Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) hesaplamasına göre, dünya genelindeki sokak köpeklerinin sayısı 200 milyon civarında. Türkiye’deki siyaseten kutuplaştırıcı tartışma konularından biri de sokak hayvanları ve başıboş köpekler. Sahiplendirilmeyen köpeklerin “uyutulmasını” öngören bir yasa değişikliğini yürürlüğe sokmaya hazırlanan Türkiye’de, Avrupa ülkeleri sıklıkla bu konudaki olumlu örnek olarak gösteriliyor. Avrupa genelinde hâlâ binlerce evcil hayvan sokaklara terk ediliyor olmasına rağmen, kentsel alanlarda nadiren başıboş ve yuvasız hayvanlar varlık gösteriyor. Başıboş hayvanların sayısını en aza indirmek için Avrupa ülkeleri, katı cezalar, barınak kapasitelerinin artırılması ve koşullarının iyileştirilmesinden zorunlu kısırlaştırma, deri altına mikroçip yerleştirme ve evcil hayvan sahiplerine yönelik eğitimlere kadar çeşitli stratejiler uyguluyor. Tabi, bunlar güncel durumdaki düzenlemeler. Bu dönemsel fark, akla şu soruları getiriyor: Modern kent olgusu ortaya çıkmadan önce klasik sokak görüntüsü oluşturan kedi, köpek ve diğer hayvanlar zaman içinde nasıl bu tablodan silindi? Sokaklarda sahipsiz evcil hayvanlara nadiren rastlanan Avrupa’da mevcut duruma nasıl gelindi? Orta Çağ’dan günümüze kadar uzanan sürede geleneksel kent yaşantısının asli bir parçası olan sokak köpekleri neden ve nasıl ortadan kaldırıldı? Bu soruların cevabını birbirine zıt örnekler olan Fransa ve Hollanda’da ararken bir de vaktiyle İstanbul’da denenmiş ama yarım bırakılmış bir girişime göz atalım.
19. Yüzyıl İtibarıyla Başlayan Büyük Değişim ve Sokak Köpekleri
1800’lü yıllar, hijyen ve halk sağlığı fikrinin toplumsal düzeni şekillendirmeye başladığı bir çağ olup Avrupa ve Kuzey Amerika’da modern kent dokusunun büyük oranda gelişimine tanıklık etti. Oluşum sürecindeki ulus-devletler bir sorun olarak gördükleri sokak hayvanlarıyla mücadele amacıyla katı önlemler aldı. Sokak köpeklerinin ticari kazançlar da gözetilerek öldürülmesi sık tercih edilen bir usul hâline geldi. Sokak köpeklerini toplayan ve öldürenler, sadece buna memur kılınmış güvenlik güçleri değil, aynı zamanda “yağ fabrikaları” (İng. rendering plant) ve benzeri sanayi tesisleri oldu. Yakalanıp öldürülen köpeklerin bedenleri asıldı, derileri yüzüldü ve vücut parçaları farklı şekillerde bu tesislerde “işlendi”. Başıboş köpeklerin itlafı -kent alanlarını hijyenik hâle getirmenin ve ekonomiyi canlandırmanın bir yolu olarak gören- uzmanlar ve politikacılar tarafından meşrulaştırıldı. Ancak her ülke, böylesi bir doğrudan şiddet kullanımını da tercih etmedi.
