İsrail’in zeytin ağaçlarının yok edilmesi yönünde uyguladığı politikaların arkasında işgali kalıcı hale getirmek ve ileride kurulacak yeni yerleşim bölgeleri için alan açmak gibi amaçların olduğu bilinmektedir.

Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Osman Karaoğlu, İsrail’in Filistin’in zeytin ağaçlarını nasıl yok ettiğini ve bu durumun uluslararası hukuktaki yerini AA Analiz için kaleme aldı.

***

İsrail’in 1967’den beri devam ettirdiği Filistin işgalinin daha az gündeme gelen bir boyutu da Filistin halkının ekonomik kaynaklarının ve geçim imkanlarının yok edilmesidir. Filistinliler için en önemli geçim kaynaklarından bir tanesi de zeytin bahçeleridir hatta zeytin, Filistin’in ulusal sembollerinden biri kabul edilmektedir. Filistinli şair Mahmud Derviş, bu sembolü “Biz, kekik ve zeytin var oldukça var olacağız.” şeklinde ifade etmiştir. Sembolik anlamının yanı sıra zeytin, yaklaşık 80 bin Filistinli ailenin temel gelir kaynağını oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre Batı Şeria ve Gazze’deki tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 48’i zeytin ağaçlarıyla kaplıdır. Zeytin, Filistin ekonomisine yaklaşık yüzde 14 civarında katkı sağlamaktadır. Zeytin hasadının yüzde 93’ü zeytinyağı üretiminde, geri kalan kısmı ise sabun, sofralık zeytin ve turşu yapımında kullanılmaktadır.

Zeytin ağaçlarının gasbı: İsrail’in doğaya ve kimliğe müdahalesi

Yakın zamanda İsrailli yerleşimciler, Batı Şeria’da halkın önemli bir kesiminin geçim kaynağı olan zeytin hasadını engellemiş ve 13 bin zeytin ağacını yok etmiştir. İsrail’in bu tür eylemleri sistematik bir şekilde yaptığı ya da yerleşimciler eliyle yaptırdığı genel olarak bilinen ve raporlanan bir husustur. Nitekim, çeşitli uluslararası raporlara göre İsrail, son 20 yılda 800 bin civarı, 1967’den beri ise toplamda 2,5 milyondan fazla zeytin ağacını yok etmiştir.

Filistinliler, zeytin ağaçlarını hasat etmekte ve ağaçları korumakta oldukça zorlanmaktadır. Oslo Mutabakatı’ndan beri İsrail, Batı Şeria’nın yüzde 60’ını tek başına kontrol etmekte ve bu alana girecek Filistinlilerden “İsrail makamlarından alınmış izin belgesi” talep etmektedir. Bu anlamda çiftçiler, kendilerine ait zeytin bahçelerine girebilmek için izin almak zorunda bırakılmaktadır ancak izin sistemi çoğu durumda keyfi bir nitelik taşımaktadır. Filistinli başvuru sahiplerinin izin alabilmek için hangi koşulları yerine getirmesi gerektiğine dair açık bir kriter listesi bulunmamaktadır. Mülkiyet belgelerini ibraz edip “güvenlik” kontrolünden geçmelerine rağmen verilen izin çoğu zaman sadece tapuda adı geçen kişi adına verilmekte, diğer aile üyelerine araziye giriş izni tanınmamaktadır. Ayrıca, verilen izinler genellikle kısa süreli olup süresi dolduğunda her defasında yeniden başvuru yapılması gerekmektedir. Üstelik bu izinlerin yenileneceğine dair hiçbir güvence de yoktur. BM verilerine göre, izin başvurularının yarıya yakını genellikle keyfi gerekçelerle reddedilmekte ve izin sistemi bir yıldırma politikasına dönüştürülmektedir. Ayrıca traktör, ekipman ve gübre gibi tarım için önemli ihtiyaçların sokulmasında da İsrail, aynı politikayı izlemektedir. Nitekim, zamanla başka ürünler yetiştiren Filistinliler dahi arazisini zeytin bahçesine çevirmiştir. Zira zeytin bakımsız haliyle bile ayakta kalabilmektedir.

İsrail’in zeytin ağaçlarını gasbı uluslararası hukuku nasıl ihlal ediyor?

