Geçtiğimiz senenin Kasım ayında yapılan seçimlere giderken kaygılanmıştık. Bütün sinyaller Wilders’in büyüyeceği yönündeydi. Özellikle göçmenlerin toplumsal uyumunda başarısız olduğu yönündeki algı, toplumsal kutuplaşma ve mültecilerin Hollanda’ya yönelmeleri kamu tartışmalarında öne çıkıyordu. Bunun yanında sosyal, kültür ve eğitim politikalarında cami kuruluşları ve İslami okullar, olumsuz anlamda, sürekli gündemde kaldılar.  Pocop araştırması, hafta sonu din dersleri, iki veya üç İslami okulun neden olduğu krizler bu gündemin malzemeleri oldu.

Bu algının odak noktası Hollanda’nın yerleşik toplumunda, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu göçmenlerin Hollanda toplumuna entegrasyonu ve uyumunun başarısız olduğu yönünde oldu. Toplumsal ayrımcılığa karşı, Müslümanların ikinci neslinde ortaya çıkan öfke, yerli kültüre karşı muhalif ve başkaldırıya benzeyen tutumlar Müslüman kesimin toplumsal konumunun ‘tehdit’ bağlamına oturmasına neden oldu. ‘Müslümanlar Hollanda için bir tehdittir’, ‘bir türlü kök salmıyorlar’ ve ‘Hollanda onları absorbe(eritmek) edemiyor’ gibi algılar iyice yaygınlaştı. Merkez partilerin küçülmesi, söylemlerinin karşılık bulmaması ve toplumun politik olarak sağa kaymasının dayanağı bu algı oldu. Müslümanların ve İslam’ın toplumda sürekli ‘tehdit’ ve ‘ajite’ çağrıştırması sürekli öne çıktı. İslam dünyasından ve Afrika’dan gelen yeni mürteciciler sürekli tam bu bağlama oldurdu. Toplumsal rahatsızlık, uyumsuzluk, istismar, kültürel bozulma ve tehdit çağrıştırdı.

Başbakan Rutte bu hususta çok ciddi ve keskin olduğunu göstermek için kendi hükûmetini düşürmüştü. Başka bir deyişle ‘mevcut göçmenlerin hakkından gelmeden yeni mülteci ve göçmenleri kesinlikle istemiyoruz’ söylemi toplumun hâkim yönelişi oldu. Bundan sonrası, bu yönelişi, korkuları, karmaşık duyguları, politik olarak kanalize etmek oldu. Bunu da en iyi ifade eden Wilders oldu. Halkın büyük bir kesiminin duygularını, korkularını ve kaygılarını karşılık gelecek şekilde vaatlerini ifade etti. Bu anlamda tam bir popülist bir söylem oldu. Konut sorununu dahi göçmen ve ilticacıların ‘suçu’ olarak nitelendirdi. Pek çok seçmen buna inandı. Herkese ‘korku’ pompaladı. Göçmenleri aşağıladı, dışladı ve ulusal bir tehdit olarak gösterdi. Ve seçimi, hiç beklemediği kadar, kazandı.

Hâlbuki bu tam bir yanılsama idi. Wilders’in ve diğer sağ partilerin söylemlerinin hiçbir dayanağı yoktu. Hollanda ekonomisi oldukça iyi gitmekte idi. İşsizlik hiç olmadığı kadar düşük seviyede idi. Ekonomisi de istikrar ve büyüme ortada idi. İklimsel ve tabi sınırlara dayanılmış olmamıza rağmen, yeni ve tabi koşulları imha etmeden yeni çözümler için adımlar atılıyor ve yatırımlar yapılıyordu. Yenilenebilir enerji dönüşümünde oldukça iyi ilerleme kaydedilmiş ve Hollanda enerji ithalatından belirgin olarak ‘bağımsızlaşması’ öne çıkıyordu. Gaz ve elektrik fiyatları makul düzeylere inmişti. Son senelerde bütün sektörlerde yoğun yeni iş gücüne ihtiyaç duyularken, eğitim, sağlık, inşaat ve tarım alanlarında iş gücüne ihtiyaç yüzbinleri buluyordu. Yerli Hollandalı kesimde herkes çalışıyor ve bol para kazanıyor. Yeni gelen iş gücü dışarından gelmeli idi. Yerli nüfusun ihtiyacı karşılayamayacağı açıktı. Mevcut refah seviyesini korumak için dahi bu bir zorunluluk idi. Ve herkes tatile gidiyor ve hayat standardından hiç feragat etme niyetinde değildi. Konut krizi, iklim krizi, tarım krizi hiçbir şekilde göçmenlerle alakalı bir sorun değildi. Göçmenler de, diğer kesimler gibi, harıl harıl çalışıyordu.

