“Bana bir kapitalist gösterin, ben de size bir kan emici göstereyim.” (Malcolm X)…
“Batılılar geldiklerinde, ellerinde İncil, bizim elimizde toprak vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.” (Kenyatta – Kenya Kurucu Devlet Başkanı)
Kıssa… Ölümü gösterip, sıtmaya razı ederler…
Bir adam derdini valiye şikâyet etmeye gitti ve şöyle dedi:
“Efendim, karım, altı çocuğum, annem ve kayınvalidemle bir odada yaşıyoruz. Çok sıkıntılı durumdayım ne yapmalıyım?”
Vali adama dönerek, “Git bir eşek al ve onunla bir odada yaşamaya başla ve iki gün sonra bana gel.”
Adam iki gün sonra geri döndü ve valiye dedi ki: “Efendim, psikolojim gittikçe kötüleşiyor”
Vali sonra adama dönerek, “Git bir de koyun al, odaya koy, iki gün sonra bana gel” Adam solgun bir yüzle döndü ve valiye dönerek “Durumum dayanılmaz olmaya başladı” Vali ona şöyle dedi “Git tavuk al, iki gün sonra gel yanıma”
Adam geri geldi intihar etmek üzereydi…
Vali ona dönerek dedi ki “Git eşeği sat ve bana gel, durumunu söyle”
Adam geri geldi ve ona dedi ki “Bir parça psikolojim iyileşti”
Vali tekrardan ona şunu dedi “Git koyunları sat ve bana gel”
Adam geri geldi ve bir iç çekerek dedi ki “Durum sona erdi şuan idare eder gibiyim” Vali adama dönerek “Git tavukları sat ve tekrar bana gel”
Adam geri döndü ve kadıya dedi ki “Çok daha iyiyim, yürekten teşekkür ederim”
Kıssadan Hisse:
Siyasi krizler dünyayı böyle yönetiyor…
Daha çok sıkıntılara sokup, daha sonra o sıkıntıları bertaraf ettirir ve asıl sıkıntıların nimetine şükrettirip, sorunun aslını unutturur; sisteme borçlu kalana kadar, yeni sorunlar çıkartırlar…
Yöneticilerin tutarsızlığı…
Nur topu gibi Wilders’lı bir hükûmetimiz oldu. Hayırlı olur inşallah. Adamın tek derdinin İslam, Müslümanlar ve yine o bölgelerden gelen mülteciler olduğunu biliyoruz. Böyle bir zihniyetin de bu ülkeye verebileceği en ufak bir faydası, hizmeti olmayacaktır. Meclisin ilk oturumunda bile birbirlerini tenkit ettiler, birbirlerini yediler, tutarsızlıklarını sergilediler.
Dünyayı yöneten üst akıldan, emperyal çetelerden talimat alarak insanlığı felakete, sefalete, dünyayı karanlığa sürükleyen bu sözde kukla yöneticilerin söyledikleri ile yaptıkları tam bir tezat tablosu çiziyor.
Bu emperyal çetelerin tek derdi insanlığın sonunu kanla, zulümle, sömürü ve soygunla getirmek. Bunun denemelerine 100 yıldır şahitlik ediyoruz. Bu denemelerin en üst seviyesini korona virüsü senaryosu, aşı oyunuyla gördük. Şimdilerde ise iklim krizi ile toplumu felakete sürüklemenin, korkuyla terbiye etmenin yollarını arıyorlar… İnsanlığın sonunu getirmeye and içen kan emici sülükler, aylardır yürütülen katil İsrail’in orantısız saldırılarına ses çıkarmazken, o vahşeti yapanlara yönelik sözlü tepkilere bile tahammül edemiyorlar ve “antisemitizm” yasalarıyla canileri koruma altına almaya çalışıyorlar.
