
Dinle dostum dinle, dinle anla beni.. DİN’le, hikmet’le dinle anla beni.
Allah insanı yaratmış ve benliği (egosu) üzerinden bir takım imtihanlara tâbi tutmuş. Para/ mal, makam, evlat.. Bunlar en temel sorular veya sınav araçları diyelim. Kur’an bunlara ‘fitne’ diyor. “Yaratan bilmez mi hiç!” Rabbimiz tam da bunlarla insanın kaç ayar olduğunu (derecesini) ortaya çıkarıyor. Bu imtihanın şartları maddi anlamda sarp bir yokuş olsaydı onu aşabilmek belki bu kadar zor olmazdı ya.. “Fakat insan, sarp yokuşu aşmak için bir gayrete soyunmadı. Sen o sarp yokuşun ne olduğunu bilir misin? Bir köleyi veya esiri hürriyetine kavuşturmaktır.
Yahut bir salgın açlık gününde yemek yedirmektir; ya bir akraba olan yetîme, yahut aç veya açıkta kalmış, hiçbir şeyi olmayan yoksula bakmak/doyurmaktır.” (Beled Sûresi. 11-16)
Bir gün, bir kimse Hz. Ömer’in (r.a.) yanında başka birinden övgüyle bahsediyordu. Hz. Ömer (r.a.):
“–Onunla hiç yolculuk, komşuluk veya ticâret yaptın mı?” şeklinde suâller sordu. Adam her seferinde “hayır” cevâbını verince Hz. Ömer (r.a.):
“–Allâh’a yemin ederim ki sen onu tanımıyorsun.” buyurdu.
Nasıl ki bir madenin cevheri cürufundan yüksek ateşte yanarak ayrılıyorsa, (altının ayarı ateşten geçiyorsa,) insanın ayarı da altından, paradan, maldan geçiyor.
“Erdem, menfaatler çatıştığı zaman belli olur.” sözü gerçekten de harika bir tespit. Normal şartlarda (teoride) herkes adalet, iyilik/ erdemden söz eder: “Aman canım dünya malı değilmi..”
“Mal da yalan mülkte yalan.”
“Dünya fânidir.” gibi sözleri herkesin ağzından duyarız da -“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.”- o kişinin bu sözlerinde ne kadar sadık olduğunu bilmek için Hz. Ömer’in (ra.) dediği gibi komşuluk, yolculuk ve en önemlisi de ticaret yapmak gerekir.
Elbette malın mülkün, paranın zaruret olduğunu biliyoruz. Zekât, sadaka, infak ve onlarca hayırlı çalışmalar ancak bu imkânla gerçekleşiyor
Hayat yolunda giderken bir binek/araç olduğunu bilmemiz yeterliydi malın, paranın ama bugün aileleri birbirine düşman eden ve cinayetlere sürükleyecek kadar tapınılan bir put da olmamalıydı.
Bir toplumda veya aile içinde insanların muamelesi/değer yargısı kişinin ahlâkına göre mi yoksa malına ve statüsüne göre mi belirleniyor?.
Bu toplum içinde fakir veya orta hâlli helalinden geçinen kişi Allah’ın taksimine razı olacak belki ama ailesi ve insanlar hâline bırakmıyor ki. Ailesi herkes gibi lüks bir hayat beklerken insanların muamelesi de adamın malına göre oluyor (hor görülüyorsa) ve bu kişi Kur’an’dan, “fakirliğin zenginliğin bir imtihan oluşu, dünyanın çok kısa ve asıl ahiretin daha hayırlı ve ebedi oluşu ve bir de insanların birbiriyle denenmesi” konusunu da öğrenmemişse (insanların çoğu bunu bilmez) ne olacak şimdi?.
Allah korusun ya isyan ya da küfür.
Bir hadisi Şerif’te: “Fakirlik nerdeyse küfür olacaktı.” buyrulmuş.
Avrupa’da sınıf farkı çok sırıtmıyor ama İslam ahlâkından mahrum olan “Müslüman ülkeler”de adam biraz zengin veya hasbel kader bir makama gelmişse (mütevazi güzel insanları tenzih ediyorum) oturuşu kalkışı, yürüyüşü ve tüm şımarık kibirli tavrıyla garip ve fakirleri rencide ediyor, eziyor.
Bir takım zavallılar da etrafında “belki bir menfaat temin ederiz” diye toplanıyor ve adamın(!) tüm zırvalarını sessiz sükût dinliyorlar.
