
Seyh Sadi Şirazi, “İnsan; bir kaç damla kan ve bin bir endişe..” demiş, ne de güzel/ doğru, fakat ne de acı söylemiş. Yaşayanların şu gök kubbe altında gördüğü/ göreceği nice şeyler var.
Allah’tan insan, acı ve kederleriyle sabit kalmayıp, dertleşip teselli edilerek, şaka, oyun, uyku ve unutkanlığı gibi vs. etkilerle ahvali değiştiği için bunları atlatabiliyor. Yoksa insan sürekli aynı düşünce/duygu ile hissettiği acı yükünü taşıyamaz, ya ölür ya da çıldırır.
Öyle sıkıntılı an(ı)larımız olmuştur ki, “Nereden geldi başıma bu bela?”
“Bu günler de geçer mi acaba?..” deyip, neredeyse bizimle ölene dek kalacağını sandığımız sıkıntılar, en güzel ilaç olan zamanla ve Allah’ın yardımıyla tek tek dağılıp gittiği gibi, unuttuk bile.
Buna örnek olarak Hz. Meryem annemizin düştüğü durumu hatırlayalım…
Dünyanın en iffetli kadını olan Meryem, evlenmeden ve eline erkek eli değmeden (Allah’ın emriyle/mucize olarak) hamile kalıyor. Bir müddet sonra doğum yapıyor ve kucağında babası olamayan bir çocukla insanların yanına geliyor. Empati yapalım…
Siz bir kadınsınız..(Kadının onuru, gücü, her şeyi iffeti/ namusudur.)
Bu durumda bu hâlinizi kime (kim inanır) nasıl anlatacaksınız?..
Böyle “rezil(!)” bir durum gibi sizin de, “yer yarılsa da içine girseydim” diyeceğiniz bir ânınız oldu mu?..
Dahası, “ölseydim de kurtulsaydım” dediğiniz; ölmekte yetmez ya; “Ve kuntu nesyen mensiyye -unutulup gitseydim” dediğiniz bir trajedi yaşadınız mı?.
Oysa Meryem ana, “- Ah nolaydım! Bundan önce öleydim de unutulmuş gitmiş olaydım.” dedi. (Meryem 23.)
İşte böyle hayat!..
hikâyenin bir karesinde ölümün bile kendisine yetmeyip, “bir de unutulup gitmek isterken”, daha sonra dünyada gelmiş geçmiş bütün kadınlardan ve bir çok erkekten üstün olup, herkesin saygı ve hayranlıkla anacağı ve ‘Betül’ ismiyle iffetin, takvanın/ahlâkın timsali olacağı Meryem anamızın hiç aklına gelir miydi?..
İyi günlerde gelip geçiyor kötü günlerde..
Bazen öyle sıkıntılar yaşar ki insan sabrı zorlanır ve imanı (iddiaları) ile imtihan olur.
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber müminler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara, 214)
Herkesin ayrı bir sınavı var ve her dönem de farklı şeylerle sınanıyoruz: Kimisi sağlık sorunları yaşarken kimisi de sorunlu ve geçimsiz eşi ile huzursuz. Kimisi terbiye edemediği çocukları ile bunalımda iken kimisi de kaybettiği yakınlarından dolayı yasta, kederde. Mallar, evlad u ıyâl, hasret, gurbet, ölüm…
Bu “dünya sürgününün bir süreği..”
Asıl karargâh, sükun ve huzur yeri ahiret, yâni cennet.
Araplar, “La rahata fid’dünya.” derler.
Dünyada rahat yok yâni.
Efendimiz (sav.) ise, insanın emelinin (dünyaya bakışının) uzun oluşuna mukabil ecelinin kısa oluşunu ve zaten bu kısa çizgide ilerlerken de hastalığın, kazanın, belanın labirentte ilerleyen kişiye gelen tuzaklar gibi birinden kurtulsa diğerinin çarpacağını haber vermekte.
Ama sonuç olarak gerek dünyada gerek ahirette olsun, kişinin en son hâli nasılsa ondan önceki yaşadıkları iyi-kötü hâllerin hiçbir hissiyatı, tesiri, faydası-zararı kalmıyor. Sanki hiç yaşanmamış gibi oluyor. O yüzden ‘zaman’, dediğimiz şey çok göreceli bir ‘şey’. Bunun anlaşılacağını umarak bununla ilgili şu hadisi aktarayım:
Enes b. Mâlik -radıyallahu anh-’dan merfû olarak rivâyet edildiğine göre Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Cehennemliklerden olup, dünyada pek müreffeh/ rahat hayat yaşayan bir kişi kıyamet gününde getirilip cehenneme bir kere daldırılır. Sonra: ‘Ey âdemoğlu! Sen hayırlı bir gün gördün mü? Herhangi bir nimete nail oldun mu?’ denilir. O kişi: ‘Hayır, vallahi Rabbim! Öyle bir şey görmedim’ der. Cennetliklerden olup, dünyada insanların en yoksul olanı getirilir, cennete bir kere daldırılır. Ona da: ‘Ey âdemoğlu! Sen herhangi bir yoksulluk ve sıkıntı gördün mü? Hiç zorluk ve darlık çektin mi?’ denilir. O kişi de: ‘Hayır, vallahi Rabbim! Hiçbir yoksulluk ve sıkıntı görmedim, zorluk ve darlık çekmedim’, der.”
Adamın birisi Hz. Ali’ye gelerek dedik ki:
“O kadar dertliyim ki, çok sıkıntım var…”
Hz. Ali: “İki soru soracağım, cevabını verip dermanını bulacaksın.”
Adam: “Sor ya Ali”
Hz. Ali: “Dünyaya geldiğin zaman bu dert seninle birlikte mi dünyaya geldi?”
Adam: “Hayır.”
Hz. Ali: “Dünyadan giderken bu dert seninle birlikte olacak mı?”
Adam: “Hayır.” dedi.
Hz. Ali sözünü şöyle tamamladı: “Seninle birlikte gelmeyen ve giderken de seninle birlikte olmayacak olan bir dert, senin bu kadar zamanını almamalı. Sabırlı ol. Yeryüzündekilere çok ümit bağlamaktansa, yüzünü âlemlerin Rabbine çevir.”
Hz. Ali efendimizin bu teselli edici, hikmetli nasihatleri üzerine söyleyecek bir söz kalıyor, o da: Bu da geçer ya Hû.
Murat Altun —◄◄