
Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir haber dikkatimi çekti. Bu haberin, meydana gelen büyük deprem olayının içinde ne gibi bir anlamı olacağını düşündüm. Haberi daha sonra anlatmak üzere, ilk öce düşüncemi anlatmak istiyorum. Olağanüstü bir olay ol/duğu an, herkesin (kişi) ve her şeyin (olay) tabi olduğu kurallara tabidir. Olağan ile olağanüstü dediğimiz olayın aynı hat üzerinde gerçekleştiğini, aralarındaki farkın bizim pozisyonumuza/yorumumuza ve değerlendirişimize göre anlam kazandığını söyleyebiliriz. İnsan, insan olmaklığını iki yönü dikkate alarak anlamlandırabilir. Kendini tanımak (enfüs), kendinden gayrısını (âfâk) tanımak. Bilmek tanımayı, tanımak bilmeyi kapsıyor. Bu iki yönü tanımak marifeti temin eder bize. Marifet ile kastımız ‘Marifetullah’tır. Benden dışarıya, oradan yukarıya/daha öteye. Bu gidiş dönüşü olan bir gidiş. Miraca çıkıp geri gelmesi gibi Efendimiz’in (AS). Her olan bitenin bizde bıraktığı izi anlamak ve anlamlandırmak varoluşumuzu kavramak anlamına geliyor. Aksi durumda ise büyük bir boşluk/anlamsızlık ortaya çıkıyor. Bugün insanoğlunun karşı karşıya kaldığı en ağır mesele kanaatimce budur. Şehirlerin, nesillerin veya doğanın ifsadından öte insan tekinin varlığının anlamı tehlikededir.
Tarih ilminin içinde bizim gördüğümüz örnek insanların olaylar karşısında sergiledikleri tavırlara nazar ettiğimizde hayran olmamak elde değil. Bu kadar incelikli tavır nasıl oluyor da bizim gibi insan olan bu büyüklerden sadır oluyor? Bunun olanı biteni anlamak ve anlamlandırmayı başarabilmeleri sebebiyle olduğunu düşünüyorum. Bununda merkez kavramı ‘Marifetullah’tır. İnsan hayatının içinde sabit ve değişken olarak iki yönün olduğu bilinen bir konu. Sabitesini bulmuş bir insanın kendi içinde erdiği sekinet hâli dışa doğru dinginlik olarak aksediyor. Sabite olarak işaretlediğimiz yer Allah’ı bilmek/tanımaktır. Bu tanımanın etrafında değişkenler vücut buluyor. Değişkenler hem birey ve hem de medeniyet olarak inşa edilerek ilerliyor. Bu akışı bozan şey ise sabitin değişken ile yer değiştirmesidir. Mesela bir insan, yaptığı evin demirinden neden çalar? Bir insan ev yaparken hangi sabiteleri gözetmek zorundadır? Ya da böyle bir zorunluluk var mı? Soruları genelleştirerek çoğaltabiliriz. Cevabı yukarıda ifade ettiğim ‘Marifetullah’ kavramıdır.
Allah’ın esması ile hayatın içinde her an bir tecellide olduğunu, Allah’ın her an bir yaratmada olduğunu Kur’an-ı Kerim bize haber ediyor. Bu her an tazeliğin ve yeninin olduğu gösteriyor. Bu tazeliğin yeni doğan bebek tazeliğinde olduğunu, dolayısıyla fıtratı işaretlediğini söyleyebiliriz. Allah’ın bu tecellisinin farkına varan, bilen/tanıyan insan hayatı doğru anlamak ve anlamlandırmak imkânına erecektir. Hayata ve onun içinde insanın inşasına Allah’ın müdahale ettiğini anladığında insan, kendinin ve dolayısıyla sınırının ayartına varabilecektir.
Bunun çok kolay olduğunu iddia edemeyiz. Zira bu ayartına varabilmenin önündeki en büyük engel insanın bizatihi kendisidir. İnsanın kendisine müdahale edilmesine olan itirazı ve onu rasyonelleştirme çabası bilinen bir husus. “Firavun, “Ey Hâmân!” dedi, “Bana yüksek bir kule inşa et; belki bazı yollara, göklerin yollarına ulaşırım da bu sayede Mûsâ’nın ilâhını görebilirim!” ayeti bunun bildirmektedir. Günümüzde ise bu tavır, psikolojik dindarlık olarak isimlendirilen bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir kişinin günün akşamında kandil mesajı göndererek, dindarlığını ortaya koyduktan sonra, sabahında yaptığı inşaatın malzemesinden çalmayı göze alması bu psikolojik dindarlık sebebiyledir. Haman’ın yaptığı kule ile Firavun’un temin ettiği rasyonelleştirmeyi, inşaat malzemesinden çalan kişi, etkisi hayatın içinde gözükmeyen dindarlık gösterisiyle temin etmektedir.
Anadolu Ajansı’nın geçtiği haber ise şöyle: “Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından Hatay’da yaşadıkları dairenin bulunduğu binanın yıkılması sonucu yaralanan aile, komşularıyla enkaz altında tanışarak, birbirlerine moral vermiş.”.
Bu haberi kimseyi kınamak için hatırlatmıyorum. Büyük imtihanın bize bakan tarafıyla dersler çıkarma endişesi sebebiyle bunu konu edindim.
Bu hayatı anlamak ve anlamlandırmak ile kavuşacağımız rahmetin, yaralarımızı sarmaya vesile olacak millet olma şuurunu temin edeceğini düşünüyorum. Bu tanışma, bizi millet kılacak ve aynı zamanda Allah’ı tanıma ve ona hakkıyla kul olma imkânını bahşedeceğine inanıyorum.
Bu uzun bir ders değil. Uzun bir hayatımız yok. Hayatımızdan bilerek tard ettiğimiz ölümün bize çok yakın olduğunu gördük. Bu saatten sonra sabitelerimize doğru esaslı bir yolculuğa çıkmaya karar vermek zorundayız. Bu yolculuk Allah’adır.
Ve tek yardımcımız O’dur. Behçet Ali Şeker —◄◄ …