
Merhaba değerli dostlar; ömrümüz hayırlı ve bereketli olsun. Korktuklarımızdan emin umduklarımıza nail olma duasıyla söze başlayalım.
Konu olarak “insan”ı ele alacağız. Onu övüp eleştirirken ne olduğunu/olduğumuzu da anlamaya çalışacağız inşallah. Burada insana dair yazarken imkânlarımızın el verdiği kadar, sadece bazı örneklerle deryadan bir katre misali olacak. Şimdi yukarıdan aşağı doğru çekim yapılarak inilen bir orman belgeseli izlediğinizi düşünün; artık yere indikçe sadece ağaçları değil bir takım hayvanların yaşam şartlarını ve birbirine hile (tuzak) kurup ağına düşürme mücadelesini de göreceksiniz.
Celaleddîni Rûmi’de insanın dışını uzaktan bakınca ağaçlarla donanmış, içine indikçe de yılanın, çıyanın, aslanın vs. hayvanların bulunduğu derin bir ormana benzetir. Zaten insanları tanımlarken de karakterine göre bir hayvan metaforu kullanırız; kıyıcı gaddar tipleri kurda, cesur ve güçlü olanları aslana, sinsi ve kurnaz olanları tilkiye, hain ve düşman olanları yılana, çekingen ve masum olanları da ceylana benzetiriz vs..
İnsan’da bu hayvâni duygular olduğu gibi bir de şeytâni ve melekî duygular vardır: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems sûresi 7,8,9.)
Bu ayette zıt kutuplar arasında “insan” olabilmenin formülünü Allah cc. ‘iradeye’ bağlıyor. Yani, “Nefsini (şirk, küfür, haset, riya, yalan, kibir, kin ve cimrilik gibi tüm kötü duygulardan) arındıran kurtuluşa ermiştir.” buyuruyor.
Zaten insan değerini ne robot gibi iradesiz/ kurgulu olmasından, ne de melek gibi masum ve günahsız oluşundan almaz; bilakis nefs ve şeytan gibi menfi ayartıcı etkilere karşı (zaman zaman hata ve günaha düşse de) erdemli olma gayretinden alır.
Bu sakınmaya veya direnmeye Kur’an “Takva” diyor ve zaten Allah katında en değerli/ erdemli kişi de “müttaki” olandır. (Hucurat 13.)
‘Tezkiretü’l Evliya’ kitabında olduğunu sanıyorum: Bir âlime birisi nasıl olduğunu sorunca, “Sen dağları görür, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar, bulutlar gibi geçip gitmektedir…” (Neml 88.) ayetiyle dışardan göründüğü gibi rahat ve sakin olmadığını bir mecazla ifade ediyor. Evet, dağ gibi gördüğümüz insanların içinde acaba -kaygı, keder, acı, hasret, hüzün- gibi ne volkanlar patlıyor biliyor muyuz?.
Dağlar ne ki!.. Hatta insan, dağların, göklerin ve yerin almaktan çekindiği emaneti yüklendi… (Ahzâb 72.) Böyle bir sorumluluğu niye alsın ki?.. Aynı ayetin sonunda gelen cevap çok garip: “…Doğrusu o (insan) çok zalim, çok cahildir.”
“Eli boş gidilmez gidilen yere / Rabbim boş gelmedim ben suç getirdim / Dağlar çekemezken bu ağır yükü / İki kat sırtımda pek güç getirdim.” (Tâhirü’l-Mevlevî).
Hz. Ali (r.a.) efendimiz, insanın manevî potansiyelini, “Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, ama en büyük âlem sende gizlidir.” sözleriyle ifade etmiş.
Şeyh Galip’in meşhur bu şiiri de belki Hz. Ali efendimizin sözlerinden mülhem dile gelmiştir: “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
(“Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği olan insansın.”)
İnsanı tanımlamak insanlık tarihi boyunca süregelmiştir. İnsan nedir, kimdir?..
