Kütüphane gerek kaynak gerekse güncel, siyasi ve tarihle ilgili kitaplarla dolu. Hâl böyle olunca konuşmalarımız da genelde din ve tarih üzerine oluyor ve zamanın su gibi akışına şahit oluyoruz. Ve ayrılırken sanki hiç konuşmamış ve konuşacak daha çok şeyler varmış hissi ile ayrılıyoruz her defasında.

Çatı katına çıktığımızda bizi L şeklinde olan bir kütüphane karşılıyor. Genelde ‘kitapları hangi kritere göre tasnif ettiniz’ diye sorarım ve bu soru hoşuma gider. Genelde iki cevabı vardır bu sorunun, alfabetik olarak yazarına göre ya da konularına göre. Kitaplara bakarken sanki bir kitapçının raflarına bakıyormuşum hissine kapıldım çünkü ev sahibim kitaplarına gözü gibi bakıyor. Oysa ben hiç öyle değilim. Kütüphanem zaten hiç bir zaman jilet gibi olmadı. Hep kitaplar üst üste, önünde kalemlikler, silgi, ayraçlar, cetvel, tesbih, aklına gelen ne varsa bulursunuz.

Neyse, kitaplara göz atarken, son dönemde çıkan kitapları takip etmediğim bir kez daha onaylandı. Gerek Türkçe ve gerekse Hollandaca bir çok kitaptan bihaberim. Eskiden olsa bu beni rahatsız ederdi açıkçası. Oysa son 15 yıldır bende kaynak kitaplara dönük bir ilgi kayması olduğundan hiç rahatsız olmadım. Dahası yeni gibi görünen kitaplarda aslında pek de yeni bir şeylerin söylenmediğini, eğer yeni bir şey söyleniyorsa bile pek de ilgimi çekmediğini fark ettim. Son 20 yıldır Türkiye’de İslamcı bazı çevrelerde hep bu çabayı görünce, ilk etapta ‘a ben bunu bilmiyordum, hiç böyle düşünmemiştim’ tepkisini verirken, akabinde bu tür keşiflerin pratik hayatımıza hiç bir yansıması olmadığını düşündüm, hissettim. Dolayısıyla kütüphanede dikkatimi, çocukken babamın da aldığı dışı ciltli, altın yaldızlı 5-10-20 ciltlik kitaplar çekti. Sonuçta ev sahibinden 1-2 küçük kitap yanında 18 ciltlik bir serinin ilk 3 cildini ödünç aldım: Akçağ Yayınları’ndan rahmetli İbrahim Canan Hoca’nın tercüme ettiği Kutub-ü Sitte.

1,5 cilt boyunca Hadis ve Hadis Usulü ile ilgili detaylı ve gerekli bilgiyi paylaşmış mütercim. (Eğer hoca hayatta olsaydı muhakkak kendisine ulaşır ve kullandığı dil ile ilgili düşüncelerimi paylaşırdım. Bir de Akçağ Yayınları’na da buradan bir itirazım var: Kitabın müellifinin ismi acaba neden kapağa konulmamış?)

Gerek Hadis Usulü ve gerekse Kutub-ü Sitte’de geçen muhaddislerin hayat hikâyeleri ile ilgili bilgiye sahip olmak beni çok mutlu etti. Gerçi geçmişte Sahih-i Müslim’i okumak nasib olsa da böyle bir seriye başlamak beni çok heyecanlandırdı. Zaten o heyecandan dolayı bir yandan  ‘şu 1,5 cilt bir bitse de hadislere bir an evvel başlasam’ derken diğer yandan hadis dünyasıyla ilgili önemli bilgilere sahip oluyordum. Sonra da açıkçası şu sonuca bir kez daha ulaşıyordum: Hadis okumamış ya da en azından meşhur 6 (hatta İmam Malik ile birlikte 7) hadis kitabından 1 tanesini bile okumamış kişilerle hadis konusu üzerine tartışmayın. Tartışmayın çünkü, bu konuda sağda solda zayıf ve mevzu hadisler üzerinden eleştirenlerin ne konuya vakıf olduğunu, ne de nasıl bir amaca hizmet ettikleri ile ilgili ciddi bir düşünce hatası yaptıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Mütercim de aslında bu konuya değinmiş fakat orada da bence eleştiri yaparken karşı tarafın nasıl bir maksat güttüğü ile ilgili ciddi hata yapmış: Hadisleri zayıf ve mevzu hadisler üzerinden yerden yere vuranlar, bahsettikleri hadislerin tüm hadisler içerisinde %99,99 oranının dışında kaldığını bilinçte olmadıklarını söylesem hiç de abartmamış olurum. Peki bu arkadaşlar bunu neden yapıyorlar? Zannediyorlar ki, yeryüzündeki yanlış din anlayışının ve uygulamalarının nedenini hadis gibi algılanan ama hadis olmayan sözlere bağlıyorlar. Şimdi biz örneğin, ‘hiç ölmeyecekmiş dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın’ sözünün mevzu olduğunu bilirsek İslam dünyası çağ mı atlayacak?

Üstelik bir de tersine bir mantık yürütelim: %99,99 oranında sahih olan hadislerle ilgili olarak, hadisleri eleştiren bu arkadaşlar sahih hadislerle ilgili ne düşünüyorlar? Eğer bu oranı sahih kabul etmiyorlarsa, kendi oranlarındaki sahih hadislerle ilgili olarak hem kendilerine, hem çevrelerine, hem İslam Dünyası’na hem de dünyaya ne vadediyorlar?

Eleştiriden, kavgadan, tartışmadan mütevellit pozitif ve gelişmeci bir dönüşüm beklemek biraz safdillik olur. Kendi bildiğimiz doğrularımız üzerine yoğunlaşıp onunla bireysel ve toplumsal amel edebilirsek, yani uygulamaya koyabilirsek güzel bir amaca hizmet olabiliriz.

Yoksa % 99,99’u yok saymakla güzel bir amaca hizmet ettiğini düşünmek olsa olsa metodolojik ve mantıksal bir felaketten başka bir şey olmasa gerek. Şu anki İslam Dünyası’nın genel olarak durumu bundan farklı değil.

Neyse ben artık giriş bölümünü bitirdim ve sabırsızlıkla ana bölüme başlamayı bekliyorum. Bekliyorum çünkü bu arada Türkiye’ye gitmek nasib oldu ve reklam kabilinden aşağıdaki kitapları araya aldım. Onlar bitsin kaldığı yerden devam edeceğim inşallah.

Sahi siz neler okuyorsunuz şu sıralar?

Ergün Madak