Hollanda, Sokak Köpeği Nüfusunu Kırıma Başvurmadan Ortadan Kaldırdı
İlgili literatürde zaman zaman “sokak köpeklerinin olmadığı ilk ülke” olarak adlandırılan Hollanda’da bundan yaklaşık 150-200 yıl önce tam tersi bir görüntü söz konusuydu. Uluslararası ticaretle zenginleşmiş bu ülkede köpek sahibi olmak bir statü göstergesiydi. Üst sınıf insanlar sportif amaçlarla evcil köpeklere sahipken, daha yoksul kitleler hane yaşantısında belli görevleri yerine getiren cinsi olmayan köpeklere sahipti. Özetle, 19. yüzyıl Hollanda’sında büyük bir köpek nüfusu vardı. Ancak, kuduz salgınları birçok hayvan sahibini endişelendirdi ve köpeklerini terk etmeye itti. Bunun sonucunda, hem sokaklardaki köpek sayısı daha da attı hem de toplumun insan-köpek ilişkisine bakış açısı değişti. Bir ev köpeğinin sağlığı, sahibinin ekonomik refahının bir yansıması olarak görülmeye başlandı. Bu süre zarfında Hollanda devleti, ülkedeki başıboş köpek sayısını düzenlemek amacıyla bir köpek vergisi (hondenbelasting) de getirdi. Bu önlem tam tersi bir etkiye yol açtı: Birçok insanın artık evcil köpeklerini beslemeye parası yetmediği (ya da para ödemek istemediği) için sokaklarda yaşayan sahipsiz köpek sayısı arttı.
1886 yılına gelindiğinde hayvan istismarı da cezaya tabi bir suç hâline getirildi. O yıllarda köpekler aynı zamanda arabaları çekmek için yük hayvanı olarak kullanılıyordu. 1912 yılında yük taşıma amacıyla kullanılan köpeklerin durumunu iyileştirmeyi misyon edinen bir dernek kuruldu. Bu derneğin temel amacı, yük hayvanı olarak kullanılan köpeklerinin refahını iyileştirmek ve nihayetinde bu uygulamayı tamamen ortadan kaldırmaktı. Dernek tarafından gönderilen müfettişler yasaların uygulanmasını kontrol etmeye başladı. Ancak hayvan bakıcılarını da hayvanlarına iyi bakmanın önemi konusunda bilgilendirdiler. Tüm çeki köpeklerinin ortadan kaldırılması hedefine ancak 1962 yılında ulaşılabildi. Bundan sonra aynı dernek, zincirle bağlanmış köpekleri misyon edindi çünkü bu durumdaki köpekler genellikle daha fazla kötü muamele görüyordu. Hayvan sahipleri ve bakıcılarının tutumunda bir değişiklik sağlamak için yine denetim ve eğitim çok önemliydi. Ayrıca, 1962 yılında Hayvanları Koruma Kanunu yürürlüğe girdi. 20. yüzyılın sonunda da Hayvan Sağlığı ve Refahı Yasası kabul edildi. Bu yasa Hollanda’daki hayvanların refahı için en önemli yasa konumunda. Bir hayvan sahibinin bir hayvanı istismar etmesinin veya ona uygun bakımı vermemesinin önüne geçmekte. İhlal, en fazla üç yıla kadar hapis cezası ve 16.750 avro para cezası ile cezalandırılabilecek bir suç olarak kabul ediliyor.
Hollanda, bu önlemleri alarak, sokak köpekleri meselesini uzun vadede çözme kapasitesine sahip oldu. Birçok belediye yönetimi “satın alınan” köpeklere yüksek vergiler uygulayarak insanları barınaklardan hayvan sahiplenmeye teşvik etti. Bu da barınaklarda başıboş köpekleri barındırmak için yer açılmasını sağladı. Ayrıca hükûmet tarafından CNVR (Topla, Kısırlaştır, Aşıla ve Geri Bırak) olarak bilinen ve kısırlaştırma, kısırlaştırma ve aşılama gibi hayati veterinerlik hizmetleri sunan ülke çapında bir girişim başlatıldı. Devlet tarafından finanse edilen bu program ve hayvan refahı alanındaki tüm sıkı çalışmaların meyvesini verdiği ve kayda değer bir başarı elde edildiği kabul ediliyor. Bu uzun süreye yayılan önlemler paketiyle, Hollanda’nın sokak köpeklerini ortadan kaldırma hedefine toplu ötanazi uygulamadan ulaştığı belirtiliyor. Günümüzde sokak köpeklerinin varlığına son verdiği kabul edilen Hollanda’daki hane halklarının yüzde 90’ı bir aile üyesi olarak gördükleri köpeklere sahip.
