Ama sağ olsun yol arkadaşım bana katlandı. İnsanın asıl karakteri yolda belli olurmuş.

Sefer, insanın soyulup aslının ortaya çıkması demektir. Onun için: “Evvel refik badel tarik- önce yoldaş, sonra yol” gelir.

Tekrar iki yüz km. geriye, Budapeşte’ye gidip geçici bir pasaport için beklemek ve tekrar gümrüklerin file/ kuyruk sıkıntısı aslında bana başka bir şeyin kaygısını yaşattı:  Dünyada hatalar zor da olsa telafi edilebiliyor, fakat kıyamet sonrası mahşer gümrüğü, geri dönüşü (telafisi) olmayan bu sonsuz yolculuğa ne kadar hazırız?..

Orada geçerli pasaport nedir?.. Oranın polisi nasıldır?.. Rüşvet alır mı, konsolos devreye girebilir mi veya çok yakın bir bürokrat tanıdığımız varsa faydası olur mu?..

Hayır!.. Orada geçerli/ geçebileceğimiz tek “pasaport” iman ve salih bir amelden başkası değil.

Yaşamımızda eksik ve ihmal ettiğimiz her mesele: Ailemiz, çocuklarımızın eğitimi, terbiyesi ve ebeveyn olarak ilgi ve sevgimiz vs.. Allah’a kulluğumuz, insanlar arasındaki hukukumuz ve vazifelerimiz, belki ciddiye almadığımız en küçük detaylar bile aradan onlarca yıl geçiyor da yine bir yerde karşımıza çıkıyor ve yüzümüze bir tokat gibi vuruluyor. “Hayat hata kabul etmiyor.” sözü bana biraz doğru geliyor artık.

Bir de kardeşlerimiz yolculukta sıkça karşılaştığı bir meselenin fetvasını soruyorlar: “Macar, Sırp ve Bulgar polisinin haksız yere durdurup para almak için alıkoyması durumunda (başka çare yoksa) para vermek ‘rüşvet’ sayılır mı?..” diye.

Hayır!  Rüşvet sayılmaz, çünkü bu paralar eşkıyalık yapan polislerin şerrinden kurtulmak için ‘haraç’ olarak veriliyor.

İşte bu sene Viyana’dan izine giden yeğenimin cüzdanını alıp, zorla arabanın yanına gönderen polislerin, iki yüz Euro’sunu çalmaları/ gasp etmeleri, bir nevi polisin elinde esir durumunda olduğunu gösteriyor.

Elhamdülillah nihayet memleketimize vardık. Acısı-tatlısıyla güzel, bereketli bir izin yaptık. Aslında bu sefer niyetim dîni ve siyasi meselelere hiç girmemek ve konuşmaktan daha çok dinlemekti.

İstanbul’da bir mahalle camisinden çıkarken yemek için uygun bir yer sorayım dedim. Sağ olsun cemaatten samimi gördüğüm bir ağabeyin tavsiyesi üzerine (yalnız yememek için) ona da ısrar edip beraber gittik. Tanışma sürecinde uzun uzun kendinden ve yakın tarihin önemli isimleriyle ilişkilerinden bahseden ağabeyimiz, kısa bir dönemde imamlık yaptığından bahsedince hem siyasi hem de İslami donanımı olduğunu düşünüyor ve fiziken iri yarılığının yanında bu yönüyle de gözümde iyice büyütüyordum ki, bir de ne desin: “Hani peygamberiz demiş ya: “Ben Arap’ım Arap benden değil.” diye.

Haşa.. Bunu söyleyince kocaman adam delinmiş balon gibi gözümde küçücük kalıverdi. Demek ki mesele çok malumat, ezberi bilgi sahibi olmak değil; aklını kullanabilecek bir rüşt, şuur ve hikmetle eşyayı okumakmış.

Bunu niçin anlatıyorum?..

Zayıf hadis bile sayılmayan, cahil ırkçıların uydurduğu bu yalanı, azıcık akıl ve imana sahip bir kişinin bilmesi gerekirdi. Çok şaşırdım, vallahi çok da üzüldüm ve anladım ki, bizim hâlâ konuşacak ve öğrenecek çok şeye ihtiyacımız varmış.

