
Gazze’de hekimlik görevini yerine getirmeye çalışan Dr. Ezzideen Shehab, yok oluşun eşiğindeki bir halkın adına tanıklıklarını yazıyor. Yıkım, kayıp ve umutsuzluk içinden yükselen yalvarışı aktarıyor: “Bizim beklentimiz yok. Biz sadece yalvarıyoruz: Savaşın durması için yalvarıyoruz.”
İsrail saldırıları ve abluka nedeniyle Gazze Şeridi’ndeki insani durum giderek ağırlaşıyor. Açlık ve yetersiz beslenme sorunu ile mücadele eden binlerce çocuktan biri olan 1,5 yaşındaki Muhammed Zekeriya Eyüp el-Matuk, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya. Fotoğraf: Ali Jadallah – Anadolu Ajansı.
Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliye’de doğup büyüyen 28 yaşındaki Dr. Ezzideen Shehab, savaşın ilk gününden bu yana Gazze’deki hastanelerde gönüllü olarak çalışıyor(du). Sosyal medyada paylaştığı hikâyeler, Gazze’de yaşanan ve çoğunlukla görünmeyen, duyulmayan acıları gözler önüne seriyor. Shehab’ın Türkçeye çevirdiğimiz 25 Temmuz tarihli bu metni, o hikâyelerden biri. Shebab, savaşın yarattığı açlığın ve aşağılanmanın insan ruhunu nasıl derinden yaraladığını, insan onurunun nasıl sistematik olarak yok edildiğini anlatıyor.
Artık başkalarının hırsları uğruna ölmeye gücümüz kalmadı. Ve bu, belki de yapacağımız son onurlu davranışımızdır. Hakikat uğruna ölmek kutsaldır ama sloganlar uğruna, boş ve açgözlü sloganlar uğruna ölmek, bayraklı bir cehennemdir.
“Her Şeyimizi Geride Bırakarak Kaçtık, Zaten Yok Olmuşlardı”
Gazze’de Aç Bırakılmaktan Kaynaklı Ölümler Artarken Çözümsüzlük Sürüyor
Gazze Şeridi24 Temmuz 2025
İki ay önce kaçtık. Ama altındaki toprağın senin ayaklarına inancı kalmadığında buna kaçmak denir mi? İnsan gibi kaçamadık da zaten. Geride kalanlar gibi kaçtık, kutsal bir kitaptan yırtılmış sayfalar gibi, esen rüzgârda dağılarak. Hiçbir eşyamızı yanımıza almadık. Sadece anılar ve korku, boğazımıza paslı tel gibi yapışmış hâlde.
Bir zamanlar kahkahaların yankılandığı duvarları geride bıraktık. Bir su ısıtıcısı. Bir çocuk terliği. Babamın yattığı yerde yatakta kalan iz. Her şeyimizi geride bıraktık çünkü zaten hepsi yok olmuştu.
Ve sonra bekledik. Kaderin dilencileri gibi, gökyüzünde işaretler aradık, drone görüntülerini sanki kutsal bir metinmiş gibi izledik. Ve mahallemizi her gördüğümüzde dua ediyorduk. O bir çatı mıydı? O bizim ağacımız mıydı? Balkon hâlâ orada mı?
“On Beş Kişinin Yaşadığı Amcamın Evi, Artık Yok”
Ama iki gün önce, her şey sona erdi. Bizim evin yanında bulunan amcamın evi, bombalandı ve yerle bir oldu. Öncesinde bir ateş açılmamıştı. Uyarı da yoktu. Sadece sessizlik vardı. Ve bir anda her yeri toz kapladı.
56 yaşındaki bir inşaatçıdır, amcam. Otuz yılını İsrail’de geçirdi, gündüzleri kuleleri inşa ederken geceleri evini hayal etti. Tuğlaları döşedi. Yavaşça. Dikkatlice. Sanki bir ev inşa etmek bir ruhu kurtarabilirmiş gibi.
Sekiz kızı var. Sekiz! Her biri artık var olmayan odalarda doğdu. İkisi, kendi evleri yıkıldıktan sonra kısa süre önce geri döndü.
