Bir yakınımız vefat ettiğinde, derin bir yalnızlığın içine düşeriz. Yeni yürümeye başlayan bir çocuğun, düşüp dizlerini kanatması gibi. Sonra etrafımıza bakınırız. Bizi kaldıracak birilerini ararız. Bu arayış dizlerimizdeki yaraların acısını unutturur bir zaman. Kimse gelmeyecek. Sonra yaralarımıza döneriz. Yaralarımız kabuk bağlayıp yok olsa bile, acısı her zaman oradadır. Ve hayatımız boyunca bazen azalarak bazen artarak gözlerimiz birilerini arar. Ama her defasında hayata, içimizdeki acılarımızla döneriz. Hayat acılarımızın üzerinde kabuk gibi kaplanır. Ancak böyle dayanabiliriz galiba. Herkesin kuyusu başkadır içinde. Herkesin rabıtası ve gökyüzü başkadır.

Bu acıların yanında mensup olduğumuz milletin bugüne kadar yaşadıkları ve tarihin önümüze getirdikleri, hâlîhazırda yaşadıklarımızın bize verdiği acılar/yaralar da vardır. Bunlar her ne kadar dışarıdan belli olmasa da, aklımızın bir köşesinde bize büyük bir yük ve ızdırap olarak durur. ‘Büyük bir milletin mensubu olarak ben bu kadar derin bir zillete nasıl düştüm?’ diye kendimize sorarız ve bu büyük bir acı verir. Varlık acısı. Etrafımıza bakınırız bu acımızı dindirecek bir el ararız.

İlkin lise yıllarımda çok kıymetli Halil Kemerli Hocam (Allah hayırlı uzun ömürler versin) sayesinde haberdar oldum Sezai Karakoç ve Teoman Duralı Bey’den. “Haberdar oldum” diyorum zira hakkını vererek tanıdığımı iddia edemem. Hocama layık bir öğrenci olamadım hiçbir zaman. Lise yıllarında memlekette bir dağınıklık vardı. Özellikle düşünce alanında daha keskin ve ağırdı. Gidişatın iyi olmadığını söyleyen herkes bütünün bir parçasını tutup, parçayı bütünün üstünde tutmak ve gerisini yok saymak gibi bir yol takip ediyordu. Slogan enflasyonu vardı. Sezai Bey’in ilk okuduğum ‘İslam’, ‘İslam’ın Dirilişi’, ‘İnsanlığın Dirilişi’, ‘Diriliş Neslinin Amentüsü’ ve belki de beni en çok etkileyen ‘Yitik Cennet’ kitapları ile bizi bu dağınıklığın dışına çekerek bir bütünlük fikri verdi. İstanbul’da yaşıyordu, memleketimize ve dünyaya İstanbul’dan bakıyordu. Lakin gündelik hayatın ve parçaların kavgasından kendini çekip yukarıdan bir bütün olarak bakıyordu  Bu bize bütünlük fikrini kazandırdı.

Kitaplarıyla yolumuzu açarken, slogan ve çıkar diline asla tenezzül etmeden bu bütünlük fikrini önce parçalara ayırıp, her parçayı yetkin bir şekilde anlatarak ve sonrasında bunu bütüne irca ederek sağlam bir yapı inşa ediyordu. Bu, örselenmiş ruhumuzu tedavi ediyordu ve bize onurlu bir duruş kazandırıyordu. Kendi fildişi kulesine çekilip, söyledikleri ayrı hayatı ayrı bir şekilde değil, yaşayarak ve örnek olarak bize gösterdi. Her ne kadar cesaret edip yanına gidemesem de, orada bulunuşu bize tarifsiz bir güven duygusu veriyordu. O güven duygusunu tesis eden samimi ve pazarlıksız olarak, bizlere yol açmasıydı.

Teoman Duralı Bey’in ‘Çağdaş Küresel Medeniyet’ kitabı vardı. İz Yayınları’ndan  çıkmıştı. İnce bir kitaptı. Daha sonra Dergâh’tan çıktı gözden geçirilmiş baskısıyla. Övgü ve sövgü arasına biz gençleri sıkıştırmış insanların aksine, Teoman Bey, zemini, olanı biteni bulunduğu hâl üzere anlatıyordu. Dünyada hâkim medeniyeti, üzerinden çalakalem bir bakışla değil anlayarak ve her şeyi yerli yerine koyarak önümüze getiriyordu. Bu kitap her satırı altı çizile çizile okunması gereken bir kitaptı. Bir satırı okuyorsunuz mesela, o satır size yeni ve başka yönleri ihata etmeye mecbur ediyor.  Anlıyoruz ki, derdi ve dili olan ancak böyle bir kitap yazabilirdi. Ne oldu? Bizim cenah! dönüp bakmadı. Kendisi bunu konuşmalarında dile getirmişti. Teoman Bey’in hayranlık uyandıran bir diğer katkısı dil şuuru. Çıkardığı felsefe dergisi Kutadgubilig bunun göstergesi. Felsefeyi dilimizle kurma çabası ve bunun için yazdıkları heyecan vericiydi. Sözlüğümüze dikkat kesildi ve bizi bu dikkate davet etti. Kanaatimce duyarsızlığımız sebebiyle, akademinin sınırları içinde kaldı. Kıymetli öğrencileri Teoman Bey’in bıraktığı yerden yürüyeceklerdir.

Kıymetli büyüklerimi değerlendirmek haddimi aşmaktır. Elimizden tuttular. Yol gösterdiler. Aradığımız ve kendi kavlimizce tutunduğumuz ellerdi. Bize dik yürümeyi, okumayı, anlamayı ve mücadele etmeyi öğretmeye çalıştılar. Üzerimizde hakları çok büyük. Bu yazıyı bir dua vesilesi olması niyetiyle yazdım.

Allah’tan rahmet dua ediyoruz. Biz bütün kalbimizle onlardan razıydık. Allah’ta razı olsun. Mekânları cennet, makamları âlî olsun.

Hâlâ içimizde dönüyor o sözler: “Göçtü kervan kaldık dağlar bağında.”

Behçet Ali şeker               —◄◄