Batılı feylesoflar, insanı “konuşan, düşünen, sosyal bir hayvan (canlı)” gibi benzer sıfatlarla tanımlarken doğuda ki bazı inanç ve kültürlerde de insan, secde edilecek kadar saygın ve yücedir.
Peki Allah Kur’an’da insanı nasıl değerlendiriyor?.. Bizim için hakikat ve önemli olan budur. (Bir kısmını zaten yukarıda da bildirdik.)
Allah insan’dan bahsederken “özel ve güzel yarattığını, değer verdiğini” muhtelif ayetlerde bildiriyor elbette. Ve o kadar nimetler ikram edip yüceltiyor ki, Kendi Esmâ’sı (isim ve Sıfatlarından) birer cüz’de insana veriyor: İlim, irade, rahmet, afv, kelam, mülk, sabır… Peki sonuç nedir?.. Teşekkür olmalı değil mi?
Maalesef insanların çoğu bu konuda nankörlük etmiş, küfre girmiştir.
Allah iyi olanları -iman edip salih işler yapanlar- diyerek istisna etti ama çoğunun ziyanda olduğunu (Asr sûresi) söyledi. Bunun sebebinden bazıları; sürü psikoloji yüzünden, “el âlem ne der,” “atalarımızı böyle bulduk.” Kula kulluk, güce tapınma, tabular, dünya sevgisi, bencillik, cimrilik vs.. bir de hakkı görmeme, duymama, bilmeme gibi (Araf 179.) üç maymunu oynamaları (dikkat insanların çoğundan bahsediyoruz.) maymundan da aşağı düşürdü: “…İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha (aşağı) sapıktırlar.”(Araf 179.)
“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik. Ancak, iman edip salih ameller işleyenler başka.”
Tin sûresinde bahsedilen bu insanın, “En yüce dereceden en aşağılık derekeye” nasıl düştüğünü yaşadığımız hayatta örnekleriyle görüyoruz değil mi?..
Misal, geçen ay bir Bosna-Hersek gezisine katıldık. Tarihî önemi ve coğrafi güzelliğinin ötesinde bu ziyaret bizim için bir eğitim ve şuurlanma dersine döndü. İnsandan bahsediyoruz ya, 92-95 savaşında Sırpların ve Hırvatların da onlara katılıp, Boşnakları, sivil insanlar, kadın ve çocuk demeden nasıl bir canilikle katlettiler (insanlık dışı bu zulmü) yerinde incelemiş olduk.
Burada anlatacağım şey sadece savaşın kötü yıkımı, acısı, ölümü değil. Bunlar savaşlarda (istenmese de) olağan, bilindik vakıalar.
Bir topluma (Boşnak Müslümanlara) bu kadar kin, düşmanlık, garez neyin nesi?..
Yüz on bin insan öldürdüler, bunun tartışmasını ayrı tutalım. Bunu anladık da 40 bin kadına tecavüz ve (dikkat) bu tecavüz uygulaması sekiz yaşından seksen yaşına kadar çocuk ve yaşlı demeden (hayvanca diyemem, hayvanlara yazık) bir halka karşı ne mânâ ifade ediyor, ne gibi bir mesaj var, nasıl bir ruh hâli, nasıl bir sapıklık adını siz koyun.
Orada savaşa katılan Boşnak Harun komutan savaş şartlarını anlatırken Sırpların bu alçak ve rezil durumlarına bir acı, utanç verici bilgi daha ekledi: Arkadaşının on yaşındaki kızına tecavüz edip videoya çekiyorlar ve o videoyu o yavrunun babasına zorla izlettiriyorlar… Yukarıda adını koyamadığım sapıklığın en iğrenci de buydu aslında.
Bitmedi, orada sınaypır silahlarla halka ateş edilirken özellikle çocuklar hedef alınıyor ve “ailesi yardıma gelsin de hepsini vuralım” diye önce yaralayıp sonra hepsini öldürüyorlar.
