
Bu satırların yazıldığı günlerde, daha yerel seçimlerin yapılmasına 20 gün süre kalmıştı. Açıkçası seçimlerin yapılacağı zaman dünya siyaseti mi yoksa Hollanda siyaseti mi ön planda olacak, bunu şimdiden kestirmek çok zor. Rusya, Ukrayna sınırına yığınak yapıyor, ABD ve diğer Batılı ülkeler, ‘Rusya her an işgal edebilir’ diyerek tetikte bekliyor.
Gerek dünyadaki enerji fiyatlarının yükselmesi, gerek tedarik zincirinin sekteye uğraması, 40 yıldır görünmeyen yüksek enflasyonun Batı ekonomilerinin de artık ciddi bir sorunu olduğunun ortaya çıkmasıyla, dünya ekonomisi belirsizliğe doğru gidiyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu sarmalın aynısını şu an Batı ekonomileri yaşıyor. Yani “enflasyon yüksekse ne yapalım?” “Faizleri arttıralım o zaman” diyorlar. Geçen son yıllarda faizlerin sıfırın altına kadar düşmesi açıkçası, İslam’ın da şiddetle desteklediği faizsiz ekonominin tam da etkilerini görebilecektik. Öyle bir dönem bitti gibi görünüyor.
Enflasyonun yükseleceği ile ilgili olarak benim öngörüm daha çok ABD, Japonya, İsviçre, Fransa ve diğer ülkelerin karşılıksız para basmalarından dolayı olabileceği idi. Ama enerji fiyatlarının % 60 artması daha çok % 7’lere kadar enflasyonu tetikledi. Önümüzdeki aylarda ya da senelerde bunların etkilerini göreceğiz.
Bir diğer etken ise, Corona’dan dolayı karşılıksız verilen yardımların, örneğin Hollanda’da 90 milyar euro, yardım yapıldı. Bunların dönüşünü hükûmetler, pandeminin bitip, hayatın normale dönmesini hesap ediyor olabilirlerdi. Oysa şimdi yukarıdaki manzara ile karşı karşıya kaldık.
Önümüzdeki günlerde gündem Hollanda yerel seçimleri mi, yoksa ekonomik kriz mi olacak? Bunu hep beraber ömrümüz varsa göreceğiz.
Omikron nasıl bir şeymiş?
Bir perşembe akşamı vücut kaslarımın yavaş yavaş sızlamaya başladığını hissettim. O gece terleyerek sabahı ettiğimde, kas ağrılarımın arttığını ve başımın şiddetlice ağrıdığını hissettim. Zaman geçtikçe ağrılar daha da şiddetlendi. Marketten aldığım test negatif çıkınca, ‘herhâlde sıradan bir üşütme’ diye düşündüm. Ertesi gün ağrılarım daha da artmış, geceden ateşlenmeye ve titremeye başlamıştım. Tekrar test aldığımda pozitif çıktığında hayretler içinde kalmıştım ve hemen kendimi izole ettim. Pazar günü olduğunda bu ağrıların yerine şiddetli göğüs ve sırt ağrısı başlamıştı. Ne tarafa dönsem oram ağrıyordu. Baş ve kas ağrısı mı, yoksa göğüs-sırt ağrısı mı diye düşündüm. Hani “insanın neresi ağrıyorsa canı oradadır” derler ya, o yüzden her ağrı acı verdiğinden bir tercih yapamıyordum. Paracetomol’a yüklenip ağrılar biraz hafiflemeye başlamıştı. 1 hafta yoğun bir hastalık dönemi oldu. O gün bugündür tam iyileşmedim ama ağrılı kısmı elhamdülillah geride bırakmıştım.
İşin fiziksel boyutunun yanında bir de psikolojik boyutu var. Şu ana kadar 5 milyondan fazla insan hayatını kaybetmiş. Kısa bir süre önce de Ankara’daki teyzem yoğun bakımdan çıkmıştı. Ben de kendi metabolizmamın bu virüse karşı dayanıklı olup olmadığını bilemediğim için tedirgin bir bekleyiş başlamıştı.