Sokak Köpekleri Meselesine Fransa’nın Getirdiği “Nihai Çözüm”
Kent nüfusunun katlanarak arttığı 19. yüzyıl Fransa’sında kuduz hastalığı, sokak serseriliği ve polisiye suçlara yönelik kamu otoritelerinin endişeleri ve dolayısıyla bu problemleri çözüme kavuşturma isteği artmaktaydı. Bu endişeler, kamu hijyeni hareketi ve modernleşme projeleri ile kesişerek sokak köpeklerini artık sokaklarda istenmeyen varlıklar olarak kodladı. İmparator III. Napolyon dönemindeki -başkent Paris’i büyük oranda bugünkü görüntüsüne kavuşturan- büyük kentsel dönüşüm kapsamında Fransız devleti başıboş köpek sorunuyla mücadele etmek için de yeni önlemlere yöneldi. Bu önlemler arasında sokak köpeklerinin sayısını azaltmayı amaçlayan vergiler de yer alıyordu.
Bu çabalara rağmen, başıboş köpekler önemli bir sorun olmaya devam etti ve yönetimleri konusunda tartışmalara yol açtı. Bazı hayvanseverler, sokak köpeklerine sert muamele edilmesine karşı çıkarak daha insancıl yaklaşımları savunmuş olsa da “nihai çözüm” isteyenlerin sesi, süreç içerisinde baskın geldi. 1883 yılında bir eczacı olan Émile Capron, kuduzun yayılması, trafik kazalarına yol açmaları ve yayaları rahatsız etmeleri gibi tehlikelere dikkat çekerek başıboş köpeklerin Paris sokaklarından uzaklaştırılması çağrısında bulundu. Bu bakış açısı, sokak köpeklerini şehrin üretken sakinlerini engelleyen tehlikeli baş belaları olarak gören yorumcular arasında yaygındı. Başıboş köpekler, bir bakıma, şehrin “tehlikeli sınıfları” ve Paris’i suç, pislik ve güvensizlikle boğuşan patolojik bir şehre çeviren unsurlar olarak algılandı.
Çeşitli mali ve polisiye önlemlere rağmen, başıboş köpek nüfusu üzerinde bir kontrol tam olarak sağlanamadı ve sokaklardaki varlıkları 20. yüzyılda da devam etti. Başıboş köpek karşıtı kampanyalar, 1980’lerde köpek pisliğinin halk sağlığı açısından köpeklerle ilgili başlıca endişe kaynağı haline gelmesiyle birlikte yerini hayvanların çoğalmasını önlemeye yönelik düzenlemeye bıraktı. Bu aşamaya gelene kadar köpeklerin kitlesel olarak toplanması, öldürülmesi ve vücutlarından arta kalanların kozmetik sektörü tarafından yeniden değerlendirilmesi yoluna başvuruldu. 1870’li yıllardan 1890’ların sonuna kadar Fransa’da -istikrarlı bir şekilde- yılda 20 bin civarı sokak köpeğinin öldürüldüğü biliniyor.
“Köpeksiz İstanbul” Hedefiyle Girişilen Ama Yarım Bırakılan İtlaf
Yeni nesil Osmanlı yöneticileri (İttihak ve Terakki Cemiyeti ve daha sonra İttihat ve Terakki Fırkası) -19. asrın sonundaki devrimci dalgayı (1905 Rus devrimi, 1906 İran Meşrutiyet Devrimi) takip ederek 1908’de ihtilalle iktidara geldikten sonra- anayasal yönetimin hayata geçirilmesi gibi sadece siyasal girişimlere girişmemiş aynı zamanda iktisadi ve cemiyet hayatının da modernize edilmesine yönelik yenilikçi fikirlerin de peşinden gitti. Türkiye sosyal tarihinde fazla hatırlanmayan vakalardan biri de imparatorluğun başkenti olan İstanbul’un çehresini değiştirme amacıyla gerçekleştirilen sokak köpeklerini ortadan kaldırma girişimidir. Önceki dönemlerde yarım kalan bazı denemelerin ardından, 1910’da kolluk kuvvetleri ve ücret karşılığı tutulan ekipler tarafından 80 bin kadar sahipsiz köpek toplandı. Kıskaçlı uzun demir sopalarla yakalanan, arabalara yüklenip götürülen bu köpekler, Marmara Denizi’ndeki Sivriada adlı çorak kayalıklardan oluşan toprak parçasına terk edildi. Halk bu olayı, Hayırsızada Sürgünü olarak andı. Aç ve susuz kalan on binlerce köpeğin birbirini parçalayıp, yiyip ve hayatta kalmaya çalışması ama bunu başaramamasıyla neticelenen bu “sürgün”, aslında daha kapsamlı bir toplu itlaf ve ticaret anlaşması olarak kurgulanmıştı.
