmazsa tarlaya gidip çift süreceğim” demiş. Hanımı da “İnşallah de Bey, inşallah” diye ikaz etmiş. Adam sinirli olarak “Ne inşallahı hanım, bunun inşallahı maşallahı mı var. Zira ortada iki seçenek var, bir üçüncüsü yok ki. Dedim ya, yağarsa evdeyim, yağmazsa tarladayım” der.
Hasılı hanımı, “Sen yine de inşallah de, bakalım sabah ola hayrola” diye, ne kadar ısrar etse de, Adam inadından “inşallah” demez.
Neyse, sabah olur, hava açık ve gayet güzeldir. Bizimki hazırlanır ve yola çıkar.
Derken olan olur. Şöyle ki: O gece bir cinayet işlenmiş ve her yerde faili aranıyormuş. Tam o sırada bizimkinin etrafı sarılır ve “hiç bir yere gidemezsin” derler. Zira çizilen robot resim onunkinin tıpatıp aynısı. Her ne kadar “ben masumum bu işte bir karışıklık var” dese de kâr etmez ve içeri alınır. Sorgu sual derken hasılı sabaha kadar adam ecel terleri döker. Yorucu, bir o kadar da meşakkatli geçen bir geceden sonra, gelen bir haberle, gerçek failin yakalandığı ve suçsuz olan bu adamın da derhâl serbest bırakılması talimatı verilir.. Ve adam serbest bırakılır. Adam, başına gelen bunca aksilikten sonra iyice yıkılmış, gücü takati kesilmiş, iki büklüm olmuş bir hâlde evinin kapısını çalar.
Hanımı, “KİM O?” diye seslenince, Adam: “AÇ KAPIYI AÇ HANIM. İNŞALLAH GELEN BENİM” der.”
Selam ve dua ile… Murat Altun —◄◄