Hollanda seçmenin yüzde 25’i ülkenin iplerini Wilders’in eline verdi. İlk etapta, R. Plaster’in rehberliğinde normal bir çoğunluk hükûmeti kurmak mümkün olmadı. Son anda Omtzigt pes etti ve görüşmelerden çekildi. Görüşmelere katılan dört partinin araları gerildi ve hükûmet kurma süreci kısa bir dönem için de olsa durdu. Wilders’in isteği üzerine yeni bir refakatçi bulundu. Bu da PvdA’lı idi, K. Putters idi. Görüşmeler durduğu yerden devam etti ve Putters, ‘Meclis Dışı’ bir hükûmetin modelinin en şanslı olduğu sonucuna vardı. Koalisyon görüşmelerine katılan partiler bu modeli esas alarak, genel olarak hükûmet programını belirlemek için görüşmelere başladı. Bu hükûmet modelinin en dikkat çeken hususu parti liderlerinin hükûmete katılmadan mecliste kalmaları idi. Böylece Wilders’in başbakan olması seçenek olmaktan çıkmış oldu. Tabi Wilders bunu içine pek sindiremedi. Ancak zorla da olsa bunu kabul etti. Görüşmeler yeni bir aşamaya geçti. Ancak partiler arası farklara bakıldığında bu eşiğin de atlanabileceği hususunda çok belirsizlik var. Özellikle ekonomik politikaların çerçevesinin oluşturulmasında.
Belki NSC Partisi’nin Lideri Omtzigt, Wilders’in başbakan olmasını engellediği için seviniyordur. VVD lideri D. Yesilgöz de bunu istiyordu zaten. Her ikisi de Wilders’in başbakan olmasının Hollanda’yı ‘mahcup’ edeceğini düşünüyorlardı. Yeşilöz de rahat bir nefes almıştır.
Ancak bu, Wilders’ın aşırı sağ ideolojisinin etkinliğini azaltır anlamına gelmeyecek gibi. Başbakanı o bulacak. Bakanların çoğunluğunu da o belirleyecek. Hükûmet programının genel yönünü de o belirleyecek. “Birinci parti PVV ve halk ‘sağ’ bir hükümet istiyor” tespiti bütün partiler tarafından ifade ediliyor. Bu politik yönelişte Wilders etkinliğini sürekli artırıyor. Bunlardan dolayı kurulmakta olan hükûmetin sadakati belirgin olarak Wilders’e yönelik olacaktır. ‘Meclis Dışı’ hükûmet Wilders’ın etkinliğinin devamı için bir ‘aracı’ (uzantı) olacak gibi görünüyor. Hâlbuki kendisi başbakan olsa idi, belki de daha hızlı densizlik yapar, ortaklarını rencide eder ve eder ve koalisyon daha hızlı çökebilirdi.
Herkes görüyor ki Wilders sosyal ilişkileri bakımından hem çocuksu ve hem de oldukça beceriksiz birisi. Bu da Wilders’ın kendi beceriksiz ve ideolojik keskinliğinden olduğundan dolayı, yeni bir seçimde PVV, birinci parti olmayabilirdi.
Yeni hükûmetin (meclis dışı ya da program hükûmeti) programının ana konusu ‘göçmenler’ ve ‘azınlıklar’ olacaktır. Bu hususta geniş bir ittifak var. Birinci mevzuda mültecilerin Hollanda’ya gelmesini engellemek için kati bir politika izleyecektir. Özellikle İslam dünyasından ve Afrika’dan. Wilders’ın toplumsal kurgusunda, “yeni ilticacılar Hollanda kültürünü, Hollanda ırkının biyolojik yapısını, toplumun görüntüsünü bozmaktadırlar.”