İşgal edilmiş Filistin topraklarındaki zeytin ağaçlarının yok edilmesine ilişkin eylemler neredeyse her yıl görülmektedir. Her yıl binlerce ağaç ya İsrail’in askeri operasyonları ya da yerleşimci saldırıları eliyle yok edilmektedir. Bu tür olaylar polis ya da diğer kamu makamlarınca da ciddiye alınıp soruşturulmamaktadır. Yerleşimci saldırıları karşısında İsrail askerleri, Filistinlileri korumamakta hatta çoğu zaman tam aksine kendi arazilerini ve zeytin ağaçlarını korumak isteyen Filistinler hakkında işlem yapmaktadır.

Esasen Filistinlilerin tarım arazilerinin ve zeytin ağaçlarının yok edilmesi uluslararası hukuka aykırıdır hatta İsrail Yüksek Mahkemesi bile “Morar v. IDF Commander” davasında keyfi uygulamaları hukuka aykırı bulmuştur. Davada Filistinli köylüler, tarım arazilerine erişimlerini reddeden İsrail askeri komutanının kararına itiraz etmek üzere İsrail Yüksek Mahkemesine başvurmuştur. Askeri komutan, tarım arazilerinin yalnızca Filistinli çiftçileri İsrailli yerleşimcilerin tacizlerinden korumak amacıyla kapatıldığını ileri sürmüştür. Buna karşılık başvuranlar, İsrailli yerleşimcilerin köylüleri sistematik biçimde taciz ettiğini, onlara saldırdığını ve özellikle arazilerine ve ağaçlarına zarar verdiğini, İsrail ordusunun bu şiddeti önlemek için harekete geçmediğini, Filistinlileri ve tarım ürünlerini korumak için gerekli önlemleri almadığını savunmuştur. Mahkeme, kararında ordunun yerleşimci şiddetine karşı önlem alması gerektiğini vurgulamıştır. Mahkemeye göre Filistinli çiftçileri tacizlerden korumanın en uygun yolu İsrail askeri yetkililerinin gerekli güvenlik önlemlerini alması ve hukuka aykırı eylemleri gerçekleştiren yerleşimcilere kısıtlamalar getirmesidir ancak İsrailli makamlar, kendi mahkeme kararlarına bile uymamakta ve keyfi uygulamayı sürdürmektedir.

Askeri bir taktik olarak çevreye zarar verilmesi, uluslararası insancıl hukukta yasaklanmıştır. Buna göre “silahlı çatışma sırasında doğal çevrenin geniş çaplı, uzun vadeli ve ciddi zararlardan korunması için gerekli özen gösterilmelidir. Bu koruma, doğal çevrede bu tür zararlara yol açması amaçlanan veya yol açması beklenen savaş yöntemlerinin ya da araçlarının kullanılmasının yasaklanmasını da kapsar. Zira bu tür zararlar, nüfusun sağlığını veya hayatta kalmasını tehlikeye atabilir.

Bilindiği üzere Filistin toprakları, 1967’den beri İsrail’in işgali altındadır. Bu anlamda işgal bir yandan “devam eden saldırı” niteliğini taşımakta, diğer yandan da 1949 tarihli 4. Cenevre Konvansiyonu hükümleri uyarınca işgalci kuvvete birtakım yükümlülükler yüklemektedir. Bu açıdan işgalci kuvvet, yerel halkın gündelik ihtiyaçlarını devam ettirebilmesini sağlayacak güvenlik ortamının temininden sorumlu olup yerel halkın mallarını yağma ve yok etme eylemlerine karşı halkı korumakla yükümlüdür. Öte yandan apartheid rejimi olan İsrail’in çevreye ve zeytin ağaçlarına verdiği zararlar, Roma Statüsü’nün 8. maddesine göre de savaş suçu sayılmaktadır. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi kararları da İsrail’in çevreye zarar vermemesi gerektiğini ve yerleşimci provokasyonunu önleme yükümlülüğü altında olduğunu vurgulamaktadır. İsrail ise bu yükümlülüğünü defaatle ihlal ederek uluslararası hukuka aykırı hareket etmektedir. İsrail’in zeytin ağaçlarının yok edilmesi yönünde uyguladığı politikaların arkasında işgali kalıcı hale getirmek ve ileride kurulacak yeni yerleşim bölgeleri için alan açmak gibi amaçların olduğu bilinmektedir. Bu anlamda İsrail hakkında Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve Uluslararası Ceza Mahkemesinde (UCM) yürütülen davalara İsrail’in çevre suçlarının da eklenmesi gerekmektedir.

[Doç. Dr. Ali Osman Karaoğlu, Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuk Ana Bilim Dalı’nda öğretim üyesidir.]

* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

@aa