Önceki yazımızda Şahbaba ve Dr. Rıza Nur’un hatıratından bahsedeceğimizi söylemiştik. Hemen başlayalım o zaman.

Şahbaba

Murat Bardakçı’nın kitabı bir kaç baskı yapmış ve kitabın sondaki 3/1 kısmı kitabında bahsettiği konularla alakalı belgelere dayanıyor. Sultan Vahdettin’in İstanbul’daki son günlerini, İstanbul’u terk edişinden sonraki safhaları, vefatını, cenazenin defnine kadar süreci adım adım anlatıyor. Tarihle ilgili konuları konuşurken yaşadığımız sorunu burada da yaşadık. Yani kulaktan kulağa anlatılan, kendi siyasi çizgisine göre anlatılan tarihle, belgelere dayanan ve o da yine göreceli olabilen tarih arasındaki farklılık.

Örneğin; Vahdettin’in özel emriyle Anadolu harekatı M. Kemal’e veriliyor. Öncesinde yaverliğini yaptığı için ünsiyet oluşuyor. Kendisi Tuğgeneral olan M. Kemal bir kaç kez askeriyenin en tepe mevkiine talip oluyor ama elde edemiyor.

Kemal’in Samsun’a gidişi İngilizlerden saklı değil, izinli olarak ve gemide otomobil ve atlara kadar malzeme götürülmesine kadar organize edilmiş. Bizim tarih kitaplarında Samsun sonrası yapılan kongrelerin hepsi sanki M. Kemal tarafından organize edildiği anlatılıyor oysa zaten Anadolu harekatı kendi içinde bir hareket başlatmış, bunların üstüne M. Kemal de sonradan dâhil oluyor. Örneğin Erzurum Kongresi ondan bağımsız.

Hanedan ailesinin bir hanedan gibi yaşadığına şahit oluyoruz. Bütün maddî imkânsızlıklara rağmen pervasızca yapılan harcamalara, hele hele Anadolu’daki fakirliği de düşünecek olursanız, şahit oluyorsunuz. ‘Efendim, hanedan ailesidir, normaldir’ diyebilirsiniz, fakat benim dünya görüşümde karşılığı yok. İnsan ve toplumların tabiatı gereği böyle olabilir, ama benim açımdan öyle değil. Konjonktüre göre değil ideallere göre yaşamak esastır. Onu başarıp başarmamak Allah’ın nasib etmesiyle beraber sizin iradenizle doğru orantılıdır.

Zannediyorum Osmanlı Padişahları içerisinde tek Hac yapan Sultan Vahdettin olması lazım. Mekke ve Taif günleri ile ilgili bilgileri okumak da güzeldi. Özellikle vefat ettiği San Remo günleri, ardından borçların kapatılması, cenazenin Şam’a götürülme macerası ise oldukça hazindir. Bu döneme ilgi duyanların okumasa gereken bir kitap.

Dr. Rıza Nur Hatıratı (RN)

Kitabı okumadan önce kitabın nasıl yazıldığını ve hangi tevafukla kitabın Berlin kütüphanesinde bulunduğunu okumakla başlamak lazım. Sonra Allah rahmet etsin, K. Mısıroğlu’nun kitabı gümrükten hangi zorluklarla çıkardığını, basmak için hangi yollara başvurduğunu da araştırmanızı tavsiye ederim. Şu memleketin kitaplarla ilgili ne maceralardan geçtiğini anlatmak için uzun bir belgesel çekmek lazım.

Kitabı, 2000 sonrası doğumlular anlayabilir mi bilmiyorum. Rastgele bir sayfada çıkan kelimeleri paylaşayım: Örneğin, ecnebi, mütehassıs, akıbet, inkılap, neşretmek, lağvetmek, istikbal, sulh, zabıtname, şayanı dikkat, aşikar bulabildiğim kelimeler. Yeni baskısı var mı ve sadeleştirilmiş mi bilmiyorum. Bendeki baskısı İstanbul 1967.

