
Değerli okuyucular ve özellikle gençler!
Müslüman âlimler hak din olan İslâm’ı konularına göre iki ana bölüme ayırırlar.
1. Akâid. Yani inanç esasları, ya da imanın şartları. Ki bunlara iman edenler mü’min (Müslüman) olurlar.
2. Şeriat. Yani bu iman esaslarının gereği olan uygulamalar, kulluk görevleri (ibadetler), hayatla ve davranışlarla ilgili ölçüler, ahlâk ilkeleri…
Âlimler bunu da yine konuları açısından üçe ayırırlar. 1. Ahlâk. 2. İbadet. 3- Muamelât. Yani miras, ticaret, medenî hukuk, toplumsal ilişkiler, devletler hukuku, aile hukuku, cezalar gibi…
İslâm’ın inanç esaslarında, iyilik ve kötülüğün tanımında, yüce değerlerinde, temel ahlâkî ilkelerinde, hak ve hukuk ölçülerinde değişiklik yoktur. Âdem’in (as) ve diğer elçilerin davet ettiği inanç esaslarıyla Kur’an’ın insanları davet ettikleri aynıdır. O zamanki güzel ahlâk ilkeleri ile Kur’an’ın emrettiği ahlâk ilkeleri aynıdır.
Mesela; Âdem’in oğullarından birinin diğerini haksız yere öldürmesi (Mâide 5/30) o zaman da kötü idi, şimdi de kötüdür. Bir kimsenin diğerine iyilik etmesi o zaman da güzeldi, şimdi de… Efendi olmak, olgun davranmak o zaman da güzeldi, şimdi de… Ne var ki iyiliğin şekli ve araçları değişebilir. Ama iyilik ve erdem yüce bir değerdir ve her devirde geçerlidir.
Allah’ın İslâm ile insan ve toplum hayatında gerçekleştirmek istediği hedefleri/amaçları varsa (ki var), bu peygamberden peygambere, devirden devire, toplumdan topluma değişmez.
Tevhid tarihi boyunca ibadet olgusu ve ilkesi de değişmemiştir: Ama bazı ibadetlerin, yükümlülüklerin adedi ve şekli bazı peygamberlerin zamanında az da olsa değişmiştir.
Dedik ki İslâm’ın kişi ve toplum hayatında gerçekleştirmek istediği maksatları var (Bunlara; mekâsıdü’ş-şeria denir). Bunları öncelikle üç maddede açıklamak mümkün:
1- Beşer aklını bâtıl inanç, dalâletten (sapıklıktan), hurafe ve taklit esaretinden kurtarmak… Bu, mutlak doğru bilgi (Vahiy), Allah’a iman, aklî deliller ve hür düşünce ile gerçekleşir.
2- Ferdin ruh ve ahlâkını ıslah etmek, onu hayır ve iyiliğe yöneltmek. Arzu ve ihtirasların (nefsin hevâsının) akıl ve görev duygusuna üstün gelmesini önlemek…
3- Toplum hayatını, genel emniyeti (güvenliği), insanlar arasındaki adaletin ve özgürlüklerin korunmasını sağlamak…
İslâm’ın dayandığı iki temel olan Kur’an ve sahih Sünnetin getirdiği hükümlerin (ölçü ve ilkelerin, emir ve yasakların) olmasının sebebi bu olduğu gibi, yetkili âlimler tarafından geliştirilen İslâm fıkhının da genel maksadı bunlardır. Bazı hükümlerin bağlayıcı, bazı hükümlerin yasak, bazı hükümlerin tavsiye nitelikli olmasının sebebi de bu amacı sağlamaktır.
Burada şu soru sorulabilir: İslâm fıkhının ana hedefi nedir?
