
Merhaba değerli dostlar.
Önce iman ve salih amel, sonra da sağlık, afiyet, huzur ve barış dileyerek bu ayın yazısı olan akrabalık ilişkilerini anlatmaya çalışalım inşallah.
Allah’ın bir hikmeti veya sırrı gereği, herkesi farklı bir çağda dünyaya gönderdiği gibi, yine kaderi gereği milyarlarca insan içinden seçerek birilerini ona sülale/ akraba eyliyor ve imtihan ediyor. Akrabaların birbiriyle iyi geçimi ise sevgi, rahmet, hak/ hukuk anlayışı, fedakârlık ve sabırla elde ediliyor.
Daha ilk insan olan Adem babamızın çocukları (Habil ve Kabil) arasındaki menfaat çatışması, birinin “mazlum” olarak ölmesine, diğerinin de “zalim” ve “katil” olarak günahı yüklenmesine sebep oldu. Yani insanlık tarihi bir dramla, kardeş cinayeti ile başladı.
Çünkü Allah cc. onlarca ayette, “Malların ve evladın fitne/ imtihan” olduğundan bahsederken farkına varmayan ve hakkına razı ol(a)mayan insanın, süslü gösterilen bu dünyaya karşı bu denli hırslı oluşu, böylece bir çok felakete sebep oldu.
“Sılayı rahim” diyoruz ya…
Hattı zâtında aile, akrabalık bir nimet ve rahmettir. İyi günde neşe, kötü günde destek ve canından bir parçadır. Çünkü akrabaların her bireyi, bir bütünün (atanın/ ağacın) dallara/ cüzlere bölünmüş hâlidir.
“Akrabalık bağı, rahimler vasıtasıyla ortaya çıkar. Anne Rahmi ile cenin arasında nasıl “kordon” diye bilinen maddî bir bağ var ise, doğduktan sonra da akrabalar arasında manevî bir bağ söz konusudur. Cenin için kordon ne kadar hayatı önemi haiz ise Müslüman birey için de sıla-i rahim o denli önem taşır.”
Bu sevgi ve merhamet, Er Rahîm olan Allah’dan insana fıtrî/ yaratılış olarak verilmiştir. Ama kimileri de zamanla fıtratındaki -sevgi, merhamet, vefa gibi- bu asil özellikleri nefsine uyarak terk eder ve bağlarını koparır.
“Akrabalık bağlarını kesen (ise) cennete giremez.”(Buhari-Müslim)
Peki akrabalar zarar veriyorsa, şerrinden kurtulmak için uzak durmak gerekmez mi?..
Elbette bu durumda doğal olarak insanın kendini koruması gerekir.
Mesafe ve kontrolü iyi ayarlamak, dikkatli davranmak zorunda kalırız bazen. Bazıları ile çok samimi olunca sıkıntı olduğu gibi, çok soğuk veya küs olunca da dedikodu ve düşmanlık doğar.
Ve en çetin düşmanlık ve hasetlik de aile/ akraba içinde olur. Başkası nemize gerek!..
Öyleyse Muaviye bin Ebu Sufyan’ın halkı yönettiği gibi bizde mesafeyi iyi idare edeceğiz: Aradaki ip çok gevşediği zaman -aşırı lakaytlık durumunda- biraz çekeceğiz ve çok gerilip kopma durumuna gelince de gevşeteceğiz.
Bu manada “Selam”ı (gerektiği kadar irtibat kurmayı) koruyucu bir kelam olarak görüyorum. Umulur ki cahil insanların dedikodu, haset ve husumetinden korur:
“Rahman’ın (akıllı ve hayırlı) kulları (onlardır ki;) gezip dolaştıkları (her) yerde, (münasip ve) mütevazı yürürler. Bilgisiz (ve görgüsüz) kimseler kendilerine sataştıklarında ise onlara: “Selametle (barış ve güvenlik içinde olun)!” derler (ve geçiştirirler, gereksiz tartışma ve kapışmalara girişmezler).” (Furkan 63.)
Birçok aile ve özellikle de Avrupa’da yaşayanların şikâyetlerine gelince..
