Bu kış ayrı geçiyor, daha bir donduruculuğu var soğuğun. Yüreğimizin bumbuz olmasından korkum. Unutmuş olmanın dondurucu soğuğundan.

Üzerimize yağan kar taneleri de cabası! Hele bakın nasıl nazende düşüyor her biri ellerimizin üzerine. O ellerle mi içtin kahveni? Tad alabildin mi peki? Her gün çay, kahve içmeden yapamazdık ya hani. Öyle oldu işte. Hayat devam ediyor. Lakin daha acı kahveler.

Anneler çocuklarının saçını tarayıp okula gönderirken evlatlarını, Gazze’deki çocuklar geliyor olmalıydı akıllarına. Hep bir telaş, hep bir koşturmaca. Onları düşünmeye zaman mı yok?

Biraz baş başa kalınca kendimizle, el açıp dua edelim, yürüyüşlere katılalım, boykota devam edelim, hiçbir şey yapamıyorsak sosyal medyadan Filistin davasına destek verelim diyorsak; az da olsa insan olmayı becerebilmişiz demek ki.

Soykırım devam ediyor Gazze’de, Filistin’de…

Ben unutmamak, unutturmamak için yazıyorum, birileri sabah namazlarında diğer mümin kardeşleriyle buluşup dua ediyor, birileri orada şehit olan çocuklar için ağlıyor. Birileri “bu nasıl bir inanç ki, bunlar nasıl Müslümanlar ki korkup kaçmıyor yalnızca Allah” diyor deyip, İslam’ı araştırıyor. Yürekleri İslam’la buluşuyor. Ve birileri uyuyor. Gözlerini kapatıp, görmezden geliyor. Kulaklarını tıkıyor.

Nasıl durur bu gaflet?!

Göz isyan eder, söz lal kesilir, akıl alır başını gider.

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Hadis’i Şerif)

Anlaşılan ortada sağlam bir beden kalmamış. Günümüzün en büyük imtihanı da bu değil mi? Dünya sevgisi. Bedenimizi kemiren, içimizi çürüten bir kurt gibi. Kendimizle uğraşmaktan, düşünüyor muyuz Gazze’yi, Doğu Türkistan’ı, diğer zulüm gören Müslümanları.

Bugün susma zamanı değil, anla. Bir taş da sen at, kafirin yüzüne. Nasıl yapılırsa öyle yap işte…

Düşünüyorum. Onlar başka âlemin insanları sanki. Şehitlerle iç içe yaşıyorlar hayatlarını. Bambaşka bir yer sanki şu an Gazze. Hem acı var hem çok büyük huzur ve sükûnet. Allah pek Latif’tir kullarına karşı. Yüreklerindeki teslimiyetten, gözlerindeki nurdan anlıyor insan bunu.

Az önce sosyal medyada görüntülerine şahit olduğum bir olay, iki babanın sevinçle birbirini kucaklaması.

Bir düğün hayal edin. Nikâhı göklerde kıyılıyor. Filistin’de yaşanıyor bu olay. Bir genç kız, Danya 17 yaşında. Bir gün okuldan eve dönerken, yolda duran, kahve içen Siyonist İsrailli askerin hedefine takılır, hemen oracıkta kurşun yağmuruna tutulup, şehit edilir. Kızın akrabaları, gençler, herkes bu olaya çok üzülür. Şehadet sonrası Danya’nın fotoğrafları her tarafa yayılır. Bu haberleri okuyup, fotoğrafları gören Filistinli Raid adındaki bir genç bunu sosyal paylaşımlarda yaygınlaştırır.

Şu cümlelerle Müslümanları duyarlı olmaya davet eder: “Bu sizin kız kardeşiniz olsa ne yapardınız?”

Daha sonra Raid Danya’yı şehit eden askeri bulur ve bıçaklar. Siyonistler de Raid’i alnından tek kurşunla vurup şehit ederler. Raid’in cenaze törenine Danya’ın babası da iştirak eder.

Hiç kimsenin ummadığı bir anda Şehit Raid’in babası kalkıp, Şehit Danya’ın babasına hitaben, “Şehit kızın Danya’ı şehit oğlum Raid’e istiyorum” der. Daha sözünü tamamlamadan Danya’ın babası: “Şehit kızımı şehit oğlunuza verdim. Tebrik ederim, hayırlı olsun. Firdevs-i Âlâ’da düğünleri olsun der.”

Birbirlerine ağlayarak sarılırlar. Orada olan herkes hıçkırıklarla ağlamaya başlar. Hem ölüm, hem düğün. İki kelimenin aynı cümlede geçmesi bile tuhafken, bu anı yaşamak o insanlar için nasıldır Allah bilir.

Akıl, havsalamızın alamayacağı daha pek çok şey…

Ve artık biliyorum ki; ölmeden önce ölenler için, apayrı bu dünya!

Elif Bayraktar      —◄◄