
Her türlü şer, belâ, zulüm, küfür, azgınlık ve sapkınlıktan Allah’a sığınıp, fıtrat üzere bir ömür dileyerek sohbete başlayalım.
Allah cc. bütün âlemi bir anlam üzere hak olarak yarattı ve her şeye yolunu öğretti. Bu fıtrî yasaya insanlar ve cinlerin çoğunluğu dışında tüm mahlukat teslim oldu. Zaten ‘Tevhid’ dediğimiz şey de bir yönüyle bu bütünlüğün/kainatın tek bir elden bir nizam üzerine kurulmuş olmasıdır. Bu sebepten dolayı bu ahengi/dengeyi bozmak büyük bir zulüm, küfür ve şirktir. Bir de Allah her şeyi çift olarak yarattı; Yerler- gökler, gece- gündüz, güzel-çirkin, siyah- beyaz, ERKEK-KADIN vs..
Tek olan yalnızca Kendisidir. Bütün insanları da bir erkek ve bir kadından vâr etti. Bugün yaşadığımız şu dünyanın devamı bu fıtrata uygun davranmakla mümkündür.
Bir takım kötülükler vardır ki günahtır; içki, kumar, zîna gibi…
Bir takım günahlarda vardır ki günah olmakla kalmaz fıtrata aykırı olduğu için insanın lânetlenmesine sebep olur. Bunlar erkeğin kadına, kadının erkeğe benzemesi, orijinal hâlini güzellik adına değiştirmek, döğme yaptırmak ve eşcinsellik gibi kendi doğasına aykırı davranışlardır.
Müslümanların fıkıh anlayışında da -ehem ve mühim konusunda- bir gariplik var: Mesela döğme yaptırmanın lanete sebep olmasını dikkate almayan birinin yine döğmenin (tattoo) gusül abdestine mani olup-olmaması hakkında fetva sorması gibi.
Bazı cahil kişilerin dindarlık(!) adına dîni hayatı daraltıp meşru ihtiyaçlarını ve eşiyle cinsel ilişkisini kısıtlaması bilakis İslam’ın ve dindarlığın kabul etmediği ve Efendimizin de “Benden değildir.” diye reddettiği ruhbanlık anlayışıdır ki İslam dininde ruhbanlık yoktur. Bu manada keyfi olarak bekâr durmak veya evli olup eşine ailesine ilgisiz davranmak ve toplumdan kopuk yaşamak örnek bir Müslüman modeli olamaz.
İslam’da evliliğin bu kadar teşvik edilmesi, onun yeme-içme ve yaşam kadar doğal/fıtrî olmasıyla birlikte bi o kadar da zaruri olmasındandır.
Kariyer sevdası yüzünden evlenmeyi erteleyen gençlerin, her zaman günaha ve düzensiz bir hayata düşmeleri işten bile değil. Hele şu ev hanımlığını küçük gören sefil anlayış…
Peki gençlerin şikâyeti nedir, bir kısmı niçin evlenemiyor farkında mıyız?..
Aşırı borç batağına sokacak şekilde talep edilen altın vs. düğün masrafları (pardon israfları demeli) işte bu saçma sapan âdetler yüzünden Allah’ın razı olacağı evliliği zorlaştırdığı için, en temel ve en doğal ihtiyaç olan birleşme/cinsellik haram yollarda aranmaya başlıyor.
Kız isterken, “Allah’ın emri ve peygamberin kavli/sünneti..” diyerek hayırlı bir işe başlayıp salona varınca da açık saçık ve kadın-erkek karışık danslarla şeytanın emrine ve Firavun’ların sünnetine/tarzına benzemesi ne yaman bir çelişki değil mi?..
Nikâha gelince zavallı imamın, ‘Hz. Adem ve Havva, Hz. Muhammed ve Haticet’ül kübra ve Ali efendimizle Fatıma annemizin evliliği gibi eyle..’ dediğine (demek zorunda kaldığı klasik duası) bir bakıp, bir de karşıdaki manzaraya bakınca biraz sinir bozucu ve biraz da komik kaçıyor. Çünkü bu duayı ederken ne eskisi gibi yüzü duvaklı tesettüre uygun Hatice ve Fatıma’ya benzeyen bir gelin ve ne de onların düğününe benzeyen sade ve mütevazi bir düğün var. Tabii örnek olan ve keyifle vakit geçirdiğimiz düğünlerde oluyor.
Toplumun, eşimizin ve çocuklarımızın istekleri karşısında bazen çok çaresiz kalıyoruz değil mi?..
Hem bu konu hem de başka meselelerde eşime ve evladıma sözüm geçmeyince kusuru ben hep kendimde görüyor ve (aklıma sanırım Fudal bin İyad olacak) onun: “Ne zaman ehlimin ve eşeğimin serkeşliğini/itaatsizliğini görsem, anlıyorum ki Allah’a karşı bir kusur, itaatsizlik etmişimdir.” sözleri geliyor.
Allah bizi rahmetiyle ıslah etsin.
Tarih her daim tekerrür ediyor…
Aklıselim olanlar ise tarihten ibret alır, ders çıkarır..
Sodom ve Gomore şehirleri niçin helak oldu ve İtalya’da Vezüv Yanardağı kimlerin üzerine lavlarını attı?..
