
“Bir taş attım karlı dağın ardına, Düştü mola Ağ Gelin’in yurduna, Ağ Gelin sürmelim oy…” (Kayseri Türküsü)
Gülşen Kutlu Hanımefendi’nin havalandırması ile haberdar oldum bu Kayseri türküsünden. Kayseri Develi türküsü. O bölgede hemen hemen bütün illerde faklı sözlerle söylenir. Her türkü gibi bu türkünün de bir hikâyesi var…
Hikâyesi şöyle kısaca: Develi’den bir Türkmen obası Erciyes’in güney eteklerinde bir yaylaya çıkarlar. Bu obada ahlâkî ve fiziki güzelliğinden dolayı Ağ (Ak) Gelin adı verilen bir gelin vardır. Kocası ve iki çocuğu ile beraber mutlu yaşarlarken kocası gurbete çalışmaya gitmiştir. Develi çevresinde yaşayan bir eşkıya, güzelliği ile şöhret bulan Ak Gelin’e göz koymuştur. Sahipsizliğini de anlayınca bir gece obayı basarak kaçırmak ister.
Namus timsali Ak Gelin olayı anlar, gece karanlığında iki çocuğunu ve küçük sandığını yanına alarak, karışıklıktan da faydalanarak gizlice Erciyes’e doğru kaçar. Erciyes’in ortalarında öyle bir yere gelir ki ilerisi uçurum gidilmez. Geriye dönse eşkıya. Gözyaşları ve çaresizlik içerisinde ellerini açar ve Allah’a yalvarır:
-Allah’ım! Beni ve çocuklarımı ya taş et, ya da kuş.
Duası kabul edilir. İlk defa “taş et” dediği için onlar taş kesilir. Güneş doğunca oba sakinleri ve eşkıya; Ak Gelin, iki çocuğu ve çeyiz sandığının hayretle ve şaşkınlıkla taş kesildiğini görürler.
Günler sonra obaya dönen kocası olayı annesinden öğrenir. Koşarak gider ve ailesinin taş kesildiğini görür. Uzaklardan bir ses duyar:
– “Yiğidim, namusunu bir eşkıyaya çiğnetmedim. O eşkıyadan ahdımı koma.”
Bu ses Ak Gelin’in sesidir. Delikanlı taş kesilen ailesine bakarak:
– “Alırım ahdını, koymam Ak Gelin” diye haykırır.
…
Genellikle yaz sonrası yazılacak şeylerin en başında tatil izlenimleri veya gözlemleri vardır. Hazır malzeme. Yazdan önce “sıla-i rahim için gidiyoruz, tatil için değil” denilse de, “işte efendim yola çıkarken sünnete uyulmalı, harama helale dikkat edilmeli” tavsiyeleri yazılsa da, sosyal medyada ki paylaşımlarda görüldüğü kadarıyla pekte tesir etmiyor. Deniz, kum, açık büfeden donatılmış masalar, yüzme havuzlarının başlarından fotoğraf karesine ‘töbe bismillah’ kimlerin girdiğine bakmadan otellerden yapılan paylaşımlar gördük ve tabiî ki iftihar ettik. Çağ atladık. Gazetede, orada, burada, şurada yazılan sıla-i rahime dair uyarılar uçtu gitti. Yaşasın deniz, kum, güneş ve oteller…
Memlekete dair bir gözlemim yok. Memlekette izinde bu Develi türküsü dolaştı zihnimde. Özellikle yukarıya aldığım iki mısra çok etkileyici ve ufuk açıcı oldu benim için. “Bir taş attım karlı dağın ardına / Düştü mola Ağ Gelin’in yurduna” mısraları bana çok büyük ve sağlam bir ümit duygusunu düşündürdü. Dağın ardında yârin yurdu var biliyorum, taş attığımda oraya düşecek. Düşmeyebilir. İhtimali saadet. Dağ ardına taş atmayı göze aldık, o taş yârin yurdunu bulacak. Acaba, taşı aşıracağına dağı aşsa olmaz mıydı? Olurdu elbet bizim için. Ama hikmet zayi olurdu. Şöyle bir şey söylenebilir: âlemde hiçbir şey rastlantı olarak yer işgal etmiyor. Her şeyin bir yeri var. İnsanın da bir yeri var. İnsanlar içinde her bir insanın bir yeri var. Bu yer hayatın, fıtratın akışı içinde olduğu müddetçe güzel, mühendisliğe malzeme edildikçe çirkinleşmektedir. Dağın öte tarafında bulunan yâr ile, dağın beri tarafında bulunan ben arasında ilişki rıza ilişkisidir. Olana rıza. Taş atmışlığım kul olarak benim payıma düşeni temsil ediyor. Ama taş yârin yurduna düşer mi düşmez mi bilemem. Ümidim düğeceğine dair. Tabi o da nasip.
Dağın ardında yâr var ve ben buralarda ne âlemdeyim bilmez. Başka bir yâr ile gönül eylesem ve yârin yurduna taş aşırmaktan geri durmasam olmaz mı? Yârin yurduna taş attığımda o taşın benden geldiğini yârim nerden bilecek? Yârin yurduna taş atarken başka bir amelle meşgul olabilir miyim? Mesela Erciyes’in önüne apartman dikerken yâri de düşünsem olur mu? Bak ne kadar soru birikti.
İhsan Fazlıoğlu Bey’den okuduğum “İman ile amel arasındaki makas açılıyor.” tespiti hâlâ geçerliliğini koruyor. Bir zamanlar hayatın içinde ihtiyaten “Deveni kazığa bağla, sonra tevekkül et” buyruğu artık meydanda kazığa tapınma şekline döndü. Ve artık herkes bize bunun gerçek tevekkül olduğunu yutturmaya çalışıyor. Develi türküsünde yârin yani maksudumuzun yurduna taş düşürmek işi göstermelik bir hâl aldı. Herkes dağın beri tarafında yârin kendisini görmediğini düşünerek (yok yok düşünerek değil, inanarak) nobranca aymazlıklara, haramlara yelteniyor. Ara ara da taş düşürmeyi ihmal etmiyor yârin yurduna.
Ben kendi adıma büyük bir ümitle ve dolayısıyla ihlasla, dağın ardındaki yârinin yurduna taş aşırmaya çalışan Ağ Gelin’in yavuklusunun mübarek bir adam olduğunu düşünüyorum. Bu zamanda böyle adamlar mutlaka vardır. Lakin bu karmaşada belli olmuyorlar.
Camide, cemiyette orada burada halim selim gördüğümüz insanların, toplanmanın yasak olduğu zamanlarda internet üzerinden yapılan yayınlarda mikrofonun azizliğine uğramaları sebebiyle ne tinette insan olduklarını ayan olması beni korkuttu. Birde burada bacaktan şişirmelerle, artist artist konuşmalarla, dava falan ağdalı sözleriyle arz-ı endam eden insanların sosyal medya hesaplarından vb. paylaştıkları havuz başı resimler, yemeler, içmeler, hareketler, tavırlar beni yine korkuttu.
Ama şunu biliyorum. Korkunun ecele faydası yok. Buradan hamaset çıkarmayacağım. Kimseyi tahkir etme gayem yok. Kendi adıma zihnimde melodiyle ve hikâyesiyle dönen bu türkünün bende meydana getirdiği çağrışımları paylaşmak istedim. Az zamanım kaldı. Böyle değerlendireyim dedim.
Ağ Gelin yüzümüzü ağarttı. Rahmet olsun
Behçet Ali Şeker —◄◄