‘Hadi, daha da kötüleşirsem, hastaneye kaldırılırsam? Evimizde bensiz bir hayat nasıl olur acaba? ’ soruları zihnimde dolaşıyor ve akabinde yüreğimden gelerek şunu düşünmüştüm: ‘Rabbim bana 51 yıllık bir ömür bahsetmiş. Beni ne beklediğiyle ilgili içimde en ufak bir sıkıntı, belirsizlik yok. Çünkü gidilecek adres bambaşka bir adres. Sadece, eşim ve çocuklarım için çok üzücü bir hayat olur’ diye kederlenmiştim.
Aklıma 70 yaşından sonra 17 yıl hastalanan Eyyub aleyhisselam gelmişti. Hanımı, ‘Rabbine dua etsen de şu hastalıktan kurtulsan’ deyince çok manidar bir cevap vermiş: ‘Bu yaşıma kadar bana hastalık vermeyen Rabbim’den hangi yüzle şifa dileyim?”
Sonra, şu sıralar yine hadis okuduğum için Rabbim karşıma bir de bu hadisi çıkarmaz mı?
Rasûlullah (SAS) bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Uykudan uyandığında, hasır vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı.
Biz: “Yâ Rasûlallah! Sizin için bir döşek edinsek” dedik. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem:
“Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” buyurdular. (Tirmizî, Zuhd 44)
Daha başka nasıl tasvir edebilirsin ki!
Rabbim sıhhatimi yeniden nasib etti, ağrılar gitti. Ama ne oldu? Kur’an’da İsra Suresi’deki fırtınalı bir günde gemi yolculuğu yaparken durmadan yemin edenlerin, karaya ayak bastıktan sonra yeminlerini unuttukları gibi olmak kadar tehlikeli bir karakter/inanç bozukluğu olabilir mi?
Şöyle düşündüm; ‘Belki şu an için Rabbim erteledi, fakat ‘bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan’ mısraları zihnime takılmıştı hemen İ. Özel’in.
Yani adım adım yaklaşıyor, yaklaşacak ve yaklaşmalı. Çünkü Rabbimizin ağaç altındakilere formatı bu.
Dilerseniz ağaç altında bekleşen bir kaç insan profili çizelim:
Ağacın altına nasıl geldiği ile ilgili fikri olmayanlar: Bunlar daha çok ağaçla uğraşırlar, ağacın verdiği meyveleri ve sonbaharda yere düşen kurumuş yaprakları biriktirmek için yarışırlar. Bir de gölgenin dışında kalıp güneşte ter dökenlere yer açmak için kılını kıpırdatmazlar. Aslında bunlar da kendi aralarında kategorilere ayrılabilirler: öldükten sonra Allah’a gideceklerini bilenler, bir de “ölümden sonra köy yok” diyenler. Yani tesadüf eseri geldik bu ağacın altına, sonrasının ne olduğunu, daha ispatlanmadığı için hiç bir fikri olmayanlar işte bunlar.
Ağacın altına taa Galu Bela’dan geldiklerinin bilincinde olan, herkesi ağacın gölgesinden istifade etmeye çalışanlar, dallar meyveye durunca meyveleri sadece kendilerine saklamak ya da toprağın altına gömmek yerine avuç avuç dağıtmak için yarışanlar. Dinlenme molası bitip ayağa kalkınca nereye gideceklerini bilen ve bunun için sabırsızlananlar. Buna Kur’an ‘Kesin İnançlılar’ diyor.
Hepimiz ağacın gölgesindeyiz. Evet bazen güneş yakıyor, bazen rüzgârın esintisi hoş da geliyor. Ama burada bize güzel gelen meyvelerin ve gölgenin kendisi amaç olduğunda bireysel yolculuğumuz sekteye uğrayıp kaybedebiliyoruz. O zaman ben kendime şu soruyu sormaya devam edeceğim: Ağacın ve gölgesinin cazibesinden kurtulup asıl yolculuğa nasıl odaklanabilir, nasıl “kesin inançlı” olabilirim? Hayattaki bulunuş gayemiz de bu değil mi sonuçta?
Ergün Madak —◄◄