Sadece bu mu? Uluslararası ilişkilerde Hollanda oldukça etkin. Başbakan Rutte hem Avrupa’da ve hem de Nato’da saygın, etkin ve yönlendirici bir lider. Üniversite ve ASML gibi yüksek teknoloji şirketler sayesinde Hollanda ileri düzeyde inovativ ve rekabetçi.

Bu bağlamda diğer bir husus ise, toplumsal katılım ve uyum hususunda oldukça ilerleme kaydetmiş olan Müslüman göçmenleri görüyoruz. Birinci nesil Müslümanlar geri çekilirken emekliye ayrılmaktalar. Beraberlerinde getirdikleri dilleri, kültürleri ve ilişkileri belirgin olarak çözülmekte ve etkinliklerini yitirmektedirler. İkinci nesil Müslümanlar ise belirgin olarak yerleşikleşmekteler. Bu neslin, olması gerektiği gibi, hâkim dili Hollandaca olurken, odaklandıkları toplum, kültür ve davranış kalıpları Hollanda toplumu olmaktadır. Geçici olan sloganik, nostaljik, sekli, yüzeysel, tepkisel ve aykırı kimlik ve davranışların kalıcı, sürdürülebilir bir yönü olamaz. Bütün göstergeler (toplumsal gerilimler de dâhil) Müslümanların ve İslam’ın Hollanda’da yerleşik bir kesime dönüştüğünü göstermektedir. Müslümanların İslam yasayış tarzları ve anlayışları hem bireyselleşmekte ve hem de özelleşmekte. Kolektif ve düzensel yönelişlerden ve pratiklerden soyutlanmış bir şekilde. Camiler sadece ibadet yerlerine dönüşürken, İslami okullar eğitim kalitesi yüksek örgün eğitim kurumları olmuşlardır. Ufak tefek birtakım konularda farklı olmak anayasa ve kanunların öngördüğü çerçevede kalmaktadır.

Bu kadar olumluluklara rağmen nasıl oldu da Hollanda toplumu politik yönelişi bakımından bu derece yoldan sapabildi? Hangi konu ve gerilim yönlendirici oldu? Ve iyi giden gelişmeler (iklim, enerji, ekonomi, uluslararası etkinlik) niçin yönlendirici olmadı? Bunlar yerli kesimin sağa kaymasına engel olamadı.

Merkez partiler (PvdA, CDA, D66 ve VVD) bu başarı öyküsünü niçin anlatamadılar da politik olarak tabanlarını tutamadılar?  Yani ortada müthiş bir yanılsama ve çelişki vardı. İslami kuruluşlar ise bu başarı öyküsünü anlayamadılar bile.

