
Geçtiğimiz hafta Cumartesi günü (24 Kasım) bir grup yerli Hollandalıya, giriş düzeyinde, İslam ve Müslümanlar hakkında bir ders verdim. Herhâlde 10 senedir, her sene ayrı bir gruba, bu dersleri veriyorum. İki defa, iki buçuk saatlik bir program. İlk ders ‘İslam’ odaklı olurken, ikinci ders Müslüman odaklı oluyor. Derse katılanlar her sene oldukça yaşlı başlı insanlar oluyor. Çeşitli mesleklerde senelerce çalışmış ve yasları ilerlediğinde de ‘hayatlarını daha anlamlı kılmak için’ ‘dinî’ olana yönelmişler. Temelde bütün dinî geleneklere ilgi duyuyorlar ve öğrenmek istiyorlar. Hayatlarında karşılaştıkları olguları daha iyi anlamak için öğrenmek istiyorlar. Her bir katılımcı elinde, birden fazla kitap oluyor. Belli ki okumuşlar. Bu alana yönelmelerin nedeni de, daha çok kendi hayatlarını anlamlı kılmak için çeşitli dinî geleneklerin iyi kaynaklar olabileceklerini düşündükleri içindir. Tanışma aşamasında genelde böyle şeyler ifade ediyorlar.
Müslümanların tutumlarını, davranışlarını ve ilişkilerini anlamak…
Hâkim ve güncel algılardan dolayı öğrenciler benim derslerimde daha çok ‘anlama’ odaklı oluyorlar. Hem İslam’ı anlamak istiyorlar hem de Müslümanları. Bu yönde soruları ve katkıları her zaman bir ‘kaygı’ veya bir ‘sorun’ ile içi içe oluyor. İslam’ın kendi hayatları için anlamlı bir kaynak olabileceğini düşünenler bunu ‘tasavvuf’ üzerinden ifade ediyorlar. İslam’ın hakikatlerine, ibadetlerine ve günlük hayata dair kurallarına ilgi, Müslümanların tutumlarını, davranışlarını ve ilişkilerini anlamak için gündeme getiriyorlar.
Grup oldukça dikkatli. Sorularını saygılı yönetiyorlar. Önyargılı olduklarını göstermekten kaçınıyorlar. Ben de gerilimli meseleleri onlar gündeme getirmeden, ben getiriyorum. Öğrenciler algısında Müslümanlarla ilgili müthiş bir anlaşılmazlık, belirsizlik ve öngörülemezlik hâkim. Bütün sorular ve katkıların odaklandığı yer, Hollanda da yaşayan Müslümanların ajandaları ne, nelerle uğraşıyorlar, hangi yöne evriliyorlar, bir ilerlemeden söz etmek mümkün mü, niçin çok fazla farklılıklar var, yerli toplumla ilişkileri var mı, İslam Müslümanların hayatlarını, ilişkilerini ve tutumlarını nasıl etkiliyor? İslam üzerinden Müslümanın tutumunu anlamak mümkün mü? Dolaylı olarak öne çıkan husus “İslam, Hollanda Müslümanlarının önünü açıyor mu, yoksa tıkıyor mu?. Bu gerilimde imamların ve İslami kuruluşların tutum ve pozisyonu ne?” sorusu oluyor. Bu sorulara analitik, şeffaf ve anlaşılır bir şekilde cevap vermeye çalışıyorum. Anladığım kadar, bildiğim kadar. Bu sorular tabi ki beni de meşgul ediyor. Belli oranda yeterli de oluyor gibi.
Müslüman için en yüce değer ‘teslimiyet ve itaat’mi?