“Derisi, kılları, kemikleri, yağı, kasları, genel olarak albüminli maddeleri, hatta bağırsaklarıyla bir sokak köpeğinin değeri 3 ila 4 franktır. Şehirde 60.000 ila 80.000 köpek bulunmaktadır; bu da 200-300.000 franklık bir değere tekabül eder. Köpekleri itlaf işinin ihaleyle bir vekile havale edilmesi, onun da şehrin dışındaki çeşitli noktalara deri, et ve yağın ekonomik olarak işleneceği yerler kurması kabil değil midir? Bu yerlerde hava geçirmez bir oda olur, oda bir gaz borusuna ve hayvanın kullanılabilir ürünlerini işlemek için donatılmış bir parçalama atölyesine bağlanır. Hayvanlar geceleri gizlice yakalanıp Avrupa’dakilere benzeyen kafesli arabalarla hemen nakledilebilir. On merkez kurulsa, her biri günde yüz köpeği işleyebilir. İki ay içinde itlaf biter, bu operasyon şehre de hayır işlerinde kullanılacak bir kâr bırakır.” İstanbul Pasteur Enstitüsü Müdürü Dr. Remlinger, 1910
İstanbul’daki belediye idaresinin girişimiyle Fransa’daki bazı kozmetik şirketleriyle toplanacak köpeklerin postlarından, kemiklerinden, iç organlarından elde edilecek gelirin paylaşımı konusunda bir anlaşma yapılmıştı. Gezici itlaf ekipleri, topladıkları köpekler, elektrikli şoklama ve gaz odaları gibi “ileri” tekniklerle ortadan kaldıracak ve ardından köpeklerin bedenleri işleme konacaktı. 1940’lı yıllardaki Holokost görüntülerini andıran, bu sürreal gözüken ama hâlihazırda kullanılan kırım metotları İstanbul’da uygulanmadı. İstanbul’un sosyal tarihi hakkında çalışmalar yapılan Ekrem Işın, Türk yöneticilerin hem bu kapsamlı kırım planını uygulamaktan çekinerek hem de İstanbul halkının vereceği tepkiden korkarak bu yola girmediğini belirtiyor. 80 bin kadar köpek toplandıktan sonra köpek kırımından vazgeçilmesi, yamyamlığa yol açan ve daha uzun sürecek bir acı çektirmeyle sonuçlandı. Köpeklerin durumuna acıyan sivillerin ve bazı memurların toplanan köpeklerin bir kısmını kaçırdığı ve koruduğu da biliniyor. İstanbul, sokak hayvanlarının hayatın bir parçası olduğu bir şehir olarak var olmaya devam etse de on binlerce köpek muhtemelen yok yere birbirlerini öldürmeye terk edildi.