Bu gün Lût gölü olarak bilinen -deniz seviyesinin dört yüz metre altında, balık ve ot dâhil hiç bir canlının ve bitkinin yaşamadığı- o yerde yapılan araştırmalar ve arkeolojik çalışmalar olağanüstü bir çöküşün ve oraya ait olmayan taşların varlığını tespit ettiler:
“Azap emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. (O taşlar) Rabbin katında işâretlenerek (yağdırılmıştır). Onlar zâlimlerden uzak değildir.” (Hûd, 82-83)
“Körler ülkesinde görmek idamlık suçtur.” demişler.
Lût peygamber ve ailesinin (Karısı hariç. O da yaşadığı toplumun âdetlerini benimseyip kocası Lût peygambere ihanet ettiği için helak oldu.) tek suçu(!) toplumun sapkın yaşam tarzlarına bulaşmamaları imiş.
“Kavminin cevabı: ‘Onları yurdunuzdan sürüp çıkarın, çünkü bunlar çok temizlenen (kötü ve çirkin işlere tenezzül etmeyen) insanlarmış!’ demekten başkası olmamıştı.” (Araf 82.)
“Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!” (Mehmet Akif Ersoy.)
İlginç!.. Suçları ne imiş?.. “Temiz olmaları.”
Siz bir toplumda (Müslüman geçinenler de dâhil.) ya onlar gibi hak-batıl ne varsa âdet ve kültürlerine uyup kınanıp kovulmaktan kurtulacaksınız, ya da ayıp ve günahlarına şahid olduğunuzdan dolayı gerekirse ölümle tehdit edileceksiniz.
Katilin şahitle hiç bir meselesi olmasa da “günahına/cinayetine şahit olması” ölümüne yeterli bir sebeptir.
Sizi kendilerine benzetmek isterler ki aksi takdirde kötülüklerini görmeniz onları rahatsız etmesin.
Yirmi yıl kadar önce Hollanda’da bir imam, eşcinselliğin “Bir tür hastalık” olduğunu söyledi ve bu sözleri yüzünden ülkeden kovuldu. Tarih tekerrür etti ve Lût peygambere karşı gösterilen tavrın aynısı onun da başına geldi.
Allah korusun, peki bizim gerek çocuklarımıza veya yaşadığımız topluma karşı bu ve buna benzer durumlarda göstermemiz gereken reaksiyon ne olmalı?..
“Evden kovar, evlatlıktan reddederim!” sözünü bence hiç düşünmeyelim ve bu konuda acele etmeyelim. Bir insan küfür ve şirkle ölmediği sürece, -Lût (as.)gibi- kapıyı hep açık tutmalı ve günahı ne olursa olsun onu kurtaracak alternatif bir yol oluşturmalıyız.
Empati yaparak düşünelim şimdi…
Siz bir kasabadasınız, ne havariniz var ne sahabiniz ve ne de sırtınızı dayayıp güç alacağınız bir sahibiniz…
Karınız bile size muhalif, bir tek kızlarınız var; yâni garip bir peygambersiniz..
Evinize (melek olduğunu bilmediğiniz) yakışıklı erkek kılığında misafirleriniz gelmiş ve bu haberi alan tüm kasabanın erkekleri koşa koşa kapınıza dayanıyor ve tehdit ederek misafirlerinizi istiyor.
Lût as. o kadar büyük bir sıkıntıya düşüp misafirlerine karşı mahcup oluyor ki bir çözüm olarak: “Dedi ki: “Eğer (böyle bir iş)yapmak istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım (Sizi onlarla evlendireyim)!” (Hicr 71.)
Kızlarını eş olarak teklif etmesi bize hoş gelmediği için tefsirlerde bile, “Onlar Lût’un as. kendi öz kızları değil de kavminin kızlarıdır.” derler.
Hâlbuki kavminin veya kendi kızlarının olması neyi değiştirir?.. Bunu ayrıca izah etmek (eşcinsellere layık görülmediği için) kompleksli bir yaklaşımdır.
Bu Hz. Lût’un fıtrî olana, doğruya yönlendirmek için bir çözüm önerisi, fedakârlığıdır. “Zaten orada bir ev halkından başka Müslüman bulamadık.” (Zariyat 36.) derken Kur’an, ümmet mi var ki ortada kızlarını versin.
Bu teklife de yanaşmayan azgın ve sapık Sodom ve Gomore halkı sürgün ve ölümle Lût’u as. tehdid edince: “Lût: ‘Keşke benim size karşı koyacak bir kuvvetim olsaydı veya sağlam bir kaleye (ve kabileye) sığınabilseydim’ dedi.” (Hûd 80.)
Hülâsa..
Onca nasihat ve çırpınmalardan bir sonuç çıkmayınca Allah’ın emri (hicret vakti) geliverdi: “…Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?!” (Hûd 81.)
İşte peygamberlerin hayatı!..
Çile, korku, sıkıntı ve en yakınlarının ihaneti… Ama sonunda ümit var, kurtuluş var, zafer var.
Küfür ve zulüm gece karanlığı gibi çökse de, sabah olunca çözülmeye, sönmeye mahkûmdur.
Acımız, derdimiz, kederimiz ne olursa olsun, “Allah var gam yok. Sabah olsun hayrolsun.” deriz ya.. O hâlde, “Eleyse-ssubhu bikarîb..” “Sabah yakın değil midir?..” Murat Altun —◄◄