Olayın patlak verdiği anda, biz de azınlık olarak başka bir ülkede yaşadığımızdan konuya farklı bir gözle bakıyoruz.

Hollanda’da da gerek doğrudan 11 Eylül’den, gerekse bazı cinayetlerden sonra Müslümanlar doğrudan hedef hâline gelmişti. Hasılı, Battalgazi’deki olaylara benzer olaylar yaşanmadı. Peki soru şu? Eğer Hollanda’da yaşanmıyorsa neden yaşanmıyor, Battalgazi’de yaşanıyorsa neden yaşanıyor? Sondan başlayım: Basından gelen bilgilere göre, Battalgazi’de olaya karışanlar arasında suç kaydı olan iki ayaklı varlıklar da var. Onları bir kenara koyalım. Peki ya diğerleri?

Biraz Battalgazi bölgesini anlatalım: Ankara’nın geneline bakıldığında, ekonomik ve eğitim seviyesi, şehrin diğer bölgeleri ile kıyaslandığında fazla da yüksek olmayan, geçmişte daha çok Ankara dışından göç almış ve gecekonduların olduğu bir bölge olarak tanınır. Bu olaylara karışan iki ayaklı tipler ise, orada doğmuş büyümüş tiplerdir büyük ihtimal. Türkiye’de baştan beri Suriyelileri sevmeyen sol kesimden farklı olarak, bunlar bildiğin ne sağ, ne sol ortada gezen tiplerdir. Zaten böyle tiplerden ne dinî hassasiyet ne de empati bekleyebilirsiniz. Solingen’de yakılarak öldürülen insanların olayını önlerine koysanız öfkeyle dolar, ama aynı olay Battalgazi’de yaşanınca yağmalamaya, kırmaya dökmeye başlar böyle tipler. Peki böyle tiplerin önü nasıl alınır? Valla “camilerde Cuma günleri vaaz ve hutbelerde düzenli olarak işlensin” diyeceğim, bunlar camiye de gitmez, “hapishaneye atılsın rehabilite edilsin” diyeceğim, “keşke bizde olsa da TBS uygulansa” diyeceğim, valla o bile fayda etmez. Geriye iki seçenek kalıyor: Polis gücü ile kontrol etmeye devam etmek, bir de toplumsal bilinci güçlendirerek Ensar insanların sesinin yükselmesinin  imkânlarını araştırmak.

Şöyle yeryüzüne kabaca baktığım zaman iyi ve kötü üzerine oturmuş bir âlem var (hatta Kur’an Hakk-Batıl olarak isimlendirir). Kötüler dünyanın her yerinde aynı: Yağmalar, işkence eder, öldürür. Hatırlayın, hükûmetin Korona tedbir kararları sonrası örneğin Rotterdam’da yağmalanan dükkânları. Bunlar, Amerika’da elektrik kesilir, hemen dükkânları yağmalarlar. Ne sağcı, ne solcu, ne dinci, ne dinsiz, ne Demokrat ne de Cumhuriyetçidirler. Hani derler ya “ipsiz, sapsız, kişiliksiz tipler”. Sen bunlara ne Muhacirinden ne Ensarından bahsediyorsun?  İnsan olana bahsedilir bunlardan, beşer olana değil.

Sıla-i Rahim mi Tatil mi Ya da İzin mi?

Başımızdaki bu virüs tehlikesinden dolayı, geçen yıl büyük bir çoğunluk memleketlerine gitmemişti hatırlarsanız. Bu yıl ise ciddi yoğunluklar yaşandı. İnşallah herkes sağ salim adını koydukları şeyi yapıp, yuvalarına geri dönmüştür. ‘Adını koydukları’ dedim, çünkü akraba ziyareti mi yoksa tatil mi ya da ikisini de mi yapıyoruz, artık ne derseniz deyin. Herhâlde genel olarak ikisini de yapmaya özen gösteriyoruz.

Önce kullanılan kavramlar üzerinde duralım: Eğer Türkiye’ye gideceksek, benim de çok sık kullandığım, ‘izine gidecek misin?’ soru kipini tercih ediyorum. Halbuki Türkiye’de ‘tatile gidiyor musun?’ diye sorulurken tatil yerleri, ‘memlekete gidilecekse’ zaten bu tabir kullanılıyor. İzine gitmek tabiri buralara has bir tabir gibi geliyor. Hatta eskiden şöyleydi; zengin kesim tatile, köylü kesim ise memleketine giderdi yaz aylarında. Şimdi ise tatilcilerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla. TUİK verilerini biraz karıştırdım ama İç Turizm İstatistiklerine ulaşamadım.

Son yıllarda, Türkiye’ye gideceğimiz konuşulunca, eleştirel olarak, otel tatillerinin, sıla-i rahimin önüne geçtiği eleştirisi yapılıyor ve ben bu eleştiriye katılmıyorum. Belki kendi çevremin bir şehirde yaşıyor olmasından olabilir. Demem o ki, büyük şehirlerde yaşayanlar zaten birbirlerini oldum olası çok sık ziyaret etmiyorlar. Herkes kendi hayatı ile meşgul. Yeni bir şey de değil, köyden kente göç ile oluşan bir olgu. O hâlde eğer tatil otellerine gidiyorsak, neden üzerimizde bir suçluluk hissi oluşuyor? Üstelik otellerde sadece dışarıdan gelenler değil, daha çok yerli turistlerin olduğunu görmek hiç de şaşırtıcı gelmiyor artık.

Velhasıl kelam: Tatillerimizi senelerdir, sıla-i rahim, otel, şehir ziyaretleri olarak bölüyoruz. Hem de çok güzel oluyor. Birileri de artık, “Türkiye’yi yabancı bir turist gibi geziyormuşuz” suçlamalarından vazgeçseler ne iyi olur. Topu topu 3-4 hafta olan ‘iznimizin’ arabayla gidiyorsak 1 haftası yola, geriye kalanı da zıpleyerek doldurmaya çalışıyoruz. Bunda Ramazanlarda aldığımız izinlerin de bir faktör olduğunu da unutmamak lazım.

Hangisi Doğru?

Gündelik hayatta  karşılaştığım bir kaç cümleyi paylaşayım:

1- De – Da nasıl ayrı ya da birleşik yazılır?

Ait anlamına gelenler birleşik yazılır ve ‘de’yi kullanmazsanız devrik cümle olur:

Bende o kitap var: Birleşik yazılır ve ‘de’ kalkarsa anlamsız bir cümle olur: Ben o kitap var.

De- Da ayrı yazıldığında, genelde dahi anlamında olur ve cümlede kullanmadığınız takdirde devrik cümle olmaz:

Ben de geldim – Ben geldim.

Bende de aynı düşünce oluştu: Bende aynı düşünce oluştu. (Bakın ‘bende’ birleşik.)

 

2- Soru cümlelerinde mi, mü, musun, misin her zaman ayrı yazılır.

Yeni çıkan kitaplardan aldın mı, okudun mu, okuyacak mısın?          Ergün Madak                           —◄◄