Bir hafta da olsa, bir kaç gün İstanbul  ve bir kaç gün Ankara ziyaretini yapmak nasib oldu. Bir şeyleri eleştirmek gibi bir niyetim yok, çünkü eleştiriyle ne insanın ne de grupların değişebileceğine inanıyorum. Hataları görmek önemli ama olayları sadece eleştiri üzerinden düzeltmeye çalışmanın hiç de etkili ve yapıcı bir yöntem olmadığını söylüyorum.

O yüzden güzel şeylerden bahsedelim: S. Gökçen havalimanından metro ile 1 saatte Üsküdar’a gelmek çok güzeldi. Eylül’de hava çok güzel, İstanbul’u tarih bilerek gezmek çok güzeldi. Üsküdar’dan vapura binip Eyüp’e, oradan da tramvayla Eminönü’ne gitmek de çok güzeldi. Eyüp’te önceden görmediğim ama not aldığım yeri görmek de güzeldi. Tahta çıkacak Sultanların, Kılıç Kuşanma merasimi için yürüdükleri yolu görmek güzeldi. Az ileride Dersaadet Vakfı’nı görmek güzeldi. Belki gün ve saatini denk getirseydik, Dursun Gürlek hocanın dersini dinlemek ise daha güzel olabilirdi.

Cuma namazını Süleymaniye’de kılmak güzeldi. Akabinde, Müslüman olmayanlara İslam’ı tebliğ eden Kim Vakfı gönüllülerini görmek çok güzeldi. Bizi alıp yakındaki vakıf binalarına götürmeleri, yemek ikram etmeleri, tebliğ süreçleri ile ilgili bilgiler vermeleri ise ayrı bir güzellikti. Mihmandarımız, yıllarca İzmir’de yaşamış. Kızı üniversite için İstanbul’a gelip, Kim Vakfı’nda gönüllü olunca, babası da arada sırada ziyaretlere gelince, Vakıf Başkanı Mustafa Bey, Muttalib Bey’e “İstanbul’a taşınsana’ demesiyle İzmir’den Karagümrük’e ve çok farklı bir hayata geçiş olmuş. İnsanların Müslüman olma süreçlerini anlatırken, gözlerindeki ışıltıyı görmemek ise mümkün değildi. Vakfın önünde resim çektirip tarihe bir not düştük.

Hani bir hayalimiz var ya “işi bırakmak”.

Sonra hep sorarlar, ‘peki sıkılmayacak mısın, ne yapacaksın eğer çalışmazsan?’ Neden canım sıkılsın?  Allah için yapacak o kadar çok şey var ki. O yüzden Muttalib Bey’e hayalimdeki işi yaptığı için gıpta ettim ve hayran kaldım. Demem o ki, Süleymaniye ve Kim Vakfı çok güzeldi.

Tophane’deki Mimar Sinan eseri Kılıç Ali Paşa camisini görmek güzeldi. Sirkeci’de Rasulullah’ın ayak izini görmek güzeldi. Sanki bir gelenek oldu, keşfettikten sonra her gidişimizde muhakkak bir uğruyoruz.

Yine Sirkeci’de bir firmanın önünde insanlarla konuşmak için can atan yabancı birisini görüp tanışmak da güzeldi. “Nerelisin”  diye sorduğumda ‘Saudi Arabia’ dedi. Yanında hanımı da vardı ve 23 yıldır Tarabya’da evi olduğunu söyledi Mekkeli abi. Mekke’de ise Aziziye’de oturuyormuş Usame abi. Arapça öğretmenliği yapmış, şimdi ise taksicilik yapıyormuş anladığım kadarıyla. Bize telefonunu verdi. Bir abi kardeş gibi sarıldık birbirimize. Birbirimizin elini öpmek istediysek de ben onu başından öptüm. Çok güzel bir insan, bir de  şehirlerin anasından gelirse, içim kaynıyor hatta içime sokasım geliyor. İnşallah bir gün evinde de ziyaret etmek nasib olur. Yani Usame abi ile de tanışmak çok güzeldi.

İstanbul günlerinin dolu dolu geçmesi çok güzelken, çok çabuk geçmesi ise fazla güzel değildi. Sonrasında ise ver elini Ankara.

Ankara’da sıla-i rahim güzeldi. Kayınbiraderim ‘sizi Külliye’deki kütüphaneye götüreyim mi?’ teklifiyle devasa bir kütüphanede bulduk kendimizi. Bir anda, ‘keşke şurada bir köşeye otursam ve saatlerce oturup kitap okusam’ hissiyatı çok güzeldi.

Kahve almak için sırada beklerken, arkamızdaki Endonezyalılarla tanışmak da güzeldi. Bartın’da öğrencilik yapan bu iki genç, biri Kalimantan adasından diğeri de Cakarta’dan üniversite okumak için Türkiye’ye gelmişler. Ayaküstü de olsa sohbet etmek çok güzeldi. Gençler cıvıl cıvıl iken, Suriyeli bir bayanla tanışan eşimin ‘Türkiye’de hayatınız nasıl?’ sorusuna, ‘iyisi de var kötüsü de var’ cevabının içimi acıtması hiç  güzel değildi. Belki bir gün bu konuda eteğimdeki kayaları dökerim inşallah.

İstanbul’la kıyaslandığında öyle pek de ahım şahım güzellikleri olan bir şehir değil Ankara. Her ne kadar Ankara’da doğup büyüsem de, bir başkadır İstanbul. Geçenlerde Ebubekir Sifil hoca ile yapılan bir söyleşiyi izlediğimde o da yıllarca Ankara’da yaşadıktan sonra İstanbul’a yerleşince, İstanbul’un gerçekten çok farklı olduğunu söylemişti.

Evet, her şehrin kendisine ait bir karakteri var. İstanbul da nev-i şahsına münhasır, insanı kendisine her açıdan çeken çok ayrı bir aurası var. O yüzden ne İstanbul’a doymak ne de ondan usanmak istemiyorum. Rabbim daha bir çok güzelliklerini keşfetmeyi nasib etsin.

Ergün Madak —◄◄