Ve Hollanda toplumunda ciddi bir kesim (yüzde 30’a yakını), Müslümanların ve İslam’ın ‘tehdit’ olduğuna inandı ve aşırı sağ politikanın iktidar olmasına imkân verdi. Geri kalan kesimin de ciddi bir kısmı ‘madem PVV en büyük parti oldu, halkın çoğunluğu böyle istiyor, o hâlde kesinlikle onlar iktidar olmalı’ tutumuna girdi.  Bu tutumu D66, CDA ve Groenlinks-PvdA gibi partilerin de ifade ettiğini görüyoruz. Başka bir deyişle, yerli Hollanda halkı Hollanda’yı Wilders’e teslim ediyor. İki şey yapmak için: birincisi Hollanda’yı yeni mültecilere kapatmak için.  Özellikle İslam dünyasından olanlara. İster savaştan kaçsın ister iş  için ister eğitim için olsun. İkincisi ise Hollanda’da bulunan Müslümanlara ileri düzeyde uyum için (bunu asimile olarak nitelemek daha doğru olur) baskıyı artırmak. En üst düzeyde. Baskıya dayanamayana Hollanda’yı terk etme seçeneği açık. Wilders’ın geçmişteki söylemini esas aldığımızda bu ‘baskı’, Endülüs’te 1492 sonrasını çağrıştırıyor. Ya Hollanda’dan göç edeceksin ya da İslam’dan. Wilders’in bu tutumu koalisyonun diğer ortakları VVD, BBB ve NSC partileri tarafından biraz sulandırılıp zayıflatıldıysa da durum bu yönde gelişiyor.

Hükûmet kurma çalışmaları süreci, Wilders’i bu ‘aşırı önerilerini’ bir derece makulleştirmeye yönelik oldu. Zar zor Wilders ‘yola geldi’. İslam ve Müslümanlarla ilgili keskin önerililerini ‘buz dolabına koydu’. Uzun pazarlıklar yapıldı. Bazen görüşmeler duracak gibi oldu. Ancak yine de devam ettiler. Ve anlaşma metni nihayet bitti ve kamuoyuna açıklandı. Genel ve ana hatları belli olan bir anlaşma. Detaylandırmadan. Müslümanların genel kaygısını tasdik edecek yönde. Wilders başbakan olmasa da yeni hükûmet tam bir Wilders hükûmeti olacak.

Bu metnin en dikkat çeken yönü koalisyon ortaklarının ortak olarak herhangi bir vizyona sahip olmadıklarını gösterir nitelikte. Ortak olarak tek istedikleri ‘halkın güvenini yeniden kazanmak’. Hollanda’nın nasıl bir toplum olmasını istiyorlar, temel yönelişler ne olacak, hangi gerilimler çözülecek, toplum düzeni nasıl isleyecek ve bu partiler nasıl bir gelecek öngörüyorlar? Ortak bir zemin yok, ortak bir yöneliş yok. Belli ki ilişkileri oldukça kırılgan. Program oldukça eklektik. Her dört parti kendi isteklerini liste olarak sıralamışlar. Birleştirici bir bütünlük olmadan. Alabildiğince pragmatik. Belli ki keskin bir pazarlık sonucu.

Anlaşma metni pek çok şeyi içermekle beraber dikkati çeken hususlar, Hollanda Müslümanlarını ilgilendirmesi bakımından, ‘ulusal güvenlik paragrafı’ ve ‘eğitim paragrafı’. Her iki paragrafa da PVV ve VVD imzalarını vurmuşlar. İslam ve Müslümanların ‘radikalizm’, ‘terör’, ‘anti-demokratik’ ‘anti-düzen’ ve ‘tehdit’ gibi kavramlarla ilintili olarak gündeme geldiğini görüyoruz. Bu sorunlarla baş edebilmek için NCTV’in yetkileri genişletilecek şekilde yeniden düzenlenecek. Bunun yanında ‘terörizm’ tanımlaması ve listesi daha keskin yapılacak. Kim terörizme destek verirse, olumlu konuşursa, ilişkili olursa ağır ceza yiyecek. Bu düzenlemeye göre Hamas’a ‘özgürlükçü hareket’ demek yasaklanacak. Bu tutumun daha da hafifi sorun olacak. Türkiye ve Fas hükûmetlerinin Hamas’ın yaptığını ‘özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi’ olarak nitelendirmeleri buradaki Türk ve Faslı kökenli Müslümanlar için sorun olacak gibi. Buranın tutumunu mu oranın tutumunu mu? Yani yine ‘sadakat’ meselesi gündemimize hâkim olacak. Görüşmelerde gündeme gelecek test konularının (Ermeni, şeriat, cihat, Hamas, Erdoğan) listesi kabarmakta.