Bir hadisi Şerif’te: “Kim zengin bir adama zenginliği için tevazu (saygı) gösterirse, dininin üçte biri gider.” buyrulmuş. İşte böyle bir durumda o zavallı da, kendini bir “halt” sanıp kasılarak her ortamda uzun uzun konuşuyor…
Futboldan, siyasetten, dinden, felsefeden, sanattan vs. bilmediği hiç bir mesele yok. Çünkü ruhu olmasa da parası çok.
İşte böyle.. Ahlâk ve fazileti ile içini dolduramayan kişiler bu boşluğu (eksikliği) ya soyu, ya malı, ya da dışarıdan yakıştırıp takıştırdığı bir takım yamalarla övünerek kapatmaya çalışır.
“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur…” (Hadid süresi 20.)
Sorsalar hepimiz “çocuklarımızın geleceği için bu malları biriktirdiğimizi” söyleriz. Doğrudur ama çocuklara şimdi bugün harcanan paralar, üç kuruşluk bir dondurma, beraber bir yerleri gezmek ve eğitimleri için harcananlar, onların hiç unutamayacağı en güzel ve en hayırlı yatırımlar olacak. Zaten çocuklar büyüdüğü zaman kendileri kazanma gücünü elde edeceklerdir.
Miras olarak bırakılacak en güzel hediye nedir peki?..
Efendimiz (sav.): “Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiye/ ahlâktan daha hayırlı bir mîras bırakmamıştır.”(Tirmizî, Birr, 33) buyurmuşlar.
Para her kapıyı açabilir mi?..
“Para her kapıyı açar” diyen kişi insanlara bakıp realiteyi kastediyor ve ironik bir ifade kullanıyorsa belki doğrudur.
Değilse, mutlak manada “Para her kapıyı açar diyen kişi aynı zamanda para için her haltı yapacak kişidir.”
“Kadınlar şairlere âşık olur fakat tüccarlarla evlenirler.” Çünkü aşk karın doyurmuyormuş. O da haklı. Evet aşk karın doyurmaz. Çünkü onun yeri karın/mide değil gönüldür.
Bir memlekette halkın bir kısmı sömürülüp fakir düşürülüyor ve bir kısmı da devlet imkânlarıyla semirtiliyorsa ilk önce bu zulme burada dindar geçinen, kendini âlim ve önder olarak görenlerin şiddetle karşı çıkması gerekir. İnsanların emeği gasp edilirken, “sabretmeyi, şükretmeyi ve kanaat etmeyi” teşvik eden o sistemin dalkavukluğunu yapmaktadır.
Bugün İslam tarihine (peygamberlerin Kur’an’da anlatılan hayatına bakıyoruz da,) hep bu yönetimi ele geçiren, saraylarında sefahate dalmış, seçkin şımarık kesimle mücadele ettiklerini görüyoruz. Çünkü bu zalimler genelde halkı kandırarak veya baskı kurarak hem mallarını hem de şereflerini alıyorlar ki, karşı çıkmasınlar.
Bu köleleştirme zulmüne karşı dînin zirvesi olan cihadı varken (yüzlerce örneği ile) bugün bunları savunmak için illa solcu, komünist veya farklı bir ideolojiye mi sahip olmak gerek?.. Hayır!.. Din ibadetlerden ibaret değildir. Yönetimde adaleti esas alarak siyaset, ticaret, hukuk vs. ne varsa her şeye bir kaide/nizam koymuştur. Peki, “Paranın dini imanı olur mu?..” Kıyamet günü sorulacak sorulardan biri de: “ ..kişinin malını nereden kazanıp nerede harcadığı…”(Tirmizî, Kıyamet 1) ise onun da dine imana taalluk eden bir tarafı vardır.
İşte Allah’ın peygamberler aracılığı ile bir topluma gönderdiği tevhid inancı ki hakkı ve insanlar arasında “adil düzen”i emrediyor; böyle bir nizama ve uyarıya ancak menfaatlerinin ve kurdukları sömürü düzeninin yıkılmasından korkan Kur’an’ın “mütrefin” dediği, devleti ve sermayeyi ele geçirmiş, varlıklı şımarıklar karşı çıkar:
“Biz bir ülkeyi (ve düzeni) helak etmek (ve çökertmek) istediğimiz zaman, oranın “mütref”lerine (yani; haksız ve hesapsız nimet ve servetle şaşıran ve devlet imkânlarıyla şımaran, ülkenin ileri gelen kimselerine) emrederiz (onlara fırsat veririz) ki, orada her türlü fısk-u fesadı (haksızlık ve hayâsızlığı) yapsınlar…” (İsra 16.
Murat Altun —◄◄