Değerli okuyucular ve özellikle gençler!

Rotterdam istikametinden Amsterdam’a doğru Haarlem-Zaanstad yönünde A5 sapağının hemen girişinde mavi bir levhada Hollandaca şöyle yazıyor: “Vrees God! En houdt Zijn geboden!”

Bunu şöyle anlamak mümkün: “Tanrıdan kork ve onun emirlerini muhafaza et!”

Bu ifade, İslam’daki takva bilincini hatırlatıyor. Takvayı tam yansıtmasa bile, önemli bir hatırlatma: “Ey insan Tanrıdan kork, ya da O’ndan çekin ve O’nun sözünü dinle, hükümlerine uy!

Bu söz A5 istikametine giden herkesin görebileceği bir yerde… Üst geçidi geçer geçmez göze çarpıyor. Umarım görenler bundan etkilenir ve gereğini yaparlar.

Bize ait takva kavramını ‘tanrıdan korkmak’ şeklinde çevirirsek, bu biraz ürpertici gelebilir. Tanrı; “korkunç, ürkütücü, çekinilmesi gereken kızgın, gazaplı biri” gibi akla gelebilir (mi)? Öyle ya korku bilinen bir şey… Her zaman ürpertiyi, ürkmeyi, hatta dehşete düşmeyi anlatır. Ancak buradaki tanrı korkusu veya İslam’daki “Allah korkusu” böyle korkunç bir şeyden korkmak, ürkmek değil…

‘Takva’ diğer adıyla ‘ittika’; Kur’an’da çok geçer ve bir kulun Allah’ın varlığı ve gücü karşısında takınması gereken tavrı anlatır.

Takva sahiplerine Kur’an’ın ‘muttaki’ dediğini, onlara pek çok ve harika ödüller söz verdiğini hatırlayalım.

Takva kelimesinde ‘korku’ anlamı var mı? Var. Ancak bu takvadaki korku en zayıf anlamdır. Takva/ittika bu korku manasına bağlı olarak daha geniş anlamlara sahiptir.

-Sözlükte takva

Takva aslında (sözlükte) korkup sakınmadır. Bir şeye, zarara, tehlikeye karşı dikkatli olup önlem almaktır. Mesela ateşten gelebilecek zarardan korunmak için ona yaklaşmamak… Soğuğa karşı yeterince giyinmek… Kaza yapmamak için kurallara uyarak kullanmak… Hırsızlara karşı günün şartlarında tedbir almak… Çamurlu bir yerde yürürken, çamur bulaşmasın diye dikkat etmek veya kuru yerden yürümek gibi…

Böyle pek çok örnek verilebilir.

– Terim olarak takva

Sözlük anlamından hareketle; Allah’tan korkup, O’na karşı hata yapmaktan, O’nun sevmediği işleri işlemekten sakınmaktır. Hata ve günahların zararlarından Allah’ın razı olacağı işlerle (amellerle-ibadetlerle) korunmaya çalışmaktır.

Bir kaynakta geçen şu olay bu konuda oldukça aydınlatıcı…

“Sahabenin bir diğerine sormuş;

-Takva nedir? O da ona demiş ki:

-Sen hiç çölde, dikenlerin arasında yürüdün mü?

-Evet demiş.

-Ne yaptın yürürken?

-Dikkat ettim, dikenler ayaklarıma, bacaklarıma batmasın diye (zira çölde diken çok olur)

-Hah işte takva budur.”

Yani tehlikelere ve zararlı şeylere karşı dikkatli olmak, tedbir almak…

Takva, bir bilinç olarak Allah’ı hesaba katarak, O’nu unutmadan, O’nun her şeyi bildiğini ve gördüğünü akılda tutarak, O’nun bizi hesaba çekeceğini unutmadan davranmaktır. Takva tıpkı ihsan ve zikir gibidir. İhsan, Allah’ı görüyor gibi kulluk yapmak, zikir Allah’ı unutmadan hareket etmektir.

Dikkat edilirse burada korkup-çekinmekle beraber, Allah’a saygı da, tedbirli olmak da söz konusu. O yüzden şöyle demek mümkün: “Allah yakacak, ceza verecek diye değil, beni daha az sevecek diye endişe etmektir.”

İşte bu bilinç kişide sorumluluk duygusunu güçlendirir. Müslüman düşünür ki; “eğer ben Rabbimin sevmediği veya yasakladığı işleri yaparsam, ya da bana emrettiklerini yapmazsan O’nun bana olan sevgisini kaybedebilirim. Öyleyse davranışlarımda, işlerimde, hayatımın her alanında, kulluğumda sorumlu davranmalıyım.

Bu görevler benim, farkındayım. Bunları başkası benim yerime yapamaz. Hata edersem, Rabbime isyan edersem günahını ve vebâlini ben yüklenirim, zararını ben görürüm. Kimse benim yerime benim cezamı çekemez. Ya da alacağım ceza konusunda kimse bana yardımcı (torpilci) olamaz.

Öyleyse kul olarak mes’uliyetimi bilmeliyim. İnsan olarak yapmam gerekenler konusunda daha dikkatli olmalıyım. Rabbimin koyduğu sınırları gözetmede, benim için koyduğu ölçülere uymada daha bilinçli olmalıyım…”

İşte bu yüzden bazıları takvayı; “sorumluluk bilinci” olarak açıklarlar. Ama her alanda, her işte ve her davranışta…

Rasûlullah (sav) dedi ki: “Hepiniz çobansınız, hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz” (Buhârî, İstikrâz/20, Ahkâm/1. Müslim, İmâre/20)

Bunu genelleştirebiliriz: Kim hangi işde görevli ise onun çobanıdır ve ondan sorumludur. Bu kulluk görevi, bir işde, meslekte çalışma, alınan bir emanet, yöneticilik, Allah’ın koyduğu sınırlara uyma olabilir.

Eşyayı, tabiatı, elimizdeki imkânları kullanmada olabilir… Kişi, kim olursa olsun- can taşıyorsa, aklı başında ise sorumludur. Kime karşı? Önce kendine, sonra –varsa- ailesine, eşine ve çocuklarına, anne-babasına, akraba ve komşularına, yaşadığı ülkeye, insanlığa, doğaya ve üzerine aldığı göreve karşı sorumludur.

Müslüman ise bunlarla beraber; Allah’a (st), Peygamber’e (sav), Kur’an’a, İslâm’a ve Müslüman kardeşlerine karşı sorumludur. Yani insanın bu saydıklarımız hakkında az veya çok, öyle veya böyle görevleri vardır. Buna kişinin sorumluluğu diyoruz.

Bu da asla ona bir yük değil, kişi olmanın ve hayatın gereğidir.

Bunların içinde –bizim inancımıza göre- en önemlisi Allah’a karşı duymamız gereken sorumluluktur. Zira O’na hakkıyla saygı duyan, O’nun ölçülerine itibar eden, diğer sorumluluklarını da hakkıyla yerine getirir.

Başa dönecek olursak; yüreğimize bu mavi levhadaki uyarıyı  yerleştirelim ve şöyle diyelim: “Allah’tan korkup-çekin, O’na karşı sorumlu davran, O’nun emir ve yasaklarına (ölçülerine) hayatının her alanında uy! Çok kârın olur, ama hiç zararın olmaz!”

H. Kerim Ece —◄◄