Hollanda’yı bazen baştan sona kara yoluyla taradığım oluyor. Eskiden, büyük ve küçük baş hayvanların çiftlikleri nasıl da güzelleştirdiğine, şenlendirdiklerine şahitlik ederdik; şimdi ise o koskoca çiftlikler öksüz, yetim kalmış, sessizliğe bürünmüş bir hâldeler. Her tarafı atıl durumda
Yol boyunca ışık ışık yanan, içerisinde yemyeşil bir görüntü ile insanın içini ısıtan, ışıtan seralar karanlığa boğulmuş, çatısına kadar uzanan sararmış otlar kaplamış vaziyette. Yola hangi saatte çıkarsan çık seni her an uzun kuyruklar karşılıyor. Çift şeritli yolları tek şeride indiren, insanları iş çıkışı sonrasında saatlerce yolda bekleten bir zulüm çarkı bile isteye işletiliyor. En ücra yerleri bile paralı park hâline getiren bu köhnemiş zihniyet, insanlar arasındaki ilişkiyi, ziyaretleri de bitirdiler. Bu sebeple camiler boşaldı. Şimdi soruyoruz: “Hani sizin çıkış noktanız önce insan sonra kurallardı, nerede kaldı o söyleminiz?”
Hayvanların çıkardığı gazı egzoz gazından daha tehlikeli bulup, yıllık 250 bin büyükbaş hayvan eksiltmek hangi aklın ürünüdür? Oysa o hayvanlara verdiğiniz suni yemleri de siz üretiyorsunuz. Ukrayna savaşa girdiğinde bütün Avrupa’yı kıtlık korkusu sarmıştı, insanları bu yalanla korkuttunuz ve evleri tahıl depolarına dörderdiniz. Madem bir tek Ukrayna Avrupa’yı besliyorsa, oraya bağımlıysanız ve orası artık üretim yapamıyorsa, siz neden hem tarımcılık hem de hayvancılıkta kısıtlamaya gidiyorsunuz. Bu ne yaman bir çelişki anne… Şehir içi taşıtları azaltmaya gidiyorsunuz, ama saatlerce kuyruk oluşumuna ve şehrin egzoz gazı ile zehirlenmesine zemin hazırlıyorsunuz.
İnsanların anne babalarını, akrabalarını ziyaret etmelerini soygun düzenini aratmayan ücretli park sisteminizle engelliyorsunuz. İnsanların ibadet etmelerinin yolunu tıkıyorsunuz. Yani sizler, üst aklın talimatıyla ülke yönetiyorsunuz. Sizin için insanmış, vatandaşmış hepsi hava cıva; varsa yoksa sömürmek, kan emmek, kaşıkla verip kepçeyle almak… Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek…
Nasıl Geçti Habersiz….
60 yıl geçmiş o çileli, onurlu yolculuğun üzerinden. Ne hayallerle ne umutlarla çıkıldı o yolculuğa. Hayalini, umudunu gerçekleştirenler de oldu, gözleri açık giden de oldu. Bu ülkenin imarı, inşası ve ihyası için karılan çimentoya alın terini akıtan, çilesini katık eden, emeğini en ağır ve pis işlerde tüketen bir neslin destansı hikâyelerini dinliyoruz artık. Vefa olarak da onların hatırasına bir iki söz söylüyor, anıt heykeller dikiyoruz. O altın nesil unutulmamalı. Onların yaşadığı o benzersiz günler yaşatılmalı. Kitaplarla, sinema filmleriyle, tiyatroyla, türkülerle o hayatlar ebedîleştirilmeli, gelecek kuşağa aktarılmalı. Onların fedakârlıkları, insanlıkları, hem birbirleriyle hem de yaşadığı toplumla olan ilişkileri kitaplaştırılmalıdır.
Ben henüz 10 aylık iken babam Hollanda’ya gelmiş. Farklı işlerde çalışmış, en son Rotterdam’da bir iskele firmasında çalıştı ve oradan malulen emekli oldu, 2006 yılında da 79 yaşında iken kaybettik. İşini düzgün yapan, dürüst, aydın, dindar biriydi. Etrafında çok sevilen, saygı duyulan, sözüne itibar edilen, emin biriydi. 80 yılında bizi yanında aldırdığında, uygulamalı olarak bizi hayatın içerisine soktu. Alışverişiydi, bürokrasisi, doktoru vs. gibi günlük olarak içerisinde olduğumuz hayatla tanıştırdı.
