Sosyal medya ve gazetelere şöyle bir haber düştü: Kısaca olay şu şekilde cereyan etmiş.“Bursa İnegöl ilçesinde 28 Eylül gecesi arkadaşlarıyla ormanda alkol alan Beyhan Mutlu, evine gitmek için ayrıldı. Bir süre sonra mahalleye dönen arkadaşları Beyhan Mutlu’nun eşiyle karşılaştı. Eşi, Beyhan Mutlu’dan haber alamadığını, telefonuna da ulaşamadığını söyledi. Beyhan Mutlu’nun, ormanda kaybolduğunu düşünen arkadaşları, jandarmaya haber verdi. İhbar üzerine jandarmanın yanı sıra UMKE ve İNDAK ekipleri ormanda arama çalışması başlattı. Bölgede karşılaştığı arama kurtarma ekipleriyle birlikte çalışmalara katılan Beyhan Mutlu, bir süre sonra “Beyhan Mutlu” diyerek bağıran arama kurtarma ekibine “Buradayım” diyerek cevap verince gerçek ortaya çıktı.”  Bu olay sadece ulusal basında değil dünya basınında bile konu oldu. Daha sonra olayın kahramanıyla yapılan röportajda, “Dünya gündemindesiniz” ihbarına mukabelesi çok esaslı olmuş. “Olabilir, ama dünya benim umurumda değil”

İlk okuduğumda çok güldüm. Güldüm ama sonra güldüğüme pişman oldum. Çünkü bu olayın üzerinden bazı şeyleri açıklayabileceğimizi düşündüm. İnsan insanın aynası. İnsan kemal yolculuğunu kendinden başlayarak, -kendi içinde her dem sürdürmek kaydıyla- karşısındaki insan üzerinden devam ettirebilir. Yolu insana uğramayan, insana nazar kılmayan kemal yolculuğunu bırakın insan kalması bile zordur. Neşet Ertaş’ın dediği gibi “Kusur görenindir.” Burada ‘kusuru’ çok genel anlamak lazım. Kusuru gören göz kemalden düşüyor demektir. Düşüyor ve düşürüyor. Buradan bakınca habere konu olay aslında, bazı hususları anlamamıza yardımcı olacaktır diye düşünüyorum.

Kahramanımız sarhoş. “Sarhoş” kelimesinin doğrusu “serhoş” yani aklı hoş. Bizde kullanımı böyle. Mey sarhoşu. Mey sarhoşluğunun ayılması var, ya diğer sarhoşlukların. Bazı sarhoşluklardan, ancak mezarda ayılabiliyor insan. Aslında insanlar az veya çok sarhoş olabiliyor. Modern çağın bizi çeşitli araçlarla sarhoş ettiğini kim inkâr edebilir. Modern hayatın bilim, teknik, akıl,  tüketim, özgürlük diyerek bizi sarhoş ettiğini söyleyebiliriz. Mey sarhoşluğundan bir zaman sonra ayılan insan, modern hayatın sarhoşluğunda mesela aklını kullanarak ayılması mümkün olabilir mi? Bizi sarhoş eden akıl ise ne yapacağız? Hangi akıllarla farkına varacağız? Şu anda insanın en büyük trajedisi, yakalandığı ve ayılması zor olan sarhoşlukla kendini aramaya kalkması. Bu hâliyle, kendisini arayan kurtarma ekiplerinin yardımından bile mahrum kalabiliyor. Zira arada uçurumlar oluşuyor. İnsanı kurtarmaya gelenlerin, mesela peygamberlerin, velilerin, gönül adamlarının hep sert muhalefetle karşılaşması bu sarhoşluktan meydana gelen büyük uçurum sebebiyle olduğunu söyleyebiliriz. Bugün de bu geçerli.

İnsanın kendini araması, varoluşun ne demek olduğunu sorgulaması ve bu yolda nitelikli bir gayretin içinde olması yanında, insanı arayan kurtarma ekiplerinin olduğunu söyleyebiliriz.

Hz. Pir’in (k.s), Konya sokaklarında gündüz vakti, elinde fener insan araması buna işaret ediyor. İnsanın kendini araması ve kendisini arayan insanların, ulu kişilerin olduğunu bilmesi ve bunların bir araya gelmesi sonucunda istikamet ortaya çıkıyor. Daha doğrusu ayıklık ortaya çıkıyor. “İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar.” (bk. Aclunî, Keşfu’l-hafa, 2/312) hadisini bu doğrultuda anlayabiliriz. Ölmeden önce uyanmak için, sarhoşluktan kurtulmak için ise “Ölmeden önce ölünüz…” hadisi bir yol gösteriyor. Ölmeden önce ölmek, yani sarhoşluklarımızdan kurtulmak, sarhoş eden hususlardan kurtulmak. Şehrin bir ucundan gelerek kavmini uyaran Habib-i Neccar’ın taşlanması, taşlayanların derin sarhoşluklarının, akıllarının örtüldüğünün göstergesiydi. Ölmeden önce ölmeyen, sarhoşluğunu diri tutuyor demektir. Galiba bugün geçerli olan düzen, insanların devamlı sarhoşluk hâli, hayatlarını devam ettirmeleri üzerine kurulu.

İnsanın kendisini araması, bu yola girmesi çok zor bir mesele. Çünkü yola girmek bir mesele, yolda kalabilmek başka bir mesele, yolda olmanın vereceği benlik sarhoşluğunun çıkabilme tehlikesi ayrı bir mesele. Burada galiba itimat edebileceğimiz kurtarma ekiplerine bağlanmamız gerekiyor. Üzerlerinde sarhoşluk izi olmayan kurtarıcı büyüklerimiz. Bize uzattıkları eli görmek ve tutabilmek. “Gassalın elinde meyyit” olmak ile başlanabilir. Beklentisizlik ve infak. Modern hayatın, bizimde çok çeşitli şekillerde kabullendiğimiz, kanıksadığımız, hayatımızı şekillendirdiğimiz yaşama biçiminin karşısında insanı tutup kendi yerine iletecek olan şey beklentisizlik ve infak galiba. Kendi içine, kendi aklının içine bağlantısız bir şekilde gömülen, sarhoş olan insanı uyandıracak, farkındalığı, ayıklığı sağlayacak olan yolların beklentisizlik ve infak olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yolu, yöntemi büyük medeniyet değerlerimizi ıskalamamaktan geçiyor.

Bu olay sebebiyle dünya gündemine oturan kahramanımızın, tanınırlığına ve bu olayın dillendirilişine mukabelesi harika olmuş. “Umurumda değil.” Ayıkların sözüdür bu.

İşim olmaz. İşim olmaz demek benim irtibatım olmaz demek. Basit gibi geldi değil mi? Ama mesela Hz. Ebû Bekir (r.a) efendimizin malının tamamını infak ettiğinde hayretle mukabele edenlere verdiği cevap “umurumda değil” olmuştur. Çünkü, “benim irtibatım Allah ile, Efendimiz ile” demiş oluyor. Modern hayatta biz hem farkı ve hem de irtibatı bu şekilde net ortaya koyabilir miyiz? “Umurumda değil” diyebilir miyiz? Bilmiyorum.

Ama diyenlerin başına kötü işler geldi tarihte. Şimdide öyle.

Başına bu işler gelen kahramanımız Beyhan Mutlu’ya hayırlar dua ederiz.

Sözü Yunus Emre (k.s) ile bağlayalım; “Zinhâr iy Yûnus gördüm dimegil / Dâra çekerler gördüm diyeni.”

Behçet Ali Şeker                         —◄◄