İslâm fıkhının en önemli hedefi kişi ve toplumlara faydalı olanın sağlanması, zararın kaldırılması yoluyla kişi ve toplum düzeninin korunmasıdır. (Buna fıkıh diliyle; ‘celbu’l-mesâlih def’u’l-mefâsid, ya da maslahâtı celb mazarratı def’ denmiştir)
Bu şu demektir: Bir mü’min İslâm’ın emir ve tavsiyelerine uyar, onları ahlâk ve davranış hâline getirirse, kendi faydasına olan sonuçlara ulaşır. Bir mü’min İslâm’ın kendisine haram kıldıklarından sakınırsa, kendi zararına olan sonuçlardan uzak kalır, kurtulur.
Bu, İslâm fıkhında (hukukta) genel bir kuraldır ve onun en önemli gayesidir. Bu da insanın ıslahı (iyi yetiştirilmesi, düzeltilmesi) ve fesadın (kötülüklerin) azaltılmasıyla sağlanır.
Mefsedet/mazarrat; kendisiyle fesadın, zararın, günahın, hak ihlâllerinin meydana geldiği eylemlere denir. Bu eylemler kişi ve toplum için devamlı zararlıdır.
Maslahât; kendisinde fayda, iyilik ve hayır bulunan şeydir. Bir diğer deyişle toplum ve bireyler için devamlı ve çoğunlukla bir fayda sağlayan eylemlerdir, davranışlardır.
İslâm fıkhına göre maslahâtlar üçe ayrılır:
1- Zarûrât (zorunlu yararlar). Toplumun tüm fertlerinin faydasını sağlayan, olmazsa olmaz maslahatlar… Bunlar İslam’ın temel ilkelerindendir ve gözetilmezse fert ve toplum düzeni bozulur. Bunlar 5 tanedir: a. Dini muhafaza (koruma), b. Aklı muhafaza, c. Nefsi muhafaza, d. Nesli muhafaza, e-Malı muhafaza…
2. Hâciyyât (ihtiyaç duyulan yararlar). Bunlar temin edilmeze kişinin hayatı mahvolmaz, toplum düzeni tümüyle bozulmaz ama düzgün de yürümez. Bunun gayesi genişlik sağlamaya, zorluğun kaldırılmasına duyulan ihtiyaçtır. Mesela; alım-satım, kiralama, borçlanma, akitler, mubah muameleler, neslin terbiyesi, nikâh gibi…
Bunların bir kısmı zarûriyât maslahâtın tamamlayıcısıdır, bir kısmı da beş zarûrî korumanın içine girerler.
3. Tahsiniyyât (güzel görülen yararlar). Kendileriyle güven içinde ve mutlu olarak yaşatacak, ümmeti güzel gösterecek faydalardır. Güzel âdetler, muâmeleler gibi… Bunlar genelde kamu yararınadır. Kötülüğe giden yolları kapatmak, tehlikeye düşmekten iyidir. “Def’u zarar celb-u menfaatten evlâdır” denmiş…
Zarûrât (zorunlu yararlar) üzerinde biraz duralım. Zira bunlar hem İslâm hukukunun amacı, hem de şimdi -nerede yaşarsak yaşayalım- hepimizi ilgilendiriyor. Bunlara “zarûrât-ı hamse-korunması zorunlu olan beş konu’ denir. Bu ilkelere uymak, toplumda adaletin, huzuru ve güveni, ahlaki değerlerin ve sorumlulukların korunmasını sağlar.
a. Dini muhafaza (koruma). Buna din emniyeti ve din özgürlüğü de diyebiliriz. Öncelikle Müslümanlar dinlerini (İslami hayatı) korumalı. İslam’ın temel ölçülerine, ibadet ve ahlâk ilkelerine uygun yaşamak Din’i korumaktır. Genel anlamda ise insanların kendi iradeleriyle hak dini seçebilmelerine yardımcı olmak. İslâm ile yürekleri birleştirmek, İslâm ile yürekler arasına girmiş engelleri kaldırmak (cehd etmek), İslâm’ı güzellikle temsil etmek (bu “İslam güzel ahlaktır” ilkesini de kapsar), uygun araçlarla ve dille onu tanıtmak… Ancak “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara 2/256), Kur’an Hakkı kabul etmeyenlere; “Sizin dininiz size benim dinim bana…” (Kafirûn 109/6) diyor.
b. Aklı muhafaza. Aklın korunması insanların sağlıklı düşünmelerini sağlamaktır. İnsanın değeri akıllı ve iradeli bir varlık oluşundandır. Allah (cc) ‘emânet’ dediği şeyleri akıllı kimselere verir. Kur’an, “aklediniz”, “Hâlâ düşünmez misiniz?”, “Onlar hiç düşünmezler mi?”, “Ey akıl sahipleri ibret alınız!” diyor.