Kardeşim Hulûsi henüz 6 yaşındaydı. Geldiğinin ertesi gün akrabaların çocuklarından Hollandaca su ve ekmeğin adını öğreniyor ve o sevinçle babamın yanına gelip, “Baba, Hollandaca suyun ve ekmeğin adını öğrendim” diyor. Babam da, “Maşallah, bu ülkede artık aç ve susuz kalmazsın” diyor. Kalmadık, şükürler olsun.
Geldiğimiz günlerdeydi. Kayıt yaptırmak için Hollanda’nın en köklü sağlık sigortası kurumuna gittik. Sıra beklerken kurumun logosunun olduğu bir levhada “Eerst de mensen dan de regels” yazıyordu. Merak edip babama o sözün ne demek olduğunu sordum. Babam da “Burası sağlık sigorta şirketi. O söz, onların parolası, sloganı ve iş ahlâkının bir göstergesidir. Levhadaki cümlede ‘Önce insan sonra kurallar’ yazıyor” dedi. Lise ikinci sınıfa kadar Türkiye’de yaşamış ve o zamanın Türkiye’sinin toplumsal hayatının pek çok ayrıntısına şahit olmuş biri olarak bu söz beni hayli etkilemiş ve geldiğim, yaşayacağım ülkenin genetik kodları hakkında bana epey bir ipucu, bilgi vermişti. O söz Hollanda’nın toplumsal hayatının hemen her yerinde çok uzun bir dönem uygulandı. Şimdilerde, bazı yerlerde asılı dursa da özünde rafa kaldırıldı. Babam şahsında birinci nesli saygıyla, minnet ve rahmetle anıyor, hepsine bizlere bıraktıkları bu aziz miras için şükranlarımı sunuyorum. Onlar bizlere sadece, rahatça yaşayacağımız bir ortam bırakmadılar, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü, değerlerimizi yaşama ve yaşatma bilinci de verdiler, öyle değerli bir miras bıraktılar…
Biz bırakılan mirasa sahip çıkabildik mi?
Bizler ikinci nesil olarak çocuklarımızı o bilinç ve donanımla yetiştirebildik mi? Üçüncü neslin ana dilleri ve ana vatanla olan ilişkilerinin zayıfladığını, kopmaya başladığını bir şekilde görüyoruz. Konsolosluğa giden bir gencimizin kendisini ve sorununu Türkçe ifade edememesi, farklı sebeplerle vatandaşlıktan çıkması, tatil yerleri olarak Türkiye dışında bir yer seçmesi, geleceğimizin nasıl olacağı hakkında bizlere epey bir bilgi veriyor.
Konuyla alakalı Ethem Emre Bey geçen sayılarda bu gerçeği dile getirmiş ve avazı çıktığı kadar bağırarak “Bu olumsuz gidişata bir dur deyin, gençlerimizi kaybediyoruz” diye seslenmişti. Bu sayıda da Sedat Tapan kardeşimizin haber ve yorum yazısı bu acı gerçeğe dikkat çekiyor: “Üçüncü nesli kayıp mı ediyoruz”, “Üçüncü neslin ana vatanla bağları kopuyor mu?” başlıklı yazısını okumanızı isterim. Bu çağrıyı hem ebeveynlere hem de toplum önderlerine yapıyoruz. Haydin toplumsal bir silkelenişle kendimize gelelim, gerekeni yapalım. Elbette güzellikleri göremeyecek kadar kör, nankör ve felaket tellalı değiliz. Ancak olumsuz gidişatı da göremeyecek ve bu gidişata sessiz kalacak kadar da basiretsiz, hissiz değiliz.
Zeynel Abidin —◄◄