O’na göre, Hollanda’nın önceki nesillerinin asırlarca süren çabaları sayesinde oluşan ‘zenginlikleri’ni istismar için buraya geliyorlar. Yeni hükûmet buna engel koymak için her şeyi yapacaktır. Gerekirse, Avrupa Birliği ve uluslararası anlaşmalar ile çatışacaktır. Bu anlamda Hollanda’yı ‘kapatmak’ Wilders’ın uzantısı olan hükûmetin en belirgin politikası olacaktır. Wilders sadece ‘güvenlik’ arayan ilticacıları değil, donanmalı ve iyi eğitimli ‘bilgi göçmenlerini’ de istemiyor. Hâlbuki Hollanda’nın teknoloji üreten ve stratejik konumu olan uluslararası işletmelerinin ‘bilgi göçmenlerine’ çok ihtiyacı var. İşgücüne ihtiyaç sürekli artıyor ve pek çok alanda çok fazla açık var. Bu anlamda Hollanda’yı korkudan dolayı kapatmak oldukça riskli ve ekonomi için de çok tehlikeli olabilir.
Wilders’ın gözü dönmüş ve olan bitenleri doğru değerlendiremediği iyice belli. Bunu eskiden de biliyorduk. Ancak şimdi Hollanda’yı idare edecek konuma geldi. Politik keskinliği olan her politikacı gibi o da doğru olanı da yanlış değerlendirip, uyduruk yorumlar ve kurgular yapıyor ve politika üretiyor. Halkın duygularına göre konuşuyor ve güç için popülist davranıyor. “Vatan, millet” gibi hususlar da güce ulaşmak için perde.
Hâlbuki Hollanda’nın ‘dolu’ olduğu doğru. 40 bin kilometre karede 17,5 milyon insan. Kilometre kareye düşen insan sayısı 500 (Türkiye’de bu oran 108).
Ekonomi büyümenin sınırlarına dayandı. Hollanda’nın yüz ölçümü, tabii imkânları, altyapı kapasitesi ancak 17-20 milyon insanı taşıyabilir. Mümkün olanın sınırlara dayandığı, nitrojen sorunundan, enerji sorunundan, çevre sorunundan, çiftçilerin sorunlarından, konut sorunundan, mobilete sorunundan anlıyoruz. Bu sorunlar Hollanda’nın, özellikle savaş sonrası dönemde, sürekli büyümesinden ve ilerlemesinden kaynaklanıyor. Buna karşı ‘büyümenin’ sınırsız olmaması. Şayet bu ‘sınıra dayanma’ doğru ise Hollanda’nın yaşanabilir bir yer olabilmesi için ekonomisini küçülmesi ve mevcut refah düzeyi ile yetinmesi gerekmektedir. Wilders’ın yeni hükûmeti bu yapısal sorunu inkâr ederek başarılı bir performans gösteremez gibi geliyor bana. ‘Ekonomimizi küçültelim’ veya “tüketim ekonomisi” yerine “kanaat ekonomisi” yönlendirici olsun da diyemez.
Tarihsel olarak toplumların bu tip tıkanıkları iki şeyle çözdüklerini görüyoruz: Teknolojik inovasyon ve dünyaya açılarak. Özellikle Hollanda toplumu her zaman bu yönde çözümler bulmuştur.
Bugün bunlara yapısal reform da deniyor. Ekonominin rekabet gücünü arttırmak ve rekabet edemeyen işletmeleri de elemek bu şekilde oluyor. Böylece hem yeni ürünler ortaya çıkıyor hem de ekonominin üretim koşulları değişiyor. Yeni girdiler, yeni üretim yöntemleri ve pazarlar açılıyor. Göreceli olarak küçük olmasından, dünyaya açılan bir liman ülke ve dinî/kültürel olarak farklılıkları barındıran bir toplum olmasından dolayı Hollanda bu yöntemlerle çözüyor durağanlığı. Kültürel farklılıkları içinde barındırmasından dolayı, tarihsel süreç içerisinde Hollanda’ya gelen Yahudilere, Hugonotlar (Fransız Protestanları), Endonezya’dan gelenler ve geçtiğimiz asrın 60-70’li yıllarında göçmen isçileri de bünyesinde katarak gelişmiş ve zenginliğini bir üst seviyeye çıkartıyor. Bu göçmenler sayesinde ülkenin nüfusu artıyor, ekonomi canlanıyor. Göreceli gelişmiş merkezler oluşuyor. Yine bu nüfus büyümesi, Hollanda’nın denizden pek çok bölgeyi sudan kurutarak tarımsal kullanıma kazandırmıştır. Büyüdükçe gelişmiş, dünyaya açıldıkça da büyümüş.