“Köpekleri ortadan kaldırma işi rahat yürümemiş; sabah çevremde oturanlar Hilal’e uğursuzluk getirecek bu küçültücü işi hiçbir Türk’ün üstlenmek istemediğini söylediler; bu iş için serserileri, çingeneleri, haydutları toplamak zorunda kalmışlar. Bu adamlar kıskaçlı büyük demir maşalarla iş görüyorlarmış; zavallı kurbanlarını boyunlarından, ayaklarından ya da kuyruklarından yakalıyor, yara bere ve kanlar içinde onları Hayırsızada’ya götürecek kayıklara üst üste atıyorlarmış. İstanbul’da günlerce çığlıklar, ağlamalar, şiddetli tartışmalar duyulmuş. Türkler kızıyor, bunu istemiyorlarmış. Zavallı köpekler! Olabildiğince çoğunu evlerde gizlemişler.” Pierre Loti, 1910
Sokak Hayvanlarının Varlığı, İnsanlık Tarihinin Bir Ürünü
İstanbul’daki bu acı verici kanlı örneğe bakıp, taş kalpli bir rasyonellikle, ileri tekniklere dayanan kitlesel itlafın kaçınılamaz ve daha az acılı bir çözüm olduğunu söyleyenler olacaktır. Köpek ve diğer sokak hayvanlarının kent yaşamı ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkisi üzerinde odaklanmış salt faydacı ve antroposentrik görüşlerin -paradoksal bir şekilde- göz ardı ettiği bir temel var: Başta kedi ve köpek olmak üzere evcil hayvanların ve sokak hayvanlarının mevcudiyeti, tarımsal üretimin ve devamında kentleşmenin yoğunlaşmasına bağlı olarak ortaya çıktı. Binlerce yıldır depolanan tahılları haşerattan koruyan ve yerleşim yerlerine bekçilik eden, gıda artıklarımızı yiyerek defeden ve hayatlarımıza eşlik eden bu hayvan türlerinin, insan topluluklarının yanında olmaktan gayrı bir doğal yaşam alanı yok. İnsan sağlığı ve güvenlik açısından yol açtıkları problemleri dair çözüm getirme gereksinimi için toptan bir kırım eldeki tek cevap değil. Bunun dışındaki çözüm ya da çözümlerin ne olacağına dair öneride bulunacak bir uzmanlığa sahip olmasam da -bu yazıda kısaca değindiğim zıt iki örnekten ve İstanbul’daki vakadan hareketle- hatırlatmak istediğim bir husus var: Sokak köpeklerini tamamıyla yok edilmesi gereken bir parazit unsur olarak gören perspektif, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde daha büyük kırımlara meşruiyet tanıma riskini getiriyor: Yakın geçmişte yaşanmış, günümüzde olan ve gelecekte gerçekleşebilecek toplumların bütününü hedef alan kitlesel ve kanlı saldırıları her zaman “nihai” çözüm tanımlayanlar oldu. Sokak hayvanlarının oluşturduğu reel problemlere dair çözüm iradesi, kendi insanlığımız açısından oldukça mühim olan bu ihtiyat payını asla göz ardı etmemeli.
Kaynaklar
- “Avrupa’da sıkı yasal düzenlemelerle yerleşim yerlerinde sahipsiz hayvanlara rastlanmıyor.” Anadolu Ajansı (28.05.2024): https://www.aa.com.tr/tr/dunya/avrupada-siki-yasal-duzenlemelerle-yerlesim-yerlerinde-sahipsiz-hayvanlara-rastlanmiyor/3232707
- “Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri.” İstanbul Araştırmaları Enstitüsü. Sergi, 2016. https://artsandculture.google.com/story/uQUBF6Zy7KPVLQ?hl=tr
- “Ekrem Işın ile Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri KTS #42.” Kültür & Tarih Sohbetleri – Medyascope: https://youtu.be/wT73CpIogOo?si=C-tqI9moJ2jv41yJ
- Gündoğdu, Cihangir. 2018. “The State and the Stray Dogs in Late Ottoman Istanbul: From Unruly Subjects to Servile Friends.” Middle Eastern Studies 54 (4): 555–74. doi:10.1080/00263206.2018.1432482.
- Pearson, Chris. “STRAY DOGS AND THE MAKING OF MODERN PARIS.” Past & Present, no. 234 (2017): 137–72. http://www.jstor.org/stable/45215239.
- Sternheim, Isabelle. “How Holland Became Free of Stray Dogs.” Dog Research (March 2012).