Kollarında çocukları ve kül kokan çantalarla. Bir saraya dönmediler. Bir koridora. Bir çatıya. Bir adama. Bir babaya.
O çatının altında on beş kişi yaşıyordu. On beş ruh, eskiden “ev” dediğimiz şeyin sıcaklığıyla sarılmıştı. Peki şimdi? Şimdi hiçbir şey yok.
Enkaz bile yok. Enkaz ağırlık anlamına gelir. Bu ise yokluktu: Dünyada açılmış bir delik.
Amcam dün bir şey söyledi, gökyüzünü parçalaması gereken bir şey: “Kızlarımdan biri ölseydi, hepsini barındıran evi kaybetmekten daha az acı verirdi. Birini kaybetmek bir yaradır. Ama hepsinin böyle dağıldığını görmek… Bu, yaşayanların üzerine yayılmış bir ölümdür.”
Ona cevap vermedim. Ne diyebilirdim ki? Başına gelen yıkımın içinden konuşan bir adama cevap verecek sözler yok.
“Kimse Biz Gazzelilere Ne İstediğimizi Sormadı”
Amcam, bunu yaşayan tek insan değil. Trajedi de bu. O, 1,5 milyon yerinden edilmiş insandan biri. Kurban değil. Hayır, kurbanlar hâlâ bir ahlaki düzen içinde varlar. Bizler unutulmuş bir mantığın kalıntılarıyız. Bizi gömmeyi tercih eden, ama kibarca, bir dünyanın artık hesaplamalarıyız.
Fazla bir şey istemiyoruz. Mutfağımızın duvarlarının kokusunu istiyoruz. Fayansların üzerinde terliklerin sesini istiyoruz. Kendi açlığımıza başımızı yaslamak istiyoruz.
Ama şimdi geriye sadece açlık kaldı. Ve biz açlık çekip yas tutarken; bir heyet Doha’da, camlarla kaplı klimalı bir odada oturuyor. Tartışıyorlar. Geciktiriyorlar. Reddediyorlar. Ateşkesin “Gazze’nin beklentilerini karşılamadığını” söylüyorlar.
Bizim beklentilerimizi biliyorlar mı? Bizim beklentimiz yok. Biz sadece yalvarıyoruz: Savaşın durması için yalvarıyoruz. Sessizliğin yeniden sessizlik olması için yalvarıyoruz: Ölümün sessizliği için değil, barışın sessizliği için. Sıkıcılığın haysiyetini yalvarıyoruz.
Ama bizim adımıza konuşanlar, bizim gördüklerimizi hiç görmediler. Temiz gömlekler giyiyorlar. Et yiyorlar. Yataklarda uyuyorlar. Çocukları beton üzerinde uyumuyor. Direnişten bahsediyorlar. Biz mezarlıklar hakkında konuşuyoruz. Bizi temsil ettiklerini iddia ediyorlar. Gökyüzüne bakıp, bizi hâlâ duyan biri varsa kim olduğunu merak ediyoruz.
Ve yorgunuz. Aman Allah’ım, bedenimiz değil ama ruhlarımız yorgun. Hz. Eyüp gibi yorgunuz. Çarmıha gerilmeden önceki İsa gibi yorgunuz.
Eğer savaşı durdurmayacaksanız, en azından kapıları açın. Bizi çıplak ayakla çöle bırakın, isyancılar, vatanseverler veya şehitler olarak değil, sadece yorgunlar olarak, bir saat daha bir vatanları varmış gibi davranmaya dayanamayanlar olarak.
Biz insanız. Tırnaklarımızla tutunuyoruz ama yanıyoruz.
Ve ölüyoruz. Toprak için değil. Allah için değil. Hamas için değil. İsrail için değil. Sizin gururunuz için de değil.
Ölüyoruz çünkü kimse bizim yaşamamıza izin vermiyor…..
Dr. Ezzideen Shehab
Dr. Ezzideen Shehab, Gazze’nin kuzeyindeki Al-Awda Hastanesi’nde hekimlik yapmaktadır