Hollanda başarısını ve sürekli ilerlemesini ‘açık toplum ve ekonomi’ olmasına borçlu iken, bu Wilders’ın ekonomik, politik ve kültürel olarak ‘kapanma’ ve ‘korku’ tutumu niçin bu kadar destek buluyor? Şimdi yeni bir seçim olsa PVV 50 civarlarında milletvekili çıkaracağı ön görülüyor. Bunu nasıl anlamak lazım? Nasıl oldu da, Hollanda toplumunun bu kadar büyük bir kesiminde, Wilders’ın kendileri için mücadele verdiği kanaati oluştu? Hâlbuki ‘önce Hollanda’, ‘önce kendi milletimiz’, ‘ülkemizi geri istiyoruz’, ‘Hollanda kültürünü saflaştırmak’ ve bunun için de “camileri kapatmak, İslam okullarını kapatmak, ilticacıları yurt dışı etmek, daha az Faslı” gibi sloganlar Hollanda toplumunda her zaman ‘tehdit’, ‘savaş’, ‘faşizm’, ‘ilkellik’ çağrıştır. ‘Kimlik’ odaklı söylem (ister dinî ister millî isterse de ideolojik olsun) hem toplumsal şiddeti içerir hem de hoşgörüsüzlük anlamına gelir. Hollanda için bunun anlamı, medeni, ileri, demokratik ve aydınlanma toplum olmayı terk edip, 19. asra geriye dönmektir.
Hâlbuki Hollanda, medeni toplumlar içinde en ilerisi ve dünyaya ‘rehberlik’ eden bir ülke olmuştur. Hollanda’nın 17. asırdan belli böyle bir iddiası vardır. Aydınlanma değerlerinin en iyi ve dengeli bir şekilde ortaya çıktığı bölge burası olmuştur. Kültürün sekülerleşmesi, kilisenin geri çekilmesi, işçilerin, kadınların, Yahudilerin, homoseksüellerin özgürleşerek toplumsal eşitliğin (emansipe olma) sağlanması dünya için bir model oldu. Wilders’in önerileri tüm bu kazanımları geri çevirmeye yönelik. Hollanda’nın toplumsal ve siyasi düzeninin temel taşları olan ‘özgürlükleri’ ve ‘eşitliği’ yeniden düzenlemek istiyor. Sadece ‘yerli’ kesim için geçerli olacak şekilde. Buna bağlı olarak da, Hollanda’da ‘ikinci sınıf vatandaş’ ortaya çıkmış olacak. Hollanda toplumunda bu kadar insan bunu nasıl destekler? Bu tam bir savrulma olur ve medeni olma seviyesinden düşmektir. Son 4 asrın kazanımını ve iddialarını terk etmek olur.
Buna rağmen, niçin bu kadar destek veriliyor Wilders’e? Toplumun bu şekilde Wilders’e oy vermesi onların da ‘aşırı sağcı’ olmaları anlamına mı geliyor? Tıpkı Wilders gibi, bu kadar insan kaba-saba mı oldu? Hollanda için yabancı düşmanlığı tam bir intihar olur. Dünyadan korkmak, ideolojik olarak dünyadan kopmak hiçbir şekilde Hollanda’ya yakışmaz. Wilders’e gösterilen desteğin bu kadar çok olmasının başka bir nedeni ve anlamı olması gerekiyor.
Yoksa bu destek ve savrulma bir protestonun veya olumsuz bir duygunun ifadesi mi?
