Temel ile sevmediği okul öğretmeni ‘hayat ve ölüm’ üzerine felsefi bir sohbet yapıyorlar. Öğretmen başlar:
“Temel, sen bir gün öleceksin. Sevdiklerin, eşin, dostun seni gömecekler. Yeraltı dünyasının bilinmeyen canlıları senin bedenini yiyecekler ve sen toprağa karışacaksın. Sonra bir çiçek olup o toprakta yeşereceksin. İnekler, danalar gelip seni yiyecekler ve gidip kuytu bir köşeye pisleyecekler. Ve ben o pisliğe bakıp diyeceğim ki, ‘yaaa Temel, ne kadar değişmişsin, neydin ne oldun”
Bu durum Temel’in gücüne gider ve o da öğretmenine şöyle cevap verir:
“Bak hoca, sen de bir gün öleceksin. Sevdiklerin, eşin, dostun seni gömecekler. Yeraltı dünyasının bilinmeyen canlıları senin bedenini yiyecekler ve sen toprağa karışacaksın. Sonra bir çiçek olup o toprakta yeşereceksin. İnekler, danalar gelip seni yiyecekler ve gidip kuytu bir köşeye pisleyecekler. Ve ben o pisliğe bakıp diyeceğim ki, ‘yaaa Hocam, hiç değişmemişsin, hep aynısın”
Bu kıssanın hissesi camilere ajan yollayanlara, camileri kapatma girişiminde bulunanlara, oralarda topluma karşılıksız hizmet etmeyi, ahlaklı olmayı, sevgiyi, saygıyı, paylaşmayı, dayanışmayı, adaletli davranmayı, merhametli olmayı, barışı, esenliği, diyaloğu öğütleyen eğitim ve öğretimi durdurmayı düşünenlere ve o yolda adım atıp, yasa çıkarmayı düşünenlere düşsün…
Siz var ya siz hiç değişmeyeceksiniz…
Dünyayı felakete sürükleyen, sürekli kini, nefreti, savaşı, öldürmeyi, sömürmeyi körükleyen Siyonist ve evanjelistler kıyameti yaklaştırma düşünce ve inancıyla insanlığın sonunu getirmek için olmadık çılgınlıklar yapıyor. Bu güruha tapan liderler de ülkelerinin gidişatını onların kirli, kanlı düşüncelerine göre dizayn ediyorlar.
Hollanda bu ülkelerin başını çekiyor. Kukla yönetim iş başına geldikten sonra hiçbir şeyin iyi gitmeyeceğinin sinyalini vermişti. Tek sermayesi İslam düşmanlığı olan ırkçı birinin bu ülkeye ve topluma verebileceği müspet hiçbir şeyi yoktur.
İsrailli Siyonist çeteye verdikleri sınırsız teminat son olarak Amsterdam’da yüzünü gösterdi. Amsterdam’da “Araplara ölüm, Gazze’de okul kalmadı, çünkü okula gidecek çocuk bırakmadık” diye böğüren ırkçı Siyonistlere arka çıkmak, Hollanda’ya yakışmadı. Onların yaptıklarının faturası on yıllardır bu ülkenin imarı ve inşası için çalışan insanlara kesilmemeliydi.
Ey Hollanda’nın yasa koyucuları, toplumu kaosa, karanlığa ve felakete sürükleyen söylemlerden ve eylemlerden sakının. Aramıza uçurumlar açılmasına zemin hazırlamayın. Huzurumuzu bozmayın, kutuplaştırmayın. Kaos kıvılcımını ateşlemeyin!
Camilerimize dokunmak ne sizin hakkınız ne de haddinizdir. Zaten ajanlarınız tarafından her gün camilerimiz taranıyor, dinleniyor, gözetlenip sizlere ispiyonlanıyor. Gelin, girin camilerimize korkmayın; sizler de göreceksiniz ki camilerimiz bu toplumun emniyet/güvenlik supabıdır.
Orada sizin kafalarınızda, kalıplarınızda, kalplerinizde biriktirdiğiniz, kin, nefret, kavga, öldürme, yakma, yıkma, sömürme, haksızlık gibi duygulara asla yer yoktur. Orada, sevgi, saygı, dayanışma, paylaşma, barış, esenlik, adalet, ahlâk ve topluma karşılıksız hizmet etme anlayışı, düşüncesi hâkimdir.
Zaten camilerimizde toplumun değerlerine aykırı bir hâl olsa idi, şimdiye kadar kapılarına kilit vurmuştunuz. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, camiler toplumumuzun güvencesidir.
Hükûmeti oluşturan siyasi kadronun liderleri tornadan çıkmış gibi aynı nefret dilini kullanıyorlar. Ülkeyi içerisinde bulunan çıkmazdan kurtarma yerine, İsrail’in savunuculuğunu yapıyorlar.
Bu dil, ülkeyi kaosa, felakete ve karanlığa götürüyor. Bizim düşüncemi, inancımız savaş değil, barış, çatışma değil, diyalog, çifte standart değil, adalet, üstünlük değil, eşitlik, sömürü değil, adil düzen, baskı ve tahakküm değil, insan hakları hürriyet…
“Kişi tanımadığının, bilmediğinin düşmanıdır” der Hz. Ali. Yine bir İslam âşığı da “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz!” der.
