Merhaba değerli dostlar.

Şu Ramazan arefesinde, istikamet üzere olup yorulmadan, yılmadan menzile doğru yol almayı ve bir de şu bahar mevsiminde tabiat gibi dirilmeyi yüce Allah’tan dileyerek sözümüze başlayalım.

Yol ve menzil…

Mükâfatı sürpriz olarak gizlenen oruçtan yola çıkarak, vs. iyiliklerin bire ondan yedi yüze kadar ve daha fazlasıyla (Bakara 261.) Kerem sahibi Rabbimiz tarafından müjdelendiğine iman ediyorsak, bu yolda durmadan, bu kervandan ayrılıp sapmadan sabırla menzile doğru yürüyüp ilerleyelim inşallah.

Seyr-i Sülûk yolunda ilerlemiş bir hikmet ehli der ki: “Eğer bizim şu manevî hâlimiz (zikir ve ibadetten aldığımız lezzet) soyut bir şey değil de somut/ görünür/maddî bir nesne olsaydı, krallar ordularıyla gelip elimizden alırlardı.”

Allah’tan defineler/değerler viranelerde gizli. Yoksa layık olmayan kişilerde ona talip olurdu.

Ahkaf Sûresi 11. ayette de işaret edildiği gibi, zengin ve şımarık kafirler: “Eğer Muhammed’in dini hak olsaydı şu köleler ve aşağılık takımı(!) bizden önce bu dine giremezdi.” diyerek, imtihan gereği Allah’ın verdiği mal ve makamlarından dolayı aptalca bir kıyasla, güçlü olanın her zaman ve her yerde haklı da olabileceği bir sonuca vardılar.

“Harabat ehlini hor görme Zakir, Defineye malik viraneler var.” 

(İbrahim Hakkı Erzurûmî)

Tabi ki basiret sahibi mü’minler iman ediyor olsa da imtihan gereği, ne bu yüce dinin mükafatı ve sonsuz saadeti, ne de küfrün zulmeti ve habis çehresi bu dünyada  bedbaht/nasipsizlere aynel yakin görünmüyor. Çünkü onlar peşin ve yakın olanın, görünen ve tutulanın peşinde koşar. O yüzden de ğayba (görünmeyen, tutulmayan, alınıp, satılmayan, meta ve PUT’da olmayan manevî değerlere) iman etmezler.

İster sırât de, (Fatiha’da istikamet istediğin doğru yol.) istersen şeriat de, (Aslına/kaynağına götüren su yolu.) veya tarikat…

Bak hâlâ yoldayız doğduğumuz günden bu yana..

Yavaş yavaş da olsa yürüyüp bu hak yolda istikamet üzre ilerlemek ve yolun tozunu toprağını yutup üstünü başını bu yolda çürütmek..

“Kimler geliyor kimler gelmiyor?” diye düşünmeden arkana bakmadan gitmek var ya…

Konjonktürel şartlara takılmadan hakkı yalın bir şekilde söyleyebilmek bu yolda.

Mecnun/deli denilmeyen bir tek peygamber var mıdır bu âlemde?..

Uzun ince bir yoldayız ve şimdilik gecede  gidiyoruz…

Kıssadan hisse şöyle:

“Zülkarneyn Aleyhisselâm, ordusuyla gece yolda giderken askerlerine:

– Ayağınıza takılan şeyleri toplayın, diye emir verir. Ordu bu emri duyunca, içlerinden bir grup;

– Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti birde ayağımıza takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım, deyip yola devam ederler.

İkinci grup:

– Madem komutanımız emretti, hiç olmazsa birazcık toplayalım da emre muhalefet etmiş olmayalım. Ordu komutanına itaat etmek gerekir, diyerek az bir şey topladılar.

Üçüncü grup:

– Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Emrinin bir hikmeti vardır, diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldururlar.

Sabah olduğunda bir de bakarlar ki, topladıkları hep altın. Meğer geçtikleri yer bir altın madeniymiş…

Gerçeği öğrenince, hiç almayan birinci grup:

– Niçin almadık! Niçin dinlemedik komutanımızın sözünü. Bir tane bari alsaydık, diyerek pişman oldular.

Az alan ikinci grup ise:

– Ah keşke biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi tıka basa doldursaydık, diye pişman oldular.

Çok alan üçüncü grup ise:

– Keşke lüzumu olmayan eşyalarımı atsaydık da daha çok alsaydık. Her şeyimizi doldursaydık, diyerek üzüldüler.”

Kur’an’da ilk insan ve ilk peygamber olan Adem babamızla iblisin imtihanından tutun da tâ son peygamber Hz. Muhammed (sav.) Efendimize gelene kadar tüm peygamberler kavimlerine Allah’a kulluk ve kendilerine itaati emretmişlerdir. Fakat dinin, imanın bir takım şartları olduğundan dolayı -Namaz, oruç, zekat, cihad gibi vs. ibadetleri emredip, nefse hoş gelen günahlardan da nehyetmesi- bir çok insana ağır gelmiş ve gece karanlığında giden ordunun içindeki bazı uyanık geçinen art niyetli kişiler gibi itaat etmeyip kör ve sağır bir şekilde onun (emredilen şeylerin) aslında dünya ve ahiret saadeti, hazinesi olduğunu görememişlerdir.

Bu gününün lideri, komutanı, önderi, peygamberi Hz. Muhammed (sav.) Efendimize iman etmeyen kafirler ve itaat etmeyen münafık ve fasıklar da aynı nedameti/pişmanlığı çok büyük bir azapla yaşayacaklardır. “Ben Kur’an’ı bilirim ama hadislere itibar etmem, sünnete tabi olmam” diyen kişi de bu isyanın cezasını göreceği gibi mükafatlardan da mahrum olmanın kahrını yaşayacaktır.

İtaat edenlere gelince onlar, tembellik, hainlik ve kibiri tercih etmeyip, “Semi’nâ ve eta’nâ” diyerek iyi niyetlerinin kendilerine neler kazandırdığını imtihan gereği sonradan öğrenmiş oldular.

Peki bizim heybemizde neler var?..

Zulkarneyn’in ordusu nasıl ki sabah anladıysa biz de taşıdığımız şeylerin ne değerde olduğunu kıyamet günü dirildiğimizde daha net göreceğiz.

Çünkü Efendimiz (sav.): “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!” buyurmuşlar.

Ve yine, “Andolsun ki sen (dünyada) bundan gaflette idin. İşte senden perdeni kaldırıp açtık. Bugün gözün (ne kadar) keskindir!” (Kaf 22.) denilecek.

 

İşte o saatte/o demde ki dünya perdeleri kalkar ahiret perdeleri iner, merhum Necip Fazıl’ın dediği gibi,: “Azrail’e hoş geldin, diyebilmek de hüner.”                   Murat Altun —◄◄