Sadece avamın değil, âlim ve arif geçinen herkesin öğüde/ nasihate ihtiyacı var demek ki: “Öğüt ver; kuşkusuz ki öğüt Mü’minlere fayda verir.” (Zariyat 55.)

 

Bu sene (İstanbul’da) taksiciler iyice azıtmışlar. Müşteri ve gidilecek yeri beğenmemeleri, turist avcılığı gibi rezil hâllerine şahit olduk ve zaten haberlere de konu oldu. Şimdi polislerde onları avlıyor ve ağır ceza kesiyorlar.

 

Bir de, hafta boyunca otelde kalırken bambaşka bir kültüre rastladım. Mesela biz Hollandalılarla bile karşılaştığımızda “Halo veya Hoi” diye selam veriyor ve alıyoruz. Otele girerken selam veriyorum  resepsiyondaki adam bile “aleyküm selam” demiyor ve sanki hiç duymadığı bir sözmüş gibi aval aval bakıyor.

İnsanlar/müşteriler geçerken de, hadi, “Selam..” dinî bir kavram diyelim, “Merhaba” veya “iyi günler” gibi seküler bir sözde söylemiyorlar. Tabi her yerde böyle değil ama, memleketin modern(!) geçinen bazı yerleri aslında çok yozlaşmış.

Oysa Türkiye’nin ateist ve Lâ dîni kesmi bile selam verirler. Çünkü selam halkın kültürü olmuştur. En doğrusu ise müstehakına: “Vesselâmu ‘alâ meni-ttebe’alhudâ.” (Selam hidayete tâbi olanların üzerine olsun.) (Taha 47.)

Yoğun kalabalık, aşırı sıcaklık ve bir de maskeyle nefesin kesildiği metropolde oturmak ve rahatlamak imkânı parayla bile bulunamazken, mescitler Allah’ın ibadet eden kullarına en güzel bir ikramıydı. Abdesthanede ayaklarınıza kadar soğuk suyla serinleme ve ayakkabınızı çıkarıp mescitte secdeye kapanarak yorgunluk atmanın huzur ve rahatlığını keşke insanlar bilebilseydi.

Yıllardır köyüne, kasabasına gitmeyen gurbetçiler de var. Türkiye’nin turistlik yerlerini gezip baba yurduna hiç uğramadan ve sıla-i rahim yapmadan geri dönebiliyorlar maalesef.

Hâlbuki mezarları, akraba ve baba dostlarını ziyaret, uzak ve yakın tanıdıklarla çay-kahve içmek, gurbetçiler için bir vefa borcu olmakla birlikte tatlı sohbetlere, sıcak muhabbete de sebep oluyor.

Belki de biz orada doğup büyüdüğümüzden dolayı mı bilemem ama, köyün tozu-toprağı, kasabanın keşmekeşliği, bile bize keyif veriyor.

Akrabalarımızdan biri, annesi yaşlı ve ciddi bir hastalık sebebiyle hastanede kalırken, bu sıkıntının “annesinin büyük bir imtihanı olduğunu” dile getirmişti. Peki sadece öyle miydi?.. Asıl unuttuğu daha önemli bir şey vardı: Bakıma en çok muhtaç olduğu bu günlerde oğullarının, kızlarının veya gelinlerinin tavrı, yardımı veya kaytarması.. “Kim imtihandaydı acaba?..” Allah rahmet eylesin, bir kaç gün önce vefat etti. Bir imtihandı ve bitti. Bakanların yorgunluğu da geçti gitti. Onun hoşnutluğu ve hayır duası hem dünya hem de ahiret saadeti olabilirdi. Neden olmasın ki?..

Hayat ve ölüm dediğimiz şey, bir yolculuk ve menzile varış değil mi?.

Her an herkesle imtihandayız. Fakat küçük bir sorun var: İmtihan kestirilmeyen/ hesap edilmeyen yerden gelir genelde. Bu da samimiyet testi içindir. Bu sınavda uyanıklar değil, abdallar, saflar, samimi olan (Muhlisler) kazanır.

Yapılan iyilik ve kötülük zerre miktarı da olsa mizana gelir. Hiç bir şey unutulmaz, ihmal de edilmez.

Yanlış bir hesap varsa illaki Bağdat’tan döner.

Murat Altun