Merhaba sevgili dostlar!..

Şu kısacık ömrümüzün hayırlı ve bereketli geçmesini yüce Hak’tan niyaz ederek söze başlayalım inşallah.

Bu yazımızın konusu, anne-babaların kıymeti ve üzerimizdeki hakları olacaktır.

Çünkü bizim için analar ve babalar senede bir kere yaldızlı sözlerle anılacak birileri değil, varlığımızın vesilesi, yetişmemizin sebebi, her şeyimizle borçlu olduğumuz yegâne değerlerimizdir.

Onun için senede bir gün değil, her gün ibadetimizde: “Rabbenağfirlî ve li vâlideyye..- Rabbim beni ve ana-babamı mağfiret eyle.” diye günde en az on beş kere dua eder Allah’tan bağışlanmalarını dileriz.

Her türlü teknolojik imkânı, ilerlemeyi(!) sağlayan insan, ana-baba konusunda ise maalesef sınıfta kaldı.

Onları bir nimet, bir minnet ve cennetin anahtarı olarak bilmesi gerekirken; ayağına bir bağ, toplumun sırtında bir kambur olarak gördü çağımızın insanı.

Rabbimiz ayetinde ubûdiyetini hatırlatıp hemen ardından vâlide hakkını vurgulaması ve devamında bırakın sövmek, dövmek, kovmak gibi kötü davranışı; “öf yâ” demeyi bile yasaklaması bu vazifenin ehemmiyetini göstermektedir.

“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.

Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” (İsra 23-24.)

Bir ana düşünün ki, yavrusunu dokuz ay zahmetle taşıyor, canı/ kanıyla besliyor ve sancılar içinde doğuruyor. (Bak.Ahkaf 15.)

Gece-gündüzüyle hizmetinde, ömründen alıp ona veriyor, adam ediyor ve sonra..

Tam onun maddî-manevî desteğine ihtiyacı varken huzur veya bakım evlerine -özel durumlar olabilir.- terkediliyor.

Evlendiği kişi âile, ana- babası ise el oluyor.

Asr-ı saadette Alkame adında bir genç vardı. Çok kötü bir hastalığa tutulmuştu. Öleceği anlaşılınca, “La ilâhe illallah” sözünü telkin ettiler ama bir türlü söyleyemedi. Meğer Alkame hanımını annesine tercih etmiş, annesi de hakkını helal etmemişti. Rasulullah (sav.) anasını ikna edip hakkını helal ettirince, Alkame kelimey-i tevhid’i söyledi ve vefat etti. Efendimiz (sav.) Alkame’nin kabri başında şöyle buyurdu: – “Ey Muhacir ve Ensar topluluğu, her kim karısını anasından üstün tutarsa ona Allah’ın lâneti vardır. Onun ne farz ne de nafile ibadeti makbuldür.”

Efendimiz’in (sav.) kıyamet alameti olarak verdiği haberlerden biri de, “Cariyenin efendisini doğurması.” hadisiydi.

Bunun manası, anne, dünyaya gelmesine neden olduğu çocuğundan gerekli hizmet, hürmet ve saygıyı beklerken, aksine anne çocuğuna hizmet etmektedir. Böylece anne hizmetkâr, çocuğu ise efendi konumuna girmiş olmaktadır. Sanırım günümüzde çocuklarımıza baktığımızda bu hadis bize hiç de garip gelmeyecek.

Şu son devirde dikkat çeken önemli meselelerden biri de babaların evdeki hak ve yetkisi. Ömrünün çoğunu ailesi için ağır iş şartlarında geçiren babaların bu fedakârlığına karşılık gördüğü hürmet ve evdeki otoritesi nerdeyse yok gibi.

“İstanbul sözleşmesi” ve bizimde yaşadığımız Avrupa ülkeleri dahil, erkeği ezdiren bu yasaların kanunla çıkması hukûki olduğu anlamına gelmez; çünkü ahlâki olması gerekir.

Kendisi için bir şey alacağı zaman evin masrafını hesaplayıp ucuzunu alan; fakat çocukları için en iyisi ve pahalısını almaktan çekinmeyen bir ebeveynin muhtaç olduğu zaman çocuklarının yeterli ilgi ve yardım göstermemesi büyük bir günah ve nankörlüktür.

Hani “saçlarını süpürge” etmek tabiri var ya… Saçlarını süpürge etmiş ve yavrularının derdiyle o saçları ağartmış bir ana için ne söylenir?…

Belki ağaran her bir telini yıldıza benzetip şairin dediği gibi: “Saçlarına yıldız düşmüş koparma anne.” diyebiliriz, eğer öyle bir gönüle sahip isek.

Yakın zaman önce değerli annesini kaybeden Doğuş Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Zeynel Abidin Kılıç abi ile birlikte, gerek gurbet veya vefatıyla ana hasreti çeken tüm dostlarımıza bu dizeler ithaf olunur.

 

Ağlasam…

Gözlerimden yaş yerine kan revan olsa sana sezâdır anam!

Karnında dokuz ay zahmetle,

kucağında ak sütünle büyüttün,

kalbindense hiç çıkarmadın yıllarca taşıdın anam!.

 

Artık tadı yok gurbette yemeklerin,/

Bir garib havası sensiz günlerin,/

Acıdır nâmesi bahçede bülbüllerin;/

gezemem bağlarını sensiz neylerim anam!..

 

“Cennet anaların ayağı altındadır.” buyurmuş, peygamberim Efendim;

cennetlerden yüksek anam öpeyim! ayağının altı senin.

Yedi gül getirdin âleme gülistan eyledin,/

dalında ikide diken katlandın senelerdir;/

incindin, incitmedin..

Gün geldi ana-baba ocağını da neyledin…

Garip anam, ‘helal et’ desem de hakkın tükenmez,/ Sırtımda taşısam tâkâtım yetmez;/ Sana hörmet edemedim affet n’olursun,/

(Hörmet) etmeden de aman aman;

Ne olur ölme, ölme anam!..

Murat Altun —◄◄