Bu kitapla ilgili, okuyanların izlenimleri ile ilgili internete bakmadım açıkçası. Ama edindiğim intiba, evet intiba:), bu kitap üzerinden M. Kemal’i eleştirmek isteyenler için bir çok malzeme olduğuydu. Evet, bir sürü bilgi var ve ben bu bilgileri burada paylaşma niyetinde değilim. İlgimi çeken diğer noktaları paylaşmak niyetindeyim:

RN, bir çok yerde inançsız olduğunu söylüyor. İnancı olmayınca da dünya görüşünü Türklük üzerine bina etmiş. İşini dürüstçe yapmaya, hak yememeye, itibara ehemmiyet veriyor. Dalkavuk birisi asla değil, onurlu bir kişilik. Fakat özel hayatında, evlilik öncesi ve evliliği süresince kadınlarla beraber olmak, arada sırada içki içmek gibi huyları da var. Yani moda tabirle deist bile değil, inanmıyor işte. Fransızca’ya hâkim, okumaya da seviyor. Türk Tarihi üzerine zannediyorum 12 cilt yazmış ve yayınlamış.

Burada göreceğiniz sayfadaki gibi, Türkiye’ye laiklik getirilmesi fikrinin babasıdır ve bununla da övünüyor.

Lozan’daki taraflara ‘sizin medeni hukukunuzu getireceğiz’ teminatını veren de kendisidir.

Hanedan’ın ilgasını Ankara’daki mecliste kendisinin yaptığını da anlatıyor.

Şapka kanununu bir açıdan ters bulurken diğer açıdan kendisine de mal etmesi bir o kadar da tuhaf geldi. İsmini bile bilmediği İskilipli Atıf Hoca’ya, devrim öncesi yazılmış kitabından dolayı asılmasına da üzülüyor.

Lozan’da ciddi uğraşlar vermiş, bu memleketin ona bu konuda ciddi borcu var. Ama Lozan sonrasındaki yıllarda, Paris’te yaşadığı dönemde, Yunanlılara sonradan nasıl tavizler verildiğini de anlatıyor.

Maddî birikimlerinin büyük bir bölümünü Sinop’ta kendi inşa ettiği kütüphaneye harcamış. Peki ne oldu? Bir sürü kitap biriktirdiniz, ama bugünkü nesil onları okuyamıyor, sadece bir gün yolunuz düşerse gider binayı gezebilirsiniz ancak. Ya da Osmanlıca bilen ve spesifik bir konuda eğer araştırmacıysanız istifade edersiniz ancak. Oysa Paris’te ve sonra İskenderiye’de varlık içinde, çok değil, biraz yokluk çekmiş RN.

Bazı okuduğum hatıratlar (örneğin Tayyar Altıkulaç) özel hayatlarından hiç bahsetmezler, hani özel hayat derken, ev hâli, çocuklar, eğitimi, evlilikleri, torunlar vs. RN özellikle evliliğiyle ilgili geniş bilgi vermiş ve bayağı sabırlıymış diyorum. Hem de bayağı.

1938 Aralık ayında İskenderiye’ den Türkiye’ye dönebiliyor, tarih de manidar tabii ki. 8 Eylül 1942’de İstanbul’da vefat edip Merkez Efendi’ye de defnediliyor.

Açıkçası yakın dönem tarih, İslam’ın ilk dönem tarihiyle tercih yapmam gerektiğinde ilk tercihim değil. Sadece bilgi sahibi olmak için okuyup geçtim ve iyi de oldu açıkçası. İbn-i Haldun’un dediği gibi, medeniyetler doğar, gelişir ve bir gün dışarıdan Bedeviler gelir, o medeniyeti yıkar yerine yeni bir medeniyet kurar.

Ya da ‘Onlar bir ümmetti, geldi geçti.’ Herkes tarihe bakarak, bireysel ve toplumsal dersler çıkararak gelecek projeksiyonunu yapabilir. Biz de öyle yapıp mümkünce okumaya devam edelim.…

Ergün Madak       —◄◄