Sınav (imtihan) sına- kökünden v eaye (eylemden ad yapma eki, söyle-v, işle-v) ile yapılan bir sözcük.

Türkçede ‘sınav’ dendiğinde akla hemen bir sınıf ortamı gelir: Öğretmen ve karşısında öğrenciler… Ya yazılı sınav vardır ve her bir öğrenci başı önünde soru okumakla, yanıt yazmakla meşguldür ya da sözlü sınav vardır, tahtaya kalkan bir öğrenci, öğretmeninin kendisine sorduğu sorulara arkadaşlarının önünde sözlü yanıtlar vermektedir. 1’den 10’a kadar puanlar alır öğrenciler. Yazması, söylemesi kolay bu ‘notlar’ kabusudur her öğrencinin. İnsan yaşamının bu 1’den 10’a kadar notlar ile yön kazanması ne korkunç bir çelişkidir; yarım puan yüzünden, 1 puan yüzünden ne hayatlar kararmıştır…

Her sınav okulda yapılmadığı gibi, her sınavdan da not almayız. Okulsuz, öğretmensiz sınavları da vardır Türkçe’nin; 15 dakika boyunca kendisine yol verilmeyen yaşlı kadının durumunu anlatırken ‘insanlıktan sınıfta kaldığımızı’ söyleriz, ameliyat masasından kalkamayan hasta için ‘yaşam sınavını kaybetti’ deriz. Yani, sınav için mutlaka bir sınıf, sorular yönelten bir öğretmen, yanıtlayan öğrenciler gerekmez. Bir durum, bir olay, bir görüntü karşısındaki tavrımız da sınavdır.

 

Her an, her gün sınavdayız aslında

İnsan denen varlık yaşamının her ânında, her saatinde, her gününde, her ayında, her yılında sınavdadır. Küçük veya büyük, yığınla sınav yaparız ömür boyu. Her gün yaptığımız, yani rutine bindirdiğimiz birçok sınavın ‘sınav’ olduğunun kimi zaman bilincinde bile değilizdir. Sabah uyandığımızda, işe okula gittiğimizde, insanlarla konuşurken, bir iş yaparken sınavdayızdır aslında. Bu işlerin yolu yöntemi vardır, kuralları vardır; sorusuz sınavlardır bunlar. Bunlara uyarsak sınavdan geçmiş sayılırız. Varsayalım ki bir markette alışveriş yapıyoruz: Markete girmek, aklımızda ya da listemizde bulunan ürünleri seçmek, kasa önündeki sırada beklemek, aldığımız ürünün karşılığını ödemek, marketi terk etmek… Bütün bunlar önceden saptanmış kabullerle gerçekleşmek zorundadır. Markete çıkış kapısından girersek, gözümüze çarpan her ürünü alırsak, sırada beklemezsek, para vermeden oradan ayrılmak istersek sınavımız ‘başarısız’ geçmiş olur. Böylesi yanlış her davranışımız bize kocaman bir 0 (sıfır) olarak döner. Ya marketten atılırız ya polis çağırırlar, apar topar karakola götürülürüz.

Her gün yaptığımız sınavlar da vardır, yaşamda bir kez ya da birkaç kez karşılaştığımız sınavlar da. Çok sık verdiğimiz sınavlarda başarı çıtamız çok yüksektir.

Bazı sınavları da başkaları yapar, yaşam boyu biz o sınavlara hiç girmeyiz; deprem, tsunami felaketi, yanardağ patlaması gibi. Herkesin, her ülkenin her zaman karşılaşmadığı ender sınavlardandır bunlar. Aynı ülkenin insanları bile yaşadıkları yer, coğrafî konum sebebiyle sınavdan kurtulabilirler. Bunların ne zaman kapımızı çalacağı kesinkes bilinemez.

 

Sınavlara hazırlıklı olmak

Kimine hazırlıklıyızdır sınavların, kimine de hazırlıksız yakalanırız. Hazırlığımızın boyutuna ve ciddiyetine göre başarılı oluruz ya da olamayız. Markete, alacağı ürünlerin ederini ödeyebilecek para ile giden, yağmurlu havada savarla (şemsiye) sokağa çıkan, taşıtlar akarken kırmızı ışıkta bekleyen kişiler sınavdan başarıyla çıkarlar. Depreme dayanaklı bir binada oturan kişi ile bunlar arasında nitel açıdan hiçbir fark yoktur.