Yine aynı Cumartesi İlim Akademisi’nin yürüttüğü ‘Hollanda’da Aktif Müslüman Kimliği’ başlığı altında bir ders daha verdim. Dersin başlığında ki ‘aktif’ ifadesi ‘uyanık’, ‘bilinçli’, ‘topluma yönelik eleştirisi olan’ ve ‘alternatif toplum ideali olan’ gibi anlamlara geliyordu. Bu tanımlamayı esas aldığımızda, üç tip Müslüman önümüze çıkıyor: Durağan Müslüman, topluma hizmet eden Müslüman ve toplumu dönüştüren Müslüman. Bu Müslüman tiplerini ancak tarihsel bir bakış açısı ile anlayabiliriz. Özellikle modern dönemlerde. ‘Uyanık’, ‘farkındalığı olan’ ve ‘bilinçli’ Müslüman tipinin 19. asrın ikinci yarısında ortaya çıktığını görüyoruz. Kolinize olmuş İslam Dünyası ve çökmekte olan Osmanlı Devleti bağlamında. ‘Çökme’ belirtisi olmadan önce, bir idari (ulema ve umera) sınıfı vardı ve geri kalan Müslümanlar (ümmetin yüzde 99’u) ‘tebaa’ idi. Toplumu düzenleyici unsur İslam şeriatı idi. Rolleri, ilişkileri ve konumları paylaştıran referans da İslam’dı. Herkes kendi yerinde, sınıfında, ibadetinde hayat sürüyordu. Rolü sabit, konumu sabit, ilişki sabit. Toplum, bireyi tam olarak kapsıyordur. Bugünkü anladığımız anlamda bireysellik henüz oluşmamıştı. Müslüman için en yüce değer ‘teslimiyet ve itaat’ idi. Kendine nefsine, istek ve arzularına rağmen. Allah’a itaat, aileye itaat, imama itaat, âlime itaat, şeyhe itaat en hâkim yönelişti. İtaat ederek ve uyumlu olarak günahtan ve fitneden uzak kalmak, toplumsal birliği muhafaza etmek herkes için en önemli davranıştı. Bu Müslüman tipi İslami toplumsal düzeninin ve dinî geleneğinin son 1200 sene içinde ortaya çıkarttığı ‘norm/ideal’ Müslüman tipi idi. Bu dönemde ‘eleştirme’, ‘aykırı bilgi edinme’, farklı davranışlar’ her zaman kurulu toplumsal düzen ve ilişkiler için gerilim kaynakları olurdu. Tasavvufun hâkim olduğu toplumlarda ‘eleştirel’ tutum selefi olanlardan gelir ve bu her zaman gerilime neden olurdu. Felsefi-tasavvufu düşünceleri gündeme getirmek de gerilim kaynakları olurdu. Türkiye ve Fas gibi ülkelerde hâlen bu hayat ve toplumsal kavrayışının izlerini belirgin olarak görmek mümkündür.
19. asrın başından itibaren İslam Dünyası kolinize oluyor ve Osmanlı’nın çökmesi belirginleşiyor. Bu asrın ikinci yarısına kadar padişah, ulema ve umera çözüm arıyorlar. Tebaanın bir rolü yok ve onlardan bir şey de beklenmiyor. Ancak çöküşü durdurma yönünde pek etkili olamıyorlar. Bu dönem yeniçerilerin feshedilmesi ve Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile yeni bir aşamaya geliyor. Bu koşullarda saray ve bürokrasiden başka, basın oluşuyor ve yeni bir aydın sınıfı ortaya çıkmaya başlıyor. Bu sınıf da, saray gibi çökmeyi önlemek için çözüm önermeye başlıyorlar. Araştırıyorlar, düşünüyorlar ve yazıyorlar. Saraydan bağımsız Avrupa’ya gidiyorlar ve oraların nasıl güçlü olduklarını anlamaya çalışıyorlar. Saray çözümü güçlü ve birlik olmakta görürken, bu yeni aydın sınıf; çözümü halkı ‘uyandırmakta’ buluyor. Uyanan halkın çalışkan, üretken ve bilgili olacağını tasavvur ediyor. Yıkılmayı önlemek doğru seçimler, tutumlar ve anlayışlar ihtiyaç olduğunu, bunun da ancak ‘uyanık/bilinçli’ halkın daha iyi tercihler yapabileceğini düşünüyorlar. Bu aydınlara göre çökmemek için ilerlemek, ilerlemek için ise değişmek, değişim için ise bilinçli halk gerekiyor. Bilinçli/uyanık olmayan halk değişime de, ilerlemeye de direnç üretiyor. Saraydan ümidini kesen aydın halka yöneliyor. Ve böylece yeni bir Müslüman tipi ortaya çıkıyor. İslami ve ilerlemeyi bağdaştıran ve bunun ikisinin aynı anda olabileceğine inanan aydınların, ideal Müslüman tipi ‘uyanık/bilinçli Müslüman’ oluyor.
“İslami Hareketler, Batı’nın içimizdeki yerli uzantılarının maskesini düşürmüştür”
İslami ve ilerlemeyi birbirine zıt görmeyen aydın kesim o zamanlar gittikçe belirginleşerek ‘İslamcı/politik İslam’ akımına dönüşüyor. Birinci Dünya Savaşı ile çöken, İslam toplumsal-politik düzeninin yeniden kurulması ve bunun için Müslümanların ‘uyandırılması’, ’bilinçlendirilmesi’, ’eğitilmesi’ temel hedef olmuştur. Böylece ‘itaat eden’ ve ‘edilgen/pasif’ olan Müslüman tipinin alternatifi ‘bilinçli’ ve ‘farkındalığı çok yüksek’ Müslüman ortaya çıkıyor. Yirminci asırda Mısır, Türkiye, Pakistan, Cezayir, Sudan gibi ülkelerde bu ‘bilinçli’ Müslümanı var etmek, çoğaltmak için İslamcı hareketler çalışma yapıyorlar. Pakistan’da bunun adı ‘Cemaati İslam’ iken, Mısır’da ‘Müslüman Kardeşler’, Türkiye’de ise ‘Millî Görüş’ oldu. Hepsinin temel hedefi Müslümanları İslam hakkında ‘bilinçlendirmek’, Batı’nın sömürge ve emperyalist emelli hakkında ‘uyandırmak’ ve Batı’nın içimizdeki yerli uzantılarının maskesini düşürmek olmuştur. Bilinçli Müslüman, ‘bilinçli’ politik tercihi yapacaktı be böylece de İslamcı hareket/parti iktidara gelecek ve İslam’ın toplumsal-politik düzeni yeniden inkişaf edecekti. Bilinçli/uyanık/aktif Müslüman da hem İslami toplumun yeniden inşasında hem de kurulduktan sonra yürümesinde ‘aktif’ rol alacaktı. Türkiye’de Erbakan ve çekirdek kadrosu bütün ömürlerini bu ‘bilinçli/aktif/uyanık’ Müslümanın oluşmasına adamışlardı.
