
Almanya’da İslami dinî cemaatlerin önemi sıklıkla küçümseniyor. Bunun son örneği Başbakan Friedrich Merz’le yaptığı söyleşide Ahmad Mansour’un sarf ettiği “Yüzde 20’yi ancak temsil ediyorlar,” sözleriydi. Ancak Almanya’daki Müslüman yaşamına dikkatli bakıldığında, bu toplulukların rakamların gösterdiğinden daha fazlasını temsil ettiği görülebilir.
Psikolog ve yazar Ahmad Mansour, yakın zamanda yayımlanan bir videoda Friedrich Merz ve CDU Genel Sekreteri Carsten Linnemann’la Almanya’daki Müslümanlar hakkında konuşurken, “İslami dinî cemaatler burada yaşayan Müslümanların ancak yüzde 20’sini temsil ediyor,” dedi ve bu nedenle [devlet tarafından] muhatap alınamayacaklarını öne sürdü.
Mansour’un bu sözü, yalın bir cümle gibi görünse de önemli bir mesaj taşıyor: İslami dinî cemaatlerin önemi küçültülmek, sesleri meşruiyetten yoksun kılınmak isteniyor. Oysa bu yapılar her gün yüz binlerce insana ulaşıyor ve onlara hayatlarında eşlik ediyor.
Günlük Hayatın İçindeki Gerçek Temsil
İslami dinî cemaatler çok sayıda dinî hizmet sunuyor. Namaz imkânı, topluca iftar, ramazan ayının manevi yaşanışı, manevi rehberlik, hac ve umre organizasyonları, kurban ibadeti, cenaze hizmetleri, okul destek kursları, yaşlılar için sosyal etkinlikler, gençler ve kadınlar için sohbet halkaları, dinî eğitim ve daha fazlası…
6 Haziran sabahındaki bayram namazına gidenler bizzat şahitlik etmiştir. Birçok camide bayram namazları için mevcut alanlar artık yetersiz kalıyor; cemaat dışarıda namaz kılmak zorunda kalıyor. Bu katılım, sadece gelebilecek durumda olanlar üzerinden dahi oldukça yüksek. Sonra bir çarpım işlemi yapılabilir: Bayram namazına gelenlerin sayısı × yaklaşık 2.300 cami. Ortaya çıkan tablo dikkate değerdir. Üstelik bu hizmetlerden faydalanmak için resmî bir üyelik kartı da gerekmiyor.
“Ama Müslümanların Sadece Yüzde 20’sini Temsil Ediyorsunuz!”
İslami dini cemaatlerin hizmetlerinden her gün yüz binlerce Müslüman faydalanıyor: Düzenli ya da aralıklı olarak. Cuma namazına gelen, cami üzerinden bağış yapan, sohbete katılan, çocuğunu din dersine gönderen, hac ya da umre için cami cemaatinden giden kafileye katılan, yardım kermesinde görev alan ya da bir cenazeyi cemaat aracılığıyla kaldıran herkes bu yapının bir parçasıdır. Resmî üyelik olsun ya da olmasın.
Peki, “sadece yüzde 20” söylemi ne kadar gerçekçi? İslam’da kilise benzeri bir temsil modeli olup olmadığı tartışmalı bir konu. Ama bir başka önemli soru şu: Yaşamın içinde olan dinî bağlılık, güven ilişkisi ve pratikler anketlerle ne ölçüde sağlıklı yansıtılabiliyor?
Çünkü “Temsil edilmiyorum,” diyen kişilerin büyük bölümü, Ramazan takvimini cemaatlerden alır, helal beslenme kurallarını camilerdeki duyurulara göre şekillendirir, zekâtını bu yapılar üzerinden verir, sevdiklerini onların desteğiyle son yolculuğa uğurlar. Temsil, her zaman bir parti ya da kurum üyeliği değildir. Temsil; pratik, güven ve aidiyetle ilgilidir.
Yapılan Diyalog Değil, Fikir Projeksiyonu
Her vaftizli Hristiyan da kendisini kilise tarafından temsil edilmiş hissetmiyor olabilir. Yine de kiliseler, toplumun meşru aktörleri olarak görülüyor, devletin çeşitli desteklerinden faydalanıyor. Kimse kiliselere “Kaç kişiyi temsil ediyorsunuz?” sorusunu yöneltmiyor.
Ahmad Mansour ise yüzde 20’lik temsil oranını eleştirirken, bir temsil görevine sahip olmayan biri olarak “Müslümanların ne düşündüğü, ne hissettiği” hakkında konuşuyor. Bu bir diyalog değil, mikrofonla yapılan bir fikir yansıtması. Üstelik bunu, halk desteği yüzde 28’i geçmeyen Friedrich Merz’le birlikte dile getiriyor ki Şansölye Merz de tüm Almanya’yı yönetmeyi hedefliyor.
Dinî Cemaatleri Eleştirenler “Alternatif” Rolüne Soyunuyor
Gerçek şu: İslami cemaatler, dinî hayatı omuzluyor, sosyal hizmetler sunuyor, insanları hayatlarının dönüm noktalarında yalnız bırakmıyor: Bunları da topluma kök salmış yapılar olmaları sayesinde yapıyorlar. Bunu bir güç gösterisi için değil, dinî bir sorumluluk bilinciyle gerçekleştiriyorlar. Üstelik bunu şeffaf bir şekilde, kamusal yararı önceleyerek ve birçok eleştirmenin aksine televizyon ekranlarına çok daha az çıkarak yapıyorlar.
“İslami dinî cemaatler sadece yüzde 20’yi temsil ediyor,” cümlesi, çoğu zaman bu yapılar karşısında kendini “alternatif” olarak konumlandırmak ya da siyasi olarak daha uygun, daha kolay yönlendirilebilecek bir muhatap yaratmak için kullanılıyor. Oysa eleştiri elbette meşrudur. Ama ölçülü, adil ve gerçeklikle bağı kopmamış olması gerekir, hele ki her gün ayrımcılığa ve yapısal eşitsizliklere maruz kalan milyonlarca insan söz konusuyken.
İslami dinî cemaatler, Almanya’daki Müslümanlara diğer tüm kurumlardan daha fazla ulaşıyor. Daha önce olmayan yapılar kuruyor, boşlukları dolduruyorlar. Şüpheyle değil, takdirle karşılanmayı hak ediyorlar. Küçümsenmeyle değil, anlayışla.
Perspektif.eu