
“Ölmek kaderde var; yaşayıp köhnemek hazin
Buna bir çare yok mudur ya Rabbelâlemin? (Yahya Kemal Beyatlı)
Buralara evlilik dolayısıyla gelen damatların belirli bir zaman kendilerini kayınpederleri üzerinden tanıtmak gibi bir kaderleri vardır. “Kimin oğlusun?” suallerine verilecek cevap “falanın damadıyım” şeklinde olur. Bir zaman sonra (o bir zaman, damadın kabiliyetine göre değişir) damatlar kendi çevrelerini kurup, tanınmaya başlanırlar.
Damatlar ilk geldiklerinde, sudan çıkmış balık olduklarından, ilk tanıdıkları kayınpederlerinin çevresi olur. O çevre ile başlar yeni bağlantılar, arkadaşlıklar, dostluklar…
Kamil Can’ı öyle tanıdım. Tanıdığım ilk günden sadece kanım değil canım da ısındı. Benim gibi, insanlarla ilk başta iletişim kurmakta ketum olan birisi için, Kamil Can farklıydı.
Farkı neydi? Farkı samimiyetiydi. Evet Kamil Can’da herhalde kıyamete kadar yanında diri kalacak bir samimiyet vardı. Ona vuruldum.
Bendeniz böyle güzelleri görünce onları doğdukları memleket ile kodlarım zihnimde. Kamil Can Trabzonluydu. Bence Trabzon Kamil Can demekti. Trabzon’un bütün nüfusu Kamil Can gibiydi nazarımda. Böyle yaparak kötüleri görmemeye çalışırım. Kamil Can böyle imkân verirdi bana.
Kamil Can benim için özlemini çektiğim memleketimdi. Nasıl diyeyim; dağlar, köy yolları ve yaylalar. Sisler arasında kaybolan çocukluğum, sonra bulutların ardında kendini belli etmeye çalışan mavi gökyüzü. Memleket gibiydi. Onunla konuşurken, memleket insanının bütün özelliklerini, acısını ve coşkusunu görebilirdim. Kıvrak bir zeka hamlesiyle, zor bir olayı kolay etmesine şahit olmuştum. Kalbimde sakladığım dumanlı dağlar hasreti, onunla zuhurata gelirdi.
Çok fazla görüşemesek bile, orda bir yerde olduğunu bilmek bana gönül enginliği veriyordu.
Kamil Can sofra kurup kaldırmasını bilirdi. Cömertti. Cömertliği görgülü ve içtendi. Çaktırmadan ne varsa sizin önünüze iterdi. Cömertliğin kendisine temin ettiği bir abilik hâli vardı:
Kamil Can çok güzel bir babaydı. İyi aile babası desem eksik kalırdı. Gerçekten babaydı. Yağmurdan korumak için yavrularını kanatlarının altına alan bir kuğunun naifliği ve telaşı vardı. Yüzünde ve sözünde sevgiyi görebilirdiniz. Hissederdiniz değil, canlı olarak görürdünüz.
Eşleri gelin bacıya muhabbeti bir başkaydı. Başka olduğunu görürdük. Çevrenin nobranlığını birbirlerine kol kanat gererek karşı durmasını başarırlardı. Destan yazılsa yeridir. İmtihanlı, kırılgan, büyük bir muhabbet…
Kamil Can ile aynı yörenin insanıyız. Kendimden veya en azından çevremden bilirim.
Kızmak için en ufak bahaneyi es geçmeyen bizimkilerin aksine Kamil Can, benim bildiğim kızmayan tek insandı. İnsandır ara ara kızarsa da çok tatlı kızardı ve yöre ağzıyla’ le ilahe’ derdi, gerisini karşısındakine tamamlatmak istercesine…
‘İnsanların isimlerinden nasibi vardır.’ der Efendimiz (as). Kamil Can, hem kamil hem candı. Bir büyük imtihanla imtihan olundu. Üzerine düşeni sabırla ve imanla yaptı. Eşleri gelin bacı… O anne merhametiyle herkese ve her şeye kanat gerdi… Zeytin gözlü kuzuları var, Kamil Can’ın gölgesi gibi odalarda, her yerde….
Kamil Can, o yayların güzeli, eşinin yâri, çocuklarının babası, bizim güzel kardeşimiz, bir bahar meltemi gibi yüzümüze ve gönlümüze değip geçti.
Kamil Can, ircı’î çağrısına uyarak Allah’a vasıl oldu, uçmağa vardı. Menzilin mübarek olsun güzel kardeşim… El Fatiha… —◄◄