Yağmurlu havada sokağa çıkıp, sırılsıklam olduktan sonra ıslanmasını ‘kader’ olarak gören kişi ile, depreme dayanaksız binada oturup, deprem olunca karşılaştığı felaket için ‘kader işte’ diyen kişi arasında da hiçbir fark yoktur. Yağmurun yağması bir doğa olayıdır ve Rabb’in yaşam mucizesidir; yağmurun ‘yağmamasını beklemek’ ne kadar saçma ise, bir başka doğa olayı ‘deprem’in ‘olmamasını beklemek’ o kadar saçmadır.

Her sınava hazırlığımız eşit oranda olmaz. Bazı sınavlar için küçük hazırlıklar yeterliyken, bazı sınavlar için büyük ve uzun süreli hazırlıklar gerekir.

Hazırlığın ciddiyeti de çok önemlidir. Siz bir sınava gerçekten çok iyi (waterdicht – su sızdırmaz) bir biçimde hazırlandıktan sonra o sınavdan zayıf not alan birini gördünüz mü?

Kesinkes ne zaman kapımızı çalacağını bilmediğimiz sınavlara ‘her an çalabileceği’ düşüncesiyle hazırlıklı olmak, kapı çalındığında başarılı olmak için altın kuraldır.

 

Bedelini ödemek

Bizim ara sıra, kırk yılda bir; o da Türkiye’nin her kentinde değil, bazı bölgelerinde karşılaştığımız, bu yüzden de pek ciddiye almadığımız, bu yüzden de hazırlığımızı yeterince yapmadığımız, çok acı da bedeller ödediğimiz deprem sınavını sık sık yapmak zorunda olan ülkeler (Japonya, Endonezya en bilinen örnekler) yeterince hazırlık yaptıkları için bu sınavdan başarıyla çıkmaktadırlar.

Zorluk derecesi (şiddeti) aynı olan sorularla sınava giren Türkiye’nin notu hep zayıfken, Japonya hep yüksek notlar alarak geride bırakır bu sınavı. Bizde 7,5 üstü şiddeti olan bir depremde on binlerce kişi ölürken Japonya’da ölü sayısı 10’u bile bulmaz. Bizde binalar enkaz yığınına dönerken, o ülkede tek bir bina yıkılmaz. Bu sınava çok iyi hazırlanmıştır Japonlar; ödedikleri bedel de çok azdır.

 

Allah’tan umut kesilmez

İnsanoğlu ne kadar güçlü görünürse görünsün, varlık-yokluk meselesinde her zaman Allah’tan yardım bekler. En tanrıtanımaz kişi bile ölüm kalım söz konusu olduğunda Tanrı’ya sığınır. “Batmakta olan gemide ateist yoktur” sözü bu bakımdan manidardır. Allah’tan yardım beklemek çok insanî, çok masum bir durumdur. Elbette Allah’tan bekleyecek yardımı insan; kurttan kuştan, dağdan topraktan bekleyecek değil ya! Sonuçta Rabb’in takdirindedir kimin ne kadar yaşayacağı. Düşen uçaktan sağ kurtulan da oluyor, depremde yıkıntıların altından günlerce sonra sağ çıkan da… Ama “olmayacak duaya da ‘âmin’ dememek lazım”.

Türkçede “Sen tedbirini al, takdir Allah’ındır” sözü durumu çok güzel ifade etmektedir. Kaza ile kaderi birbirine karıştırmamak gerekir.

