
Oy vermek hak mıdır, sorumluluk mudur?
Dostum Ahmet Efendi, dünya yansa umurunda olmayan biridir. Ancak gidişattan da bir o kadar kaygı duyan bir kişiliğe sahiptir. Bu ikilem onu bazen farklı kimliklere büründürse de, çok severim Ahmed’imi…
Hollanda’da yapılan son seçimlerinde oy kullanıp kullanmadığını sordum. Ahmet Efendi kendinden emin olarak “Hayır, kullanmadım” dedi. Nedenini sorduğumda “Oyuma kıyamadım” diye cevap verdi.
Bu cevaptaki incelik, espri aslında Ahmet’in oyunu vereceği kalitede birini bulamaması mı, yoksa o oyun hakkını vereceği birinin yokluğu muydu bilemiyorum ama kıyamadığımız oyların bize kıydığı da gün gibi aşikâr.
13 milyon seçmeni bulunan Hollanda’da yapılan son seçimlere katılım oranı %77 olarak gerçekleşmişti. Hollanda’nın küresel güçler tarafından dikte edilen tarım ve hayvancılığı bitirme girişimlerine halk sandıkta tokat gibi cevap verdi ve sıfırdan koalisyonu oluşturacak bir parti ile parlamento ve yönetime girdi.
Size dayatılan haksız, adaletsiz, kuralsız uygulamaların karşısında olmak adına önemli bir alan açıyor sandıklar size, bize…
Ahmet Efendi Türkiye seçimlerinde de aynı tavrı sergilememiş oyuna kıymış ve kullanmış.
Geçen seçimlerde Rotterdam’da bir camide seçim bürosu kurulmuş, sandık cemaatin ayağına getirilmişti. Camideki atmosferi yoklamak için içeri girdiğimde yaşı 70’lerde olan bir ağabeyimiz lokalde çay keyfi yapıyordu.
Sandık, hacı abimizin 15 metre uzağında bizi seyrediyordu. Selam verdim ve oyunu kullanıp kullanmadığını sordum. Büyük ve önemli bir iş yapmış edasıyla “kullanmadım” dedi.
Sebebini sorudum, “bana ne faydası var?” diye cevap verdi. “Sandık ayağına gelmiş oyunu kullanmıyorsan; senin elde ettiğin bütün hakları, oyunla, oyunlarla elinden alırlar da haberin olmaz” dedim.
Biraz da gaza gelerek “Ta 200 km uzaklıktaki mesafeye Türkiye’nin seçimi için oy kullanmaya bütün aileni toplayıp gidiyorsun, sana 15 metre uzaklıktaki sandığa gitmeyi gereksiz görüyorsun. Sen oyuna değer vermezsen siyasiler de sana kıymet vermez, seni önemsemez hatta seni fazlalık ve gereksiz görürler” dedim amma beni anladığından hatta duyduğundan da pek emin değildim.
“Taraf olmayan bertaraf olur” ilkesinden hareketle kişi kendi düşünce ve inancına dönük bir oluşumun yanında olmalı; bu da en doğal insanlık hâli ve hakkıdır.
Yurt dışında yaşayan insanlarımıza oy kullanma hakkı tanındığında çoğu kesim “Türkiye’nin kirli siyasetinin yurt dışına taşınacağı, insanlarımız arasında kavga çıkacağı, aralarına uçurumlar kazılacağı” düşüncesiyle karşı çıkmışlardı. Bir kesim de bu hakkın yerinde olduğunu düşünerek hareket ettiler.
Elbette “ana vatanımız” olan memleketimizin geleceğine ortak olmak için bu hakkı kullanmak çok önemli ve gerekli ancak, doyduğumuz yer olan baba vatanımızın da geleceğine ortak olmak bizim asli görev ve borcumuz olmalı. Türkiye’mizin geleceğini belirlemek üzere oy kullanmak ne kadar önemliyse, Hollanda’nın kaderine ortak olmak da o derece gerekli ve önemlidir.