Akrabalarının sömürmesi ve bunun üstüne bir de mallarına, miraslarına hile ile konmaları, vs. nankörlükle elbette insanı çok üzüyor. Bazıları affetmek istemiyor. Hâlbuki hayat bir imtihan ve akrabalarda bu imtihanın birer parçaları.
Örnek olarak tarihteki “İfk Hadisesi’ni verebiliriz.
Bu, münafıkların uydurup Hz. Aişe annemize attıkları bir iftira.
Yani İslam peygamberi Hz. Muhammed’in (sav.) eşi ve Hz. Ebu Bekir’in kızının iffetine/namusuna sürülmüş bir leke.
İftira olduğu bilinse de, “Şuyu’u vukuundan beter.” bu yalanın dile düşmesi Hz. Peygamberi, Hz.Ebû Bekir efendimiz’in ailesini ve özellikle de Aişe annemizi perişan eyledi. Allah’tan (onun iffetini aklayan) vahiy geldi de Aişe annemiz bu dedikodudan kurtuldu.
Asıl konumuz burada, bu iftiracıların içinde bir de Mıstah adında biri var ki, bu kişi Hz. Ebû Bekir’in hem yakın akrabası hem de fakir olduğu için sürekli bakımını karşıladığı biriydi. Hz. Ebû Bekir onun ismini de duyunca üzülerek, bir daha ona hiç mal vermeyeceği üzere yemin etti. Elbette Mıstah’ın yaptığı yenilir yutulur bir hata değildi. İftira cezası da aldı ama Allah cc. affedici olduğu için Hz. Ebû Bekir efendimizin şahsında hepimize de affedici olmayı tavsiye etti.
“İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına (AKRABALARA), düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah’ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır.” (Nûr 22.)
Âyette geçen “Allah’ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız?” sorusuna gözyaşları içerisinde “İstemez olur muyuz ya Rab!” diye cevap veren Hz. Ebubekir, Mistah’a yardım etmeye devam etmiştir. Hem de eskisinden fazla olarak.
“Ben haklıyım!..” diyerek bir ömür boyu küs durmak çözüm ve erdem değil.
Bizim başımıza gelenler bu olaydan da daha beter değil. O hâlde niçin affedemiyoruz?..
Hz. Yusuf’u kıskanıp kuyuya atan kardeşlerini Mısır’da servet, şöhret ve hükûm sahibi iken, intikam almak şöyle dursun birde ikram ve hürmet ederek bağışlayan Yusuf peygamberin kıssasını örnek almayacaksak ne diye okuyoruz?..
Ona yapılanın binde biri bize yapıldı mı?..
O hâlde neden affedemiyoruz?..
“Ben ne kaybettiğimse dürüstlüğümden kaybettim.” gibi sözler doğru anlam ifade etmiyor.
“İyilik yap, denize at; balık bilmezse, Hâlık bilir.” demişler.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre bir adam:
– Yâ Resûlallah! Benim akrabam var. Ben kendilerini ziyaret ediyorum, onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba davranıyorlar, dedi.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yutturmuş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça, Allah’ın yardımı seninledir.” (Müslim, Birr 22)
Ne demek bu sıcak kül yutturma teşbihi/ benzetmesi?…
“Akrabasının anlayışsızlığına göz yuman, kötülüğünü iyilikle karşılayan, kabalığını bağışlayan bir kimse, ilâhî emre uymanın ve onu uygulamanın derin hazzını (Vicdan rahatlığı) ve huzurunu tadarken, ona kötü davranan yakınları, yaptıklarından dolayı bir müddet sonra elem duymaya başlarlar. Bu asîl davranış karşısında ezilir, perişan olur, yerin dibine geçerler. Böyle bir duruma göre sıcak kül teşbihinin anlamı, sen onların yüzüne sıcak kül serpiyor ve yüzlerini kül rengine buluyorsun, demektir.”
Biz ne kül yutalım, ne de kül yutturalım.
Sözlerimiz gül gibi koksun (dedi kodu olmasın aramızda.)
Küllerle kirletmeyelim üstümüzü,
gül gibi tertemiz yaşayalım gitsin.
Hayat madem kısa, her hâlimiz güle benzesin ve kimse bizden incinmesin.
“Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Gül alır gül satarlar
Çarşı pazarı güldür gül.”
(Seyyid Nesimi)
Murat Altun —◄◄