İnsan akılla düşünür, anlar ve karar verir, akılla emâneti anlar ve korur. “Aklı olmayanın dini de yoktur.” Yani din açısından sorumlu olmaz. Bu bakımdan İslâm akla zarar verecek şeylerden; mesela bâtıl inançlardan, hurafelerden, saplantılardan, alkol ve uyuşturucu, oyun ve eğlencelerden, bağımlılıklardan sakındırıyor.
c. Nefsi muhafaza. Nefis burada ‘insan, kişi, birey’ anlamındadır. Bu hayatın, canın korunması, can güvenliği demektir ve İslâm’a göre değerlidir. Her canlının İlâhi kaderde belirlenen yaşama hakkı vardır. Canın korunması, toplumda huzur ve güven için temel ilkedir. Kur’an “bir canı (kişiyi) haksız yere öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir” (Mâide 5/32) diyor. Rasulüllah (sav) Veda Hutbesinde şöyle demiş: “Bugün, bu ay ve bu belde nasıl kutsal ve korunmuş ise, canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da öylesine korunmuştur (korunmalıdır).” (Buhârî, İlim/37, Hac/132; Müslim, Hac/147) “Allah’ın haram kıldığı bir cana kıymayı” yedi mahvedici günahlardan saymıştır. (Buhârî, Vesâyâ/23, Tıb/48, Hudûd/44. Müslim, Îmân/144. Ebû Dâvûd, Vesâyâ/10)
d. Nesli muhafaza. Soyların sağlıklı bir şekilde devam etmesi her kişi ve toplum gereklidir. Neslin devam etmesi için de evlenme, aile olma şarttır. Bu sebeple İslâm evlenmeyi (nikâhı farz anlamında) vacip (Nûr 24/32), evlilik dışı bütün ilişkileri (zina ve benzerlerini) haram kılmıştır. Kur’an; “sakın zinaya yaklaşmayın, çünkü çirkin bir edepsizliktir” diyor. (İsrâ 17/32)
Dinimize göre evlenme (nikâh), çocuk sahibi olma ve neslin devamını sağlama, ibadettir. (Şüphesiz bir şeyi Allah emrediyor veya tavsiye ediyorsa onu yapmak ibadettir, kulluk görevidir). Bundan dolayı nikah dışı ilişkiler haram olduğu gibi çocuk düşürmek, kürtaj, çocuk öldürmek de haramdır. (Bkz: Mümtehine 60/12)
1. Malı muhafaza. İslâm’a göre helâl yoldan elde edilmiş mülkiyet hakkı vardır ve korunmalıdır. Bu insan haklarına uygun, sosyal düzen ve güvenlik için gereklidir. Bundan dolayı hırsızlık, gasp, soygun, karaborsacılık, sahte evrakla mal edinme, malı istifleme, haram maddelerin ticareti, kumar, vs. haramdır.
Hayatın devamı için mal, servet, dünyalıklar olmalı. Bütün bunlar Allah’ın nasip ettiği nimetlerdir ve rızıktır. İslâm Müslümanlara geçimlerini helâl yoldan kazanarak yapmaları, bunu nasip edene şükretmelerini ve o mal üzerinde hakkı olanların hakkını vermelerini, yani infak etmelerini emredir. Âhirette kişi; “malını nereden kazandın, nereye harcadın” diye sorguya çekilecek. (Tirmizî, S. Kıyâme/1 no: 2416)
Bu beş esas bir açıdan insan haklarıdır, korunması gerekir.
H. Kerim Ece —◄