Fransız oryantalist Oliver Roy yirminci asrın sonlarına gelindiğinde İslamcı-politik hareketin bir fiyasko olduğunu iddia etti. Üzerinden bir asır geçmesine rağmen İslam düzeni yeniden kurulamadı. Bu anlamda, devletin gücünü mobilize ederek, ‘yukarından aşağıya’ toplumu, kurumsal olarak, İslam ile uyumlu hâle getirmenin başarısız olduğunu söylemek mümkün görünmekte. Politik İslam, gerçeklikten kopup yüzeysel bir söylem üzerinden şiddete evrilmiş ve kurulu modern-ulus devlete bir daha yenilmiştir. Türkiye’de bu Millî Görüş’ün hem politik ‘söylemi’nin ve hem de hareket ‘marga’ düşmesi, Mısır’da ‘Müslüman Kardeşlerin’ söylem olarak daha çok ‘tehdit’ çağrıştırması ve hareken olarak ise illegal olması bunun göstergeleri.
Bu başarısızlığa rağmen, yeni tip Müslümanın oluşmasında da oldukça başarılı olmuştur. Farkındalığı yüksek, toplumsal katılımı belirgin, uyanık, politik bilinci yüksek Müslümanlar belirgin olarak var olmuşlardı. Özellikle şehirlerde bu tip Müslümanın öne çıktığını ve yeni bir ‘sınıf’ olarak varlığını gösterdiğini görüyoruz. Geçtiğimiz asrın, 80’li yıllarından itibaren bu aktif Müslüman tipin, ekonomi, politika, edebiyat, eğitim gibi alanlarda belirgin olarak öne çıktıklarını söylemek mümkündür. Bugünün Türkiye’sinde pasif/edilgen Müslüman tipinin yanında ‘farkındalığı’ yüksek yeni tip Müslümanın bulunması tamamen İslamcı hareketin bir neticesidir. Her ne kadar İslamcı hareketin kendisi 11 Eylül saldırılarından sonra bir alternatif düzen kurucu ideoloji olmaktan çıkmış olsa bile. İslam toplumlarında farkındalığı yüksek olan Müslümanların çoğunluğa geçmesi, bu toplumların yönünü de değiştirmiş görünmektedir. Yine aynı dönemlerde Batıcı politik hareketlerin ve düzen kurucu ideolojilerin zayıfladığını görmekteyiz. Özellikle İslam toplumlarında. Batı’nın pek çok zaman ‘çifte standart’ uygulamaları aydınlanmacı, modern ve Batı tip toplumu ‘norm’ ve ‘ideal’ olmaktan çıkarttığını görüyoruz. Bu anlamda Batı’nın maskesi düşmüş görünüyor. Bu neticenin de İslamcı hareketin bir başarısı olarak görmek mümkündür. Bunun yerine daha çok kendi öz kaynakları referans alındığı görülmektedir. Belki de olması gereken de buydu.
Bu yeni tip ‘bilinçli/uyanık’ Müslüman kesimin İslami toplumlarda belirgin olduğunu görüyoruz. Ülkelerin politik gidişatının yönelmesinde belirleyici olduklarını görüyoruz. Bu Müslüman tipini karşısına alarak, onların hassasiyetlerine rağmen politik bir söylemin destek bulmadığını görüyoruz. Türkiye’de 90’lı yıllar öncesi Müslümanların nasıl hassasiyetlerini gözeterek politik yapmaları mümkün değilken, 2000’li yıllardan sonra da Müslümanların hassasiyetlerine ragmen politika yapmaları mümkün olmamaktadır. Başka bir deyişle, İslam dünyasında İslam, Müslümanların hassasiyet ve beklentileri üzerinden en belirgin yönlendirici bir kaynak olmaktadır. Bu da İslamcı hareketlerin bir kazanımı olsa gerek
Raişt Bal
—◄◄