Pek çok araştırmacı da bunu söylüyor. PVV’ye oy veren pek çok seçmen de bunu ifade ediyor. Seçmenlerin bu seçimde Wilders’e oy vererek aşırı sağ ideolojiye kaydıklarını söylemek oldukça zor görünüyor. ‘Biz faşist falan değiliz’ diyorlar. Ekonomideki tıkanma görüntüsü ve toplumsal kutuplaşma bu protesto oylarının oluşmasını ve bunların da topluca Wilders’e gitmesini daha iyi açıklıyor gibi. Bunun yanında enerji, çevre, iklim, konut, sağlık gibi yapısal sorunların geçtiğimiz hükûmetler tarafından kalıcı çözüme kavuşturulmaması da bir neden olarak öne çıkmaktadır. Özellikle konut sorununda tıkanıklık ve bunun sonuçlarının belirgin olarak yerli Hollandalılara yansıması bu kesimde kolektif bir rahatsızlığa neden olmuştur. Buna ek olarak, Hollanda’da yarım asırdan daha fazla yaşayan Türk ve Faslı Müslümanların toplumunun uyum ve entegre olmalarının başarısız olduğu yönündeki algının iyice yaygınlaşması da yatmaktadır. Özellikle ikinci nesilde ortaya çıkan uyumsuzluk, hâkim kültüre itiraz, dindarlaşma ve toplumsal dışlanmaya bağlı öfke gibi görüntüler, yerli Hollandalılarda belirgin bir ‘ajite’ ve ‘pişmanlık’ duygusu oluşturmuştur. Yaygın olarak ‘keşke bu Müslümanları göçmen işçi olarak’ ülkemize getirmeseydik’ tutumu yaygınlaşıyor. Bu göçmen dalgasının uyumu/entegre sürecindeki başarısız olduğu algısı, yeni göçmenlere ve ilticacılara karşı yerlileri ürkütmektedir ve toplumsal dirence neden olmaktadır.
Wilders’in politik söylemi bütünü ile ‘ilk dalga göçmenlerin uyumunun başarısız olduğu’ algısına karşılık gelmektedir. Yerli Hollanda halkının ciddi bir kısmında ortaya çıkan bu ‘ajite’ ve ‘pişmanlık’ duygusuna dokunuyor ve onu politik söyleminin merkezine koyuyor. Ekonominin durağanlığını, konut sorununu, sağlık sorununu, eğitim sorununu, güvenlik sorununu, uluslararası olan sorunları da sürekli bu ‘başarısız uyum öyküsü’ bağlamına oturtuyor. O’na göre yeni göçmenler bu uyumsuzluk sorununu daha da derinleştirecektir ve Hollanda kültürünün daha da fragmente/parçalanmasına olmasına neden olacaktır.
Şayet bu toplumsal ‘desteğin’ dayanağı böyle duygusal ise, bu desteğin hükûmet kurulduktan itibaren hızlı bir şekilde erode/aşınmış olması gerekiyor. Belirgin olarak öne çıkan bu toplumsal sorunların, Wilders’in belirleyici olduğu hükûmet tarafından çok hızlı bir şekilde çözülemeyeceği belli. Bu hükûmetin başarısızlığı ciddi olarak hayal kırıklığına neden olacaktır. Diğer bir husus ise, birinci dalga göçmenlerin (Faslı ve Türk) onlardan gelen ikinci neslin uyumunun başarısız olduğu algısının tam bir yanılsama olduğudur. Önümüzdeki yıllarda bu neslin Toplumsal uyumunda çok fazla ilerleme sağlandığı da tartışmasız ortaya çıkacak ve görünür hâle gelecektir. Bu nesilde görünen ‘öfke’ ve ‘baş kaldırma’ tamamen ergenlik sorunu olduğu ortadadır. Bunun ortaya çıkması ile de Wilders’in dışlayıcı, popülist ve kimlik odaklı söylemi karşılıksız kalacaktır. —◄◄