Su satırları bile dökerken nasıl yazacağımı düşünüyorum, neyse en azından şöyle söyleyeyim: Hayattaki en değerli kitabımıza dönük yapılan saldırıya bir cevap olması için her bir eylem karşılığında 1000 adet Kur’an-ı Kerim dağıtılacak. Yani böyle bir hareketten ancak böyle güzel bir hayır çıkabilir. İnşallah bu vesile ile daha çok insan İslam’la tanışır.

Önceden de yazmıştım: İslam’ı seçen mühtedilerin tecrübelerinden haberdar olmak çok hoşuma gidiyor, çünkü onların tecrübeleri sanki ilk dönem Müslümanların tercihlerine çok benziyor. Özellikle siyer kitaplarında ve hadislerde bir sürü örnekler var. Aslında bu da beraberinde başka bir soruyu getiriyor: İnsan zihninde ve pratik hayatında keşfetmenin getirdiği o mutluluk hissini nasıl canlı tutabilir?

Çok girift bir soru gibi kulağa gelse de aslında hiç de öyle değil. Şöyle bir örnek vereyim: Gençlik, cahillik dönemlerinde suça karışan ve hapishaneye düşen bir genci biliyorum. Babasıyla da sürekli görüşüyoruz. İçeride kaldığı sürece babası onu hiç ziyaret etmediğini söyledi, çünkü ne kadar çabaladıysa bir türlü kötü yoldan kurtaramamıştı.

Sonra oğlu içeriden kurtulup da tekrar babasının yanında çalışmaya başladığında, iş yerinde sürekli Kur’an açıktı ve her gelen müşteriler de duyuyordu. Aradan bir süre geçince, bazen gittiğimde Kur’an sesini duymuyordum. Sonra babası yakındı: “Önceden namaz vakti girer girmez işi bırakıp hemen namaz kılardı, şimdi ise bekletiyor, hemen kılmıyor.”

Bir ateş düşünün ki onu tutuşturdunuz, alevlendi, sonra kora dönüştü. Eğer o ateşi sürekli beslemezseniz kordan küle dönüşür ve rüzgâr savurur geriye o ateşten çok az küller ve de is kalır. Ya da “hafifçe beni ısıtsın ve sönmesin” derseniz çok az beslersin. Tercümesini şöyle yapalım:

– Âlimler (Havas): Ateşi sürekli beslerler ve hem kendi hem de çevresini hem ışıtır hem de aydınlatır. İdealistlerdir, yani hedefleri vardır ve düzenli olarak okurlar. Yazabilen yazar, konuşabilen konuşur ama okumadan edemezler. Okumadıkları günün çok eksik ve boş olduğunu hissederler.

– İbadetle yetinenler (Avam): Bunlar da ateşi canlı tutarlar ama sadece kendileri ve kendi ailesini ışıtırlar ve ısıtırlar. Hocaları dinlerler, onlardan alabildiği kadar bilgi alır. Ama ateş Kur’an tabiriyle “alevli” değildir.

– İnanan ama ibadet etmeyenler: İman etmişlerdir ama pratikte hiç bir uygulaması yoktur. Kalbi temiz olan arkadaşlarımız.

– İnanmayanlar: Ortada yakılmış bir ateş hiç yok. Allah’ın şu dehşet tasviri buraya ne kadar güzel yakışıyor: “Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgâr onu işsiz bir yere sürükleyip atmış gibidir.” (Hac 31.) Ateşin küllerinin savrulması gibi olmak ne kadar da dehşet bir son.

Yukarıdaki sıralama Gazzâlî’nin “ceviz metaforuna” da çok denk düşüyor. Yani cevizin yağı, beyaz kısmı, iç kabuğu ve dış kabuğu. Herkes kendisine göre değerlendirsin cevizin neresinde olduğunu.

Belki merak ettiniz yukarıdaki baba-oğulun akıbeti ne oldu diye? Aynı düzen devam ediyor. Yani bazen Kur’an sesini duyabiliyorsunuz, namazını hâlâ kılıyordur herhâlde çünkü aksini duymadım babasından. Ama iş yeri çok yoğun olduğu için ona örneğin ‘eve gidince her gün 2-3 sayfa hadis okuyabilirsin, siyer okuyabilirsin, sana uygun bir vakfa girip hafta sonları çalışabilirsin’ diyemedim henüz. Belki bir dahaki ziyaretime.

Biliyor muydunuz?

Batı toplumunda yaşıyoruz ve bazen karşımıza bir Hollandalı gelip çok iyi niyetli olarak bizimle iletişim kurmak için ‘Esselamü Aleyküm’ dediklerine şahit oluyoruz. Onlar da ister istemez sizden mukabele bekliyorlar. Hatta Allah Rasulu’nun şu yöntemi beni çok güldürür: Yahudiler essamu Aleyküm (ölüm üzerine olsun) derlermiş, O da “ve aleyküm” dermiş (sizin de üzerinize.) Fakat gayrimüslimlerle ilgili yine aynı çözümü sunmuş Allah Rasulu: “Kitap ehli olanlar size selâm verdiklerinde, onlara: Ve aleyküm, deyiniz.” (Buhârî, İsti’zân 22, Mürteddîn 4; Müslim, Selâm 6-9).

Yani bundan sonra kısa yoldan hep şöyle diyoruz: Ve aleyküm:)

Ergün Madak     —◄◄