Size kendimizi tanıtamadık, inanç ve düşüncemizi anlatamadık, bu suç bizim. Ancak sizler de bizleri tanıma zahmet ve gayretine girmediniz.
Kukla hükûmetin Amsterdam olaylarını tersten okuyarak bir dizi önlem almaya çalışması ülkedeki huzur ve güvenliği yok edecek cinsten. Buna “dur” denilmesi lazım. Şu ana kadar Hollanda’nın sağduyu sesleri nidalarını yükseltirken, İslam toplumunun temsilcileri de uyarı ve tepki bildirileriyle gidişatın yanlışlığını ilgililere bildirmeye çalışıyorlar. Yazarlarımız da engin deneyim ve donanımlarıyla bu sürece ışık tutmaya hem bizlere hem de yasa koyuculara bir yol haritası çizdiler.
Hristiyan olarak onları yakan sizlersiniz, yurtlarından eden sizlersiniz; onlara sahip çıkanlar da bizleriz. Müslümanlar olarak sizin kovduklarınıza sahip çıktık, koruduk, kolladık ancak siz dost oldunuz biz düşman. Onları yok etme planınız vicdanınızı rahatsız mı ediyor?
Geçmişte Yahudilere yaptığınızın aynısını Müslümanlara da mı yapmak istiyorsunuz? Nedir maksadınız, bilelim.
Bu ülkeye 60 yıldır her şeyini vererek imar ve inşasında bulunan bu insanlar söylediklerinizin ve yapmak istediklerinizin hiçbirini hak etmiyorlar, hak etmiyoruz. Yaşananlar birine fatura edilecekse bu asla biz Müslümanlar değiliz. Biz artık bu ülkenin bölünmez bir parçasıyız. O bizi sahiplendi, biz ona sahip çıktık.
İpe sapa gelmez, akla ziyan o yasalarınızı kendinize saklayın. Az biraz sevgi dili bütün çıkmaz sokakları açacak, araya kazılan uçurumları kapatacak, ördüğünüz o suni duvarları yıkacak… Yüreğinize hapsettiğiniz o kin ve nefretten kurtulun! İnsana en ağır yüktür, taşıması ölümden ağırdır.
Bir kıssa ile günümüzü özetlemek istiyorum:
“Adın Salamon ise bedelini ödersin”
Nazi Almanya’sındayız. Ölüm korkusuyla eve hapsolan Yahudi Salamon, evde yiyecek kalmadığını görür ve çocukları için canı pahasına da olsa sokağa çıkıp fırından ekmek almak niyetiyle hareketlenir. 24 saat açık olan radyo bir anons geçer: “Şu bölgede oturan mahalle sakinleri lütfen dikkat! Şehrin hayvanat bahçesinden çok azılı bir aslan kaçmıştır, yakalanana kadar sakın dışarı adım atmayın! Gelişmelerden haberdar edileceksiniz…”
Salamon, Nazi askerlerinden korkarken bir de başına aslan belası çıkmıştır. Ama mutlaka dışarı çıkması gerekmektedir, aksi hâlde günlerdir aç olan çocuklar daha fazla dayanamayacak, açlıktan ölecekler..
Salamon her şeye rağmen cebine bir bıçak alır. Sokağa çıkar, fırına yaklaşır ve tam o anda karşısına biraz önce anons edilen o vahşi canavar aslan çıkıverir. Kaçacağı hiçbir yer yoktur.
Aslan avını bulmuşçasına sevinç hırıltıları çıkararak Salamon’un üzerine doğru yürümeye başlar. Salamon bir iki adım geri geri gitse de aslanla kucak kucağa gelirler.
Epey bir boğuşmanın ardından Salamon cebindeki bıçağı çıkarır ve aslanın karnını deşer, içini dışına döker. Salamon bir süre aslanın altından korkudan kalkamaz, o hâlde kalır. Gürültüye mahalle sakinleri inerler ve gördükleri manzara korkunçtur. Kan gölüne dönen bir alanda aslanın altında bir insan yatıyor. Tabi medya kendini hemen orada gösterir. Radyo spikeri olayı yeniden dinleyicilerine duyurmaya çalışır: “Evet sayın dinleyiciler, biraz önce kaçtığını haber verdiğimiz vahşi aslan yürekli bir Alman tarafından etkisiz hâle getirilmiştir. Şimdi bu cesur kişiyi sizlere tanıtacağım” der ve mikrofonu Salamon’a uzatır. “Mahallemizi büyük bir tehlikeden korudunuz, teşekkürler. Kahramanımızın adını öğrenebilir miyim?”
Salamon başına nelerin gelebileceğini bildiği için çekinerek “Salamon” deyiverir.
O anda radyo spikeri ani bir refleksle Salamon’un yanından uzaklaşır ve yayını şu şekilde sürdürür: “Sayın dinleyenler, bugün kentimizin hayvanat bahçesinden ayrılarak yolunu kaybeden masum bir aslan, vahşi bir Yahudi tarafından karnı deşilerek katledilmiştir”
Bu kıssanın hissesi, Hollanda hükûmetinin Amsterdam olaylarında oynadığı çifte standartlı, dengesiz, acımasız, insafsız rolüne gelsin… Zeynel Abidin Kılıç—◄◄