 

Türkiye gerçeği

Herkes söylüyor, biz de kısaca yineleyelim: Türkiye bir deprem ülkesidir. Okuyup geçmeyelim, bir daha ciddiyetle okuyalım: Tür-ki-ye bir dep-rem ül-ke-si-dir. Bu gerçeği aklımızın bir köşesine çivileyelim. Biri Marmara, diğerleri Kuzey Anadolu ve Güneydoğu Anadolu olmak üzere 3 büyük fay hattımız var. Bu bölgelerde, buralardaki illerde her an deprem sınavına gireceğimizi de kabul edelim. “Olmaz yaaa!” deyip, bize özgü bir ciddiyetsizlikle sınava yakalanırsak nasıl bir bedel ödeyeceğimizi de biliyoruz, değil mi? O zaman ne yapacağız: Bu sınava çok iyi hazırlanacağız. Yasal, teknik, etik, toplumsal hazırlığımızı nasıl yapmamız gerektiğini de çok iyi biliyoruz; bunları yazmaya gerek yok. Biz önce üzerimize düşen görevleri layıkıyla yerine getirelim, Rabb’imiz bizim emeğimizi boşa çıkarmaz; bundan hiç kuşkumuz olmasın.

Güneydoğu Anadolu depremi beklenen bir felaketti. “Ben geliyorum” diye bas bas bağırıyordu, biz ciddiye almadık. “Bu sınavı beklemiyorduk” diyen yalan söyler. Sınava girdik ve sınıfta kaldık. 10 kentimiz enkaz yığınına döndü. Bazı kentlerimiz neredeyse haritadan silindi. Bu sınavın bedelini çok ağır ödedik, daha da ödeyeceğiz. Uzmanlar ‘Marmara Depremi’nin yolda olduğunu söylüyorlar. Yakın bir zamanda bir sınav da orada vereceğiz. İnşallah olmaz; ama ‘kesin olacak, hazırlığımızı ona göre yapalım’ dersek ve ciddiyetle çalışırsak, gerçekleşirse beklenen, belki de iyi bir not alarak o sınavdan çıkmamız mümkün olabilir. Bu sorumluluk hepimizin; ne yalnızca devletin ne yalnızca sivil toplum kuruluşlarının ne bölgede yaşayan insanların, ne politikacıların ne denetleyicilerin ne müteahhitlerin ne mesken sahiplerinin… Hepimiz bilgili, dikkatli, dürüst, çalışkan ve yurtsever olacağız. Bu sınavdan başarıyla çıkmanın ‘olmazsa olmaz’ koşulu sınav öncesinde, sınav sırasında ve sınav sonrasında bu niteliklere sahip olmaktır. Hollandacada çok güzel bir atasözü var: Voorkomen is beter dan genezen. (Önlemek iyileşmekten daha kolaydır). Depreme uyarlarsak bu sözü; yatay mimari, sağlam binalar, çok sıkı yasal ve teknik denetim ve bir de fay hatlarından uzak yerleşim… (Yukarıda ‘su sızdırmaz hazırlık’la bunu kastediyoruz.) Bunları yaparsak, ki hiç de zor değil bunlar, bu sınavdan başarıyla çıkarız.

 

İlâhî bir ikaz mı?

Yaşadığımız bu deprem felaketini ‘ilâhî bir ikaz’ olarak adlandırmak çok yanlıştır. Niye ‘ilâhî ikaz’ olsun ki; Rabb’imizin bize bir garazı mı var? “Büyük günahlar işledik de o yüzden başımıza geldi” demek işin kolayına kaçmaktır. Ne günahlar işleyen ülkeler, halklar var; oralarda hiç deprem falan yok. Bizim temiz kalpli bilgisiz insanlarımızı denetim altına almaya, uyuşturmaya çalışan din adamı kılıklı çıkarcıların uydurması bu ‘ilâhî ikaz’ yalanı.