Bitmedi, daha kötü ve sapıkçası, “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” diyor ya Mehmet Akif’imiz; medenî geçinen Avrupa ülkelerinden Bosna’ya gidip para verip zevkine/fantezi olsun diye sivillerin üzerine dürbünlü silahlarla atış talimi yapmışlar.
Savaşta büyük kıyımlar olsa bile yine bir savaş ahlâkı, insanlık namına bir vicdan olur diyeceğim ama kafirin Allah korkusu olmadığı için ne insafı, ne merhameti ve nede vicdanı olur.
“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır; Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.” Mehmet Akif Ersoy.
Evet, “ahseni takvim” (En yüce, güzel biçimde)yaratılan insan mahlûkatın en şereflisi, (Eşrefi’l Mahlukat) olduğu gibi insanlıktan da çıkıp mahlukatın en şerlisi, “Esfel’i safilin” (en sefili- aşağıların aşağısı)en şerefsizi yâni “edna’i mahlukat”(En aşağılık yaratık) da olabiliyor.
İnsan sûresine bir göz atalım..
1.“İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.”
“(İnsan cinsi evrenin yaratılışından çok sonra yaratılmıştır. Evrenin yaratılışından insanın var edilişine kadar uzun bir süre geçmiştir. Bu zaman diliminde insan cinsi henüz yoktur, adı sanı geçmemekte ve anılmamaktadır. Âyet-i kerimede, kuvvetle muhtemel ki bu gerçeğe işaret edilmektedir.”)
- Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.
(Başka bir ayette “Atılmış hakir sudan yaratılmış bu insanın küstahlığından, düşmanlığından da bahseder” Allah cc.)
- Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği) yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.
İnsan, bir filmde baş rol alamayabilir. Bir şirket, kurum, devlet vs.. hayatın bir çok kademesinde de başrol alamayabilir.
Ama şerefli, namuslu, erdemli bir insan olma noktasında zorlanmadan Allah herkese başrol “En iyi insan” olma garantisi veriyor. İki yol ayrımında (çataldasın) tercih/ irade kullanmakta özgürsün, ister sağdan git ister soldan.
“Kuşkusuz biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör.”
“Sen însansın.. Meydanlara senî heykel heykel dîkmîşîz
Her destana dökülmüş boydan boya adın
Kahraman demîşîz meçhul asker demîşîz
îsmîn mübarek cîsmîn mübarek
Alkış alkış kasîdeler sarmış boyunu
Ağırbaşlı kîtaplar senîn adına
En yîğît besteler senî söyler
Kuyruklu yıldız gîbî nutuklar çekîlmîş
Her namına her şanına bayram günlerî
Mızıkalar ayak vurmuş beste beste
Örülmüş çelenkler aldan yeşîlden
Laleden sümbülden karanfîlden
Sen însansın lîlîşan
Sen însansın sen însan..
Yangınlar alevinden geçîp de gelen dost
Yelken gîbî açılmışsın zalîm rüzgara
Harp demîş vurmuş vurmuş lîlîşan
Ölümler götürmüş zulümler götürmüş
(…)
îrzını buğdayla değîşmîş kızlar lîlîşan
Hey lîlîşan lîlîşan gülmüşem ağlamışam
Bîr tuhaflık olmuş dünyanın halî
Çatkı çatmış karalar bağlamışam
(…)
Norveç’te kış yavuz gelmîş buz gelmîş
Ölen ağlar İtalyalım ölen ağlar
Hîndîstan’da Müslümanlar Hindular
Çîn’de sefalet Yunan’da harb-î dahîlî
Grevcîler lînç edîlen zencîler
Yumruk gîbî sıkılmış sankî dünyamız
Ölümlerden ölüm beğen lîlîşan
Sen însansın îkî mîlyar cansın
Fransız ve slovak Arnavut ve Alaman
Kalbînde pırıl pırıl ümîtler taşıyarak
Dünyada bulutlar mîsalî yaşayansın sen
Sen însansın
Sen însansın
Sen
însan…” Atilla İlhan. —◄◄