
Gazze’deki acıları durdurmak için İsrail üzerinde önlemler alınması yönündeki baskılar artarken, dikkatler Almanya’ya çevrildi. Alman hükümeti Avrupa yaptırımlarına karşı çıkıyor ve bu yaptırımları neredeyse imkansız hale getiriyor, ancak Almanya içinde de baskı artıyor.
Dışişleri Bakanı Johann Wadephul bugün İsrailli mevkidaşı Gideon Saar ve muhtemelen Başbakan Benjamin Netanyahu ile görüşmek üzere İsrail’e gidiyor. Yarın Batı Şeria’yı ziyaret edecek ve Filistin Yönetimi temsilcileriyle görüşecek. Bu görüşmeler, Almanya’nın nihayet pes edip etmeyeceğini belirleyebilir ve bu da geçmişle büyük bir kopuş anlamına gelir.
Ancak, ne Almanya Başbakanı Merz ne de Bakan Wadephul, İsrail’in Almanya’yı rahatlatmak için ne yapması gerektiğini belirtmediğinden, pek çok şey belirsizliğini koruyor. Öte yandan, Şansölye’nin İsrail’e karşı hangi araçları kullanmaya hazır olduğu, silah sevkiyatlarını durdurmaya mı yoksa AB içindeki bilimsel ve ekonomik iş birliği anlaşmalarını feshetmeye mi hazır olduğu belirsiz. Merz, bu haftanın başlarında Wadephul’un İsrail ziyaretini duyurduğu basın toplantısında, bu seçenekleri açık tuttuğunu söyledi. Bugün ve yarın yapılacak görüşmeleri bekleyeceğini belirtti.
Sürekli Sorumluluk
Alman hükümeti kendisini hâlâ İsrail’in bir müttefiki olarak görüyor. Holokost’tan kaynaklanan İsrail’in güvenliğine ilişkin sorumluluk duygusu derinden yerleşmiş durumda. Dönemin Şansölyesi Angela Merkel, 2008’de Knesset’te, “Bu sorumluluk, Alman Şansölyesi olarak benim için asla pazarlık konusu olamaz” demişti. Bu sözler, halefleri Scholz ve Merz tarafından da dile getirildi.
Ancak, Alman hükümetinin tutumundan duyulan memnuniyetsizlik, Almanlar da dahil olmak üzere, giderek artıyor. Eleştiriler daha önce çoğunlukla aşırı soldan veya Almanya’nın geçmişini daha az bilen göçmen kökenli gruplardan gelirken, artık çok daha yaygın.
Almanların %74’ü hükümetin İsrail’e daha fazla baskı yapmasını istiyor.
Anket kuruluşu Forsa
Infratest Dimap’ın 2023 yılı sonunda yaptığı anketlere göre, Almanların %41’i İsrail ordusunun Hamas terörizmine verdiği tepkinin çok ileri gittiğini düşünüyordu; geçen ay bu oran %63’e yükselmişti. Bu hafta ise anket kuruluşu Forsa, Almanların neredeyse dörtte üçünün hükümetin Gazze’deki acıları durdurmak için İsrail’e daha fazla baskı yapması gerektiğine inandığını bildirdi.
Bu artan baskı ve Gazze’deki artan acı nedeniyle, Şansölye Merz’in tavrı da değişti. Mayıs ayında WDR’ye verdiği bir röportajda, İsrail ordusunun Gazze’de ne yaptığını artık anlamadığını söyledi. “Son günlerde giderek artan bir şekilde halka bu kadar sert bir şekilde saldırmak artık Hamas terörizmine karşı mücadele olarak açıklanamaz.”
Koalisyon ortağı SPD şimdi silah sevkiyatlarını durdurmak ve ticaret anlaşmasını askıya almak istiyor. Hristiyan Demokratlar ise şimdilik bunu yapmaya yanaşmıyor. Merz, sonuçları henüz netleşmeyen perde arkası diplomatik baskılara odaklanmayı tercih ediyor.
“Sessizlik hiçbir işe yaramadı”
Alman yaklaşımına yönelik hoşnutsuzluk diplomatik çevrelerde de artıyor. On üç eski büyükelçi, yakın zamanda Bakan Wadephul’a daha fazla eylemde bulunması çağrısında bulunan açık bir mektup yazdı; alışılmadık bir hareket.
NOS’a verdiği röportajda, mektubun imzacılarından Martin Kobler, “Diplomatik baskı, bir diplomat olarak gayet iyi anladığım bir argüman,” diyor. “Ne zaman konuşacağınızı, ne zaman sessiz kalacağınızı da bilmelisiniz. Ancak bu sessizlik hiçbir işe yaramadı.” Kobler, sadece Wadephul’a değil, seleflerine de işaret ediyor. “Bu bağlamda, hükümetin de açıkça baskı uygulamasının iyi bir şey olduğunu düşünüyorum.”
Irak ve Mısır büyükelçisi olmasının yanı sıra, 1994-1997 yılları arasında Filistin Toprakları’ndaki en üst düzey Alman temsilcisiydi. Almanya’nın İsrail’e karşı sorumluluğunu açıklamakta hiçbir zaman zorluk çekmediğini söylüyor.
Diplomat, “II. Dünya Savaşı’nı yaşamış ve Holokost’un hesabını vermek zorunda kalmış ailemle tartışarak büyüdüm,” diyor. “Dışişleri Bakanı yakın zamanda verdiği bir röportajda, ‘Biz tarafsız değiliz, önyargılıyız. İsrail’in tarafındayız’ dedi.” Kobler’in de desteklediği bir açıklama. “Ancak bu, Filistinlilerin kaderinden sorumlu olmadığımız anlamına gelmiyor.”