Diğer bir husus ise, Hollanda politikasının ve yerleşik toplumun burada yerleşikleşen Türk ve Fas kökenli Müslümanların hâlen asli ülkeler ile irtibatlı olmaları. Özellikle camiler/kurumlar üzerinden. PVV ve VVD partileri bu bağın kesilmesi yönünde keskin görüşler belirtiyorlar. Bu bağlamda ‘diasporaspionluğu’ ifadesini kullanmaktalar. Türkiye ve Fas’ın Hollanda’ya imamlar göndermeleri, maaşlarını ödemelerini, cami kuruluşlarında, resmî veya gayriresmî, etkin olmalarını ‘spiyonluk’ bağlamında değerlendirmekte. Koalisyon anlaşmasında bu bağı (akıllı bir yöntemle yasaklayıp) kopartacaklarını vaat etmektedirler. Burada kastedilenin özellikle ‘Hollanda Diyanet Vakfı’ olduğu açık.

Diğer bir husus ise İslami okulların ele alınış şekli. Anlaşma metni bu hususta geçtiğimiz dönemde başlangıcı yapılan VVD politikalarını keskinleştirerek sürdüreceğini içermekte. Bir taraftan, eğitimin genel yönelişi eğitim pratiğinde ‘farklığı’ yadsımakta ve ‘ortak olana’ yoğunlaşmakta. Önceden bu yaklaşımın tersi hâkimdi. Anayasanın 23. maddesi bunun zeminini oluşturuyordu. VVD ile ortaya çıkan yeni politika bu zemini terk ediyor. Bu sürecin sonunda Hollanda eğitim sisteminin renksizleşmesi ve çeşitli eğitim akımlarının sınırlandırılması anlamına geliyor. Zamanla tek tip okullar (kamu okulları) ortaya çıkacağa benziyor. Vatandaşlık eğitimi ‘temel bilgi ve beceri’ (basisvaardigheden) derslerinden çıkartılmakta. Önceki dönemde İslami okulların yine de iyi vatandaşlık eğitimi verebilecekleri varsayılıyordu. Bu varsayım kalkıyor. Bu metne göre İslam okulları ümitsiz eğitim kurumları oluyor. Radikalizmin, anti-demokratik ve anti-düzenin hâkim olduğu yerler olarak nitelendiriliyorlar.

Bu yeni yönelişin somut olarak pratiğe geçmesi İslami okullar üzerinden olacak. Yani mücadele cephesi İslami okullar. Anlaşmada bu ilk adımı atıyor.

Nasıl Wilders’ın kazanması büyük bir yanılsamaya dayanıyorsa, kurulacak hükûmetin programı da tam bir yanılsamaya dayanıyor. Camilerin hiçbir şekilde tehdit olması söz konusu degil. Cami cemiyetleri alabildiğine sadık, apolitik ve uyumlu. Üstelik Türkiye ve Fas ülkelerinin buraları ispiyonlama ve uyumu sabote etme diye bir ajandaları da yok. Hiç olmadı da.

İslam okulları için de böyle bir şey söz konusu. Kuruldukları senelerden itibaren sürekli uyum odaklı yönde evrildiler.

Eğitim kaliteleri arttı, sisteme dâhil oldu. Bu okular sayesinde binlerce çocuk dışlanmadan topluma kazandırıldı. İslami kimliğin ve din pratiklerinin yerleşilmesinde, uyumlu dengelenmesinde tam bir köprü, arabulucu ve dengeleyici işlev gördüler.

Hollanda’nın yakın geleceği tam olarak ‘uyduruk’ bir algıya dayanıyor. Maalesef.

Raşit Bal                        —◄◄