“Bize oy vermezseniz bu ülkenin başına Wilders belası gelecek”
23 Kasım 2023 tarihinde gerçekleşen genel seçimler sonrası PVV’nin birinci parti olmasının ardından ülke bir anlık kaos ortamı yaşadı. Dışarıdan görevlendirilen bir başbakanla yürütme ancak bir buçuk yıl idare edebildi. Dilan Yeşilgöz’ün PVV ile koalisyon kurabileceğini söylemesinin ardından kararsız seçmen bir anda PVV’e yüklendi ve en büyük parti konumuna getirdi. Şimdi yine anketlerde en büyük parti olarak gösterilen PVV’nin aslında balonunun birileri tarafından şişirildiğini düşünüyorum. Seçmen, Wilders’ın korkaklığını, beceriksizliğini ve bu ülkeye verebileceği hiçbir şeyi olmadığını gördü. Bir daha aynı şansı tanımayacaktır ve PVV, bu seçim yarışını üçüncü olarak tamamlayacaktır. Wilders, bu ülkeye ihanet etti, verilen görevin üstesinden gelemedi ve kaçıp gitti. O insanları “Hollanda’ya İslam hâkim olacak” diye korkutuyor. Diğer siyasi partiler de insanları “Bize oy vermezseniz bu ülkeye tekrar Wilders gelecek” diye korkutsunlar, uyarsınlar.
Anket şirketleri aslında “parayı veren düdüğü çalar” mantığı ile hareket ediyorlar. Olanı ölçmeleri gerekirken olması gerekeni ölçüyor ve âdeta bir duygu sömürü makinesi hâline geliyorlar.
Ölçmek, değil fikirleri şekillendirmek amacına matuf bir anlayışla hareket ediyorlar. “Bağımsız” olduklarını iddia ediyorlar ama isteyene göre bir rakam ayarlaması yaparak günün anlatısına uyacak bir şekilde manipüle etmesini de çok iyi biliyorlar.
Bir kıssa ile hisselendirelim:
KAÇ OLMASINI İSTERSİNİZ?
Patronun birisi kendisine yardımcı eleman almak için gazeteye ilan veriyor. Ertesi gün üç kişi müracaat ediyor fizikçi, matematikçi ve muhasebeci. Patron ilk görüşmesini fizikçi ile yapıyor ve soruyor “2 kere 2 kaç yapar?” Fizikçi “5 yapar” diyor. Patron “formunuzu bırakın biz sizi arayacağız” diyerek gönderiyor. İkinci görüşmesine matematikçi giriyor ve aynı soruyu ona da yöneltiyor matematikçinin cevabı ise “bu mudur yani çok kolay tabi ki 4 eder diyor” Bunu duyan patron aynı şekilde matematikçiyi de gönderiyor. Son olarak muhasebeci geliyor ve aynı şekilde “2 kere 2 kaç yapar?” diye soruyor.
Muhasebeci önce bir ayağa kalkıyor ve sağına soluna iyice bir bakıyor, sonra perdeleri çekiyor ve kapıyı kilitliyor ve adamın kulağını eğiliyor ve “Siz kaç olmasını istersiniz?” diye soruyor. Tabi ki işe alınan muhasebeci oluyor.
Anket şirketleri de aynı mantıkla hareket ediyorlar ve kamuoyunu yönlendirmeyi, karaya ak dedirtmeyi çok iyi biliyorlar.
Parti programları açıklandı, hepsi de hakların gaspı noktasında, antidemokratik uygulamalarda, Wilders ile yarışa girmiş durumdalar. Irkçı partilerin aksine sol partiler Gazze konusunda çok duyarlı bir çıkış sergiliyorlar ancak İslam okulları, camilerin hizmetleri, helal kesim gibi konularda Wilders’ı bile solluyorlar. Bundan dolayı oyunuz çok önemli, ona kıyın ve ırkçı anlayışı sandığa gömün. Siz oyunuza kıyamaz ve kullanmazsanız, size ve haklarınıza kıyım kıyım kıyarlar da haberiniz bile olmaz.
Gazze’nin bize öğrettikleri
Gazze bize çok acı ve ağır bir ders ile Allah’ın buyruğu olan “küfrün tek millet” olduğunu öğretti. Gazze bize zalimlerin nasıl bir korku ile nefes alıp verdiklerini öğretti. Gazze bize, bütün dünyanın bir olup, bir avuç mümin mücahide yenildiğini öğretti. Gazze bize, üzerinde bomba yağan çocukların gözlerinde yanan umut ışığının sönmediğini, sönmeyeceğini öğretti. Gazze bize, ölümü pahasına vatan bildiği toprakları terk etmeyen yiğitlerin varlığını öğretti.
Gazze bize, “dost ve düşmanın kim olduğunu” öğretti. Müslüman kılıklı birinin “bana ne Gazze’den” diyerek nerede durduğunu öğretti. “Ben Gazze’yim” diyerek sokaklarda bayrak taşıyan inançsız birinin koca bir yüreğe sahip olduğunu öğretti.
Gazze bize “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” diye buyuran Rabbimizin vadine uyan yiğitlerin varlığına şahit olmayı öğretti. Onlar sınandılar, Allah’ın emrine uymayı seçtiler, imtihanı başarıyla geçtiler, kimi o soykırımın alenen destekçisi olarak zalimlerin safında yer alarak iki dünyasını da berbat ettiler; bizler ise o zulme sessiz kalarak her türlü bela ve musibeti yaşamayı hak ettik.
İki yıldır Gazze’de taş üstünde taş gövde üstünde baş bırakmayan zalimler bir avuç mümin ve mücahidin karşısında pes ettiler. Bütün dünyayı arkasına alan katil İsrail rejimi, barış (!) anlaşması için masaya oturtuldu. Kana susamış zalim Netanyahu ile onun en azılı destekçisi katil Trump viraneye dönen Gazze’de çok daha kirli, kanlı bir sayfanın açılması için işbirlikçi, kukla hainleri bir araya toplayarak göstermelik barış anlaşması imzaladılar.
Kan içici vampirlerin arkasında yerlerini alan işbirlikçi hainler, küresel emperyalist çetenin emrine amade olduklarını dillendirdiler, katilleri barış havarisi olarak nitelendirdiler ve uzun ömürler dilediler.
Yüz bin masum insan katledilmiş, onun iki katı insan yerinden yurdundan edilmiş, bir o kadarı sakat bırakılmış insanın kanıyla, onuruyla, sorunuyla alay ettiler. Kahkaha ile güldüler ve bu soykırımın üzerini bu kanlı barış örtüsüyle örttüler. Azılı canavar Netanyahu’yu affettiler.
Ne diyordu baş katil Trump İsrail rejimin kanlı binasında: “Bebeğim Netenyahu, sen benim adını bile bilmediğim benden silahları istedin. Ben de verdim. Sen de onları çok güzel kullandın”
Yani özeti şu: “En gelişmiş silahlarımızı Gazze’de birlikte denedik. Gazze’yi bir laboratuvar gibi kullandık. Beraber soykırım yaptık. Ama biz güçlü olduğumuz için dünya bize ses çıkartamadı. Biz birlikte sadece Gazze’nin çocuklarını öldürmekle kalmadık, insanlığın geleceğe dair vicdanlarını da öldürdük. Biz zalimce çocuk, kadın öldürdük. Bunu da çok güzel yaptık” Bu konuşmayı canlı yayında itiraf etti. İsrail meclisi de bu konuşmayı ayakta alkışladı. ABD, medeniyetler ülkesiymiş, hadi oaradan!.. Caniler, vahşiler, katiller, zalimler ülkesi…
Yaşasın kafirler için Cehennem
İdamından bir an önce Ömer el-Muhtar (Çölün Aslanı) şu ölümsüz sözlerini söyledi:
“Biz teslim olmayacağız.
Ya kazanacağız, ya da öleceğiz…
Bu son değil.
Siz, bizden sonraki nesillerle de savaşmak zorunda kalacaksınız.
Benim hayatım ise celladımınkinden daha uzun olacak.”
Onu öldürdüler ama fikirlerini asla susturamadılar. Ömer Muhtar hâlâ yaşıyor…
Gazzeli şehitler de yaşayacak amma lanetli Netanyahu, Trump ve avanesi nefretle anılacak, çukurlarına tükürülecek…
Yaşasın şerefli ölüm, kahrolsun sefil esaret…
Yaşasın kafirler için Cehennem!..
Zeynel Abidin Kılıç —◄◄