Yukarıda da vurguladık; Türkiye fay hatları üzerinde bulunuyor. Gezegenimizin kara yüzeyini pürüzsüz, yusyuvarlak (portakal yüzeyi) gibi düşünmeyelim; kat kat, inişli çıkışlı katmanları var. Yerkabuğunun altına indikçe kaynayan bir sıvılaşma karşımıza çıkıyor. Merkezi magma, ateş topu. Yüzeydeki katmanlar fay hatlarında, içeriden yapılan baskının etkisiyle, yer değiştirip birbirinin üzerine biniyor. Deprem budur. Bu yeryüzü gerçeğidir. Türkiye jeofiziği bu yapıya sahiptir ve aralıklarla sallanacaktır. Burada bir felaket falan yoktur. Coğrafyamızın bu gerçeğine karşı hazırlıklı olmazsak işte o zaman ‘felaket’ olur. Tıpkı yağmurun yağmasının felaket olarak algılanmaması, bir doğa olayı olarak algılanması gibi. Ama siz önleminizi almazsanız bu doğa olayı da felaketiniz olabilir. Bir örnekle açalım: Hollanda’da metrekareye düşen yağış miktarı birçok ülkeyle kıyaslandığında çok fazladır. Ama bu ülkede kanallar, kanalizasyonlar, mazgallar o kadar güzel yapılmıştır ve sokaklar, yollar o kadar güzel döşenmiştir ki aşırı yağış bile bir sorun teşkil etmez. Hollanda’dan daha az yağış alan bazı ülkeler de vardır ki, buralarda altyapı yetersizliği yüzünden seller, taşkınlar, su basmaları görülür. İşte sınava ‘yeterince hazırlanmış’ ülkeler ile ‘hazırlığı yetersiz’ ülkeler arasındaki fark.

İlâhî ikaz ‘depremin kendisi, olması’ değil, insanoğlunun üzerine düşeni yapmamasıdır. İlâhî ikaz yağmurun yağması değil, ona hazırlığın iyi yapılmamasından dolayı selin önüne kattığı her şeyi sürüklemesidir. Bizim yanlışlarımız sonucunda ortaya çıkan acı durumu Rabb’imize havale etmek insanî zayıflığımızdır.

Kur’an-ı Kerim’de deprem, en açık anlatımını Zilzal Suresi’nde gördüğümüz şekilde, ‘kıyamet’ ile birlikte anılır: “Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı/ içindekileri dışarıya çıkarıp attığı /ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman/ işte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır” (ilk 4 ayet). Anlatılan, depremden de daha korkunç bir hercümerç oluş hâlidir ve kıyamete işaret eder. Yani, deprem aslında küçük kıyamettir, büyük sınavlardan biridir; ona hazırlıklı olmamız gerekir. Yaşadıklarımızdan dersler çıkarmamız gerekir. Yalnızca depreme maruz kalan insanlar değil, aslında bütün insanlık depremle sınanmaktadır. Unutmayalım ki deprem öldürmez, yanlışlarımız bizi öldürür.

Hollanda’nın 4 katı büyüklüğünde bir coğrafya depremle yerle bir oldu. Yanlış okumadınız: Hollanda’nın 4 katı büyüklüğünde bir yer… Özellikle Hatay’da tek bir sağlam bina kalmadı. Ama çok şükür ki 10 gün içinde her şeyi denetim altına alabildik. Milletçe, üstelik de kış şartlarında, öyle bir dayanışma sergiledik ki dost düşman hayrete düştü. Yalnızca hatalarımızı değil, başardıklarımızı da bir kenara kaydediyoruz.

 

Şimdi yaralarımızı sarma zamanı…

Böylesine geniş bir bölgede bir yandan göçük altındakileri kurtarmak, bir yandan enkazları yararak iş makinelerini alana sokmak, diğer yandan da felaketin sosyal boyutuyla ilgili yüzlerce düzenleme yapmak zorundasınız. Biz bunu başardık. Devasa bir sorunla mücadele ederken istemediğimiz gelişmeler de yaşanabiliyor.

Hırsızı, şovmeni, partizanı… Ne ararsan, kimi ararsan var. Önemli olan, bütün olumsuzluklara karşın depremzedelerin yaralarını sarmak, onların geleceğini düşünmek, depremin yerle bir ettiği kentlerimizi yeniden inşa etmek…

Biz bunu da başaracağız.

Depremin üzerinden 12 gün geçtikten sonra bile; geceleri -10’larda seyreden bir donma olayına ve günlerce aç susuz kalmalarına rağmen enkaz altından bebekler, çocuklar, yetişkinler sağ çıkarılıyorsa bunu da Allah’ın bir lütfu olarak görmeli ve bundan da ders almalıyız.

Sonuç olarak şöyle söyleyebiliriz:

Deprem bizi ‘büyük sınav’a hazırlıklı olmaya yönlendirmiyorsa depremden gereken dersi almamışız